Ne kadar aceleciyiz
Ne kadar bencil
Ne kadar umarsız…
Sanki o boşa tükettiğimiz hayatta, tüketemediklerimize yetişmek için, tüm sabırsızlığımız…
Sanki bir an önce bu iş bitsin de kaçalım, kendi bencilliğimize diye hızla küreleriz kuru toprağı ölünün üstüne…
Bir anda onca toprağı, henüz tüm hücreleri ölmemiş bir bedenin üstüne yığmanın nedeni ne?
Durup, sorgulayacak vaktimiz yok!
Dine inanmayan bir insanın başına dikilen imamın; geride kalan acılı yakınlarını azarlarcasına attığı nutuklara; paradan başka bir şeye tapmayanların en ön safa geçip namaza durmasına; cenazelerde, açılış töreninde imişcesine siyasi şov yapanlara neden ses çıkarmayız?
Ölene saygıdan mı?
Öyle olsa, nerede olduğumuzu unutup; derin sohbetlere dalma yerine SUSMAYI denerdik azacık..
Doğru, hayat devam ediyor!
Ama en azından sonlanmış bir hayatı uğurlarken olsun sorgulamıyoruz; devam eden hayatın ne menem bir şey olduğunu…
Mezarlığın kapısından çıkmadan, anlamsızlaştırdığımız; pembe dizilere döndürdüğümüz HAYAT’ı HİÇLEŞTİRmeye koşuyoruz yine…
-“Bak gardaşcığım, hayat pamuk ipliğine bağlı… Hiçbir şeyi takmaycan kafaya… Bundan sonra yeycen içecen gezecen… Vur patlasın; çal oynasın durumu yani…”
-“Doğru den be gardaş; dünya yansa umurunda olmaycak!”
Üretebildiğimiz hayat felsefesi(!) bu kadar SIĞken (yok, haksızlık etmeyelim. Bir de “dur bakalım ne olacak?” felsefemiz var!) her şeyi olduğu gibi gösteren bir AYNAya bakmaktansa; kendimizle ancak (saray yavrusu evlerden, kamyon yavrusu ciplerden vb. oluşan) DEVAYNALARInın karşısında yüzleşmeye çalışmamız normal(!) değil mi?
Tam olarak ne anlatmak istediğimi anlamak isteyenler (eğer varsa) bu yazının altındaki şiirimi okumadan önce, geçen haftaki Gaile’den, Pervin Yiğit’in nefis yazısını okumalıdır belki de…
YAĞMUR
Kirlenmiş bir dünya bıraktı yağmur
yıkayacağına yolları sokakları.
Kirlenmiş bir dünyamız vardı zaten
ve yağmuru beklerdik yıkasın diye…
Yıllarca yuvarlayıp tepeler yarattığımız
tüm pisliğimizi yollara döktü yağmur.
Çıktı ikiyüzlü yüzsüzlüğümüz açığa
- kızarmamış, pişkin ve şaşkın…-
Yağmur iyi verdi dersimizi,
oh olsun bize! Şimdi hızla toplayıp
saklayalım bu müthiş pisliği
ve hazırlanalım sınava
bu utanç dolu derse çalışıp:
“En iyi nasıl örtülür pislik?”
-konumuz bu…-
Temiz bir dünyamız vardı oysa
kim çağırdı bu yağmuru
yıkasın diye sokakları?
Açık ettiniz beseriksizliğimizi,
oh olsun bize!.. Dersimizi
iyi aldık!.. Ama, öğrendik artık
sıçtığımız bokları daha iyi örtmeyi;
gayrı seller vız gelir bize…
1 Nisan 1996 Lefkoşa