Kıbrıs’ın kuzeyinde korona virüsünde etkisiyle tüm dünyada olduğu gibi ağır bir ekonomik kriz boy göstermekte. Toplumun büyük bir kısmının da bu krizden nasibini aldığı da ortada. Virüsün kriz üzerinde inkar edilemez bir etkisi olsa bile tüm dünyada sistemin alarmlarının virüsün öncesinde çalmaya başladığının ve fırsat yakalamışçasına covid-19’u günah keçisi ilan etme niyetinde olduğunun farkına varmak da lazım. Zaten neoliberalizmin dünyayı etkisi altına aldığı son 40 yıllık süreci düşününce bu kriz ne ilktir, ne de son olacaktır.
Kapitalizm sermaye birikimini artırmak için her zaman büyümeyi hedefler. Bu hedef doğrultusunda da sadece üretmekle kalmaz tüketim de pompalar. Karını artırmak için kullan-at prensibi üzerinden bizlerin ihtiyaçlarını da belirler. Düne nazaran artık sadece insan emeğini değil doğayı da sömürdüğü aşikardır. Neoliberal politikaların yoksulluk ve gelir adaletsizliğinin yanı sıra, bunlara paralel doğayı bir hammadde deposu olarak algılayan politikalarıyla ekolojik krizi de derinleştirdiği ve artık geleceğin krizi olmaktan bugünün sorunu haline getirdiği ortadadır.
Tüm bu yaşanan krizlerin birtakım yeni düşünce ve oluşumlara gebe olacağı kesin. Her ne kadar özellikle Avrupa’da ekolojik alternatif temellinde kurulan “yeşil” hareketler bulunsa da merkez liberal akımların etkisi ile zamanla liberal eko-reformist hareketlere dönüştüler. Bir diğer deyişle “yeşilci iyi kapitalistler” oldular. Oysa dünyanın asıl ihtiyacı büyüme ve sömürme üzerine kurulu şu sisteme karşı halkla birlikte “küçülmek güzeldir” diyebilmekten geçer…
Peki, “küçülmek” ne demektir?
Küçülmek önce büyümenin halka değil sadece birilerine yaradığını fark etmektir. Hatta bizler için son dönemde deniz aşırı yerlerden gelen “büyük abilere” yaradığını görebilmektir. Süpermarket zincirlerine karşı mahalle bakkallarından yana olmaktır, her şeye rağmen üreten küçük esnafı desteklemek, ekini toprakta, balığı denizde kalanları sahiplenmektir. Deniz ötesinden gelen sermaye sahiplerine karşı kökü nereden olursa olsun, çok sesli, çok kültürlü olana tutunabilmektir.
Şimdi bakıyorum da küçülmek “bizlerin” tahayyül ettiği birleşik Kıbrıs’tır aslında. Dört bir yanımızı etrafını savaş gemilerinin çevrelediği gaz arayan şirketler çevirmişken, hem kuzeyinde hem güneyinde sessiz sessiz ne olacağını izliyorsak, bu sessizliğe karşı bir özne olmanın çığlığıdır küçülmek. CMC’yi hatırlayıp, yer altı kaynaklarının karının uluslararası yabancı şirketlere enkazının bizlere kalacağını bilmektir.
Evet, ekoloji mücadelesi demokrasi ve çözüm mücadelesinden ayrı düşünülemez! Hele de adamız solu için hiç ayrı düşünülemez. Aksine, bence bir fırsatı doğuruyor, doğalgazın varlığının yarattığı ve yaratacağı hem ekolojik hem askeri sorunlara karşı ortak bir tepkinin zeminidir. Türkiye karşıtlığının tırmandırılmaya çalışıldığı ama burnumuzun dibine de bir nükleer santral inşa edildiği bu dönemde Kıbrıs’tan “Türkiye’ye değil, nükleere karşıyız” haykırışını tüm dünyayla birlikte verebilmektir.
Özetle, bu sistemin artık sürdürülemez olduğunun farkına varıp, özellikle biz gençlerin Greta Thunberg ile yükselen “geleceğimizi çaldınız” çığlığına ses vermek gerekmektedir. İklimi değil politikayı değiştirmeli, bunu değişimi de adanın her tarafında katılımcı bir anlayışla başlatmalıyız.