İktidarın Vazgeçilmez Ötekisi: LGBT bireyler

İktidarın Vazgeçilmez Ötekisi: LGBT bireyler


Başak EKENOĞLU
basakekenoglu@gmail.com

Birey ve/veya grupların cinsel kimliklerine yönelik egemenlik kurma, değiştirme-dönüştürme, zor kullanma, ötekileştirme ve şiddet uygulama gibi mekanizmalar aracılığı ve din, kültür, ekonomi ve siyaset gibi farklı kurumsal yapılar kanalı ile gerçekleştirilen baskı, heteroseksüel, ataerkil sistemin hegemonyası sürdürmesini sağlar. Geçtiğimiz Pazar ABD’nin Florida eyaletindeki Orlando şehrinde gerçekleşen İŞİD’in üstlendiği saldırı bunun en açık göstergelerinden biri olarak ele alınabilir. Önemli sayıda kişinin hayatını kaybettiği, kendi kimliğinden başka kimseye yaşam hakkı tanımayan radikal hareketlerin yükselişi ve ‘tehlikeli’ olarak atfedilen grupları veya bireyleri yok etmeye yönelik şiddetin bir yöntem olarak kullanılmasını açık bir şekilde gözler önüne seren bu saldırı; ayrımcılık, ötekileştirme, ırkçılık ve nefret suçlarının ciddi anlamda yayıldığına yönelik önemli bir işarettir.

Saldırı ülke tarihinin en kanlı silahlı saldırısı olarak açıklanırken; Obama "bu olay ırka, dine, inanca veya cinsel kimliğe bakılmaksızın hepimizin Amerikalı olduğunu ve birbirimize sahip çıkmaya ve her zaman korumaya ihtiyacımız olduğunu hatırlatıyor" şeklinde toprağa dayalı kimlik vurgusu içeren bir açıklama ile Amerikan halkının birlikteliğine dikkat çekti. Bu olayın Amerika siyasetindeki yankılarının ne denli büyük olacağı ve  Donald Trump’a olan desteği artıracak bir faktör olması su götürmez bir gerçek olmakla birlikte, bu yazının amacını aşan ve daha etraflı bir analizi hak eden bir meseledir.

Orlando’da LGBT bireylere karşı yapılan bu saldırı ve aslıda genel anlamda Onur Haftası’na yönelik tehdit etkisini sürdürürken benzer bir tehdittin, söylem boyutunda Müslüman Anadolu Gençliği (MAG) ve Alperen Ocakları’ndan 26 Haziran’da İstanbul’da gerçekleşecek olan Onur Yürüyüşüne yönelik gelmesi ise dikkatlerimizi daha yakın coğrafyaya çevirmemizi de beraberinde getirdi. Örgüt, nefret söylemi kullanan bir dille “mübarek Ramazan ayında topluma zarar veren böyle bir ahlaksızlığa” müsaade etmeyeceklerini açıklayarak; yürüyüşe katılacak herkesi ötekileştirerek hedef haline getirdi. Aslında çok da yakın bir zaman önce benzer bir tehdit, Kıbrıs’ın kuzeyinde yapılanan Onur yürüyüşüne karşı da gelmişti.

Farklı coğrafyalarda gerçekleşen benzer olayların köklerine indiğimizde, iktidara dayalı kimlik oluşum süreçlerinin olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz. Aslında süreç basittir... Süreç, muhafazakar, milliyetçi, dini “biz” oluşturulurken, tüm bu savunulan değerlere taban tabana zıt kimliklerin baskı altına alınarak, yaşamın her alanına müdahale edilerek sindirilmeye/etkisiz hale getirilmeye çalışması sürecidir. İlk kez Foucault tarafından ortaya atılan ve Hardt ve Negri (2004) tarafından LGBT bireyler açısından analiz edilerek geliştirilen “biyoiktidar” kavramı bu süreci açıklamada önemli bir araçtır. Biyoiktidar Gülse Öztunalı-Kayır (2015:79) tarafından, “toplumun üzerinde, aşkın bir güç ve egemen bir otorite olarak; toplumsal yaşamın tüm alanlarına düzenini dışarıdan dayatan ve toplumu her yönüyle yeniden üretirken; hem fiziksel şiddet, hem psikolojik şiddet, hem de ekonomik şiddet, savaş ve polis müdahalesi yoluyla, LGBT bireylerin bedenleri üzerinden baskılar uygulayan ve tüm yaşam alanlarına saldıran” bir iktidar biçimi olarak tanımlamıştır. Öztunalı-Kayır’a göre cinsiyet kimliğine sahip birey veya gruplar üzerinde egemenlik kurma en rahat ötekileştirme ve dışlama yöntemi ile gerçekleştirilir. Şöyle ki; kimlik inşasının önemli bir bileşeni olan “öteki” aslında arzu edilen ben kimliğinin karşıtı tüm olumsuz nitelikleri barındır ve çoğu zaman tehdit ve düşman algısı ile paralel ortaya çıkar. “Biz” oluşurken baskı süreçlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan “öteki” nesneleştirilerek varlıksızlaştırılır... Ötekileştiren kesim, anlamayı reddeder ve siyasi otoritenin desteğini alabildiği noktada yaşamın farklı alanlarını baskı altınına almaya çalışarak kendine tehdit olarak gördüğü bu zıt kimliği eritmeye, değiştirmeye çalışır. Dahası, Ergil’in de üstünde durduğu gibi “biz ne kadar güçsüzse, kültürel açıdan (siyasal ve ekonomik açıdan olduğu gibi) kendini ne kadar kırılgan hissederse, varlığını ötekilere karşıt, hatta düşman olarak tanımlar/kurar” (2010:105).(1) 

Kıbrıs örneğini ele alacak olursak, son dönemde yükselişe geçen kendini ırkçı, homofobik söylemler üzerinden var eden aşırı milliyetçi hareketlerin yükselişi aslında kendilerini oluşturdukları “öteki” üzerinde kurdukları iktidar ilişkilerine dayalı var etme süreci olduğu tartışılabilir. Bu noktada kendilerini kırılgan hissettikleri noktada düşman olarak tanımladıkları “öteki” ne yönelik nefret söylemi ve şiddet eğilimi geliştirebilir. Örneğin Kıbrıs Rum toplumunda ELAM gibi aşırı milliyetçi örgütlerin hedef noktası olan “öteki” hem Helen milliyetçiliğine zıt Kıbrıslı Türkler, aynı şekilde farklı dini, kültürel yapıları ile göçmen kesimler ve bu gruplara ek olarak muhafazakar toplum yapısına bir tehdit oluşturan LGBT bireyler olarak gelişir. Benzer iktidar biçimleri ve tehdit algısı Kıbrıs Türk toplumunda, Kıbrıslı Rumlar ve LGBT bireylere karşı gelişmiştir. Kendilerini siyasal, ekonomik, kültürel açıdan kırılgan hissettikleri noktada tehdit olarak tanımlanan “öteki” ne  yönelik nefret söylemi ve şiddet eğilimi geliştirmiştir.

Nitekim, haziran ayı başında Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu’nun (European Commission against Racism and Intolerance) beşinci Kıbrıs(**)raporunda ciddi oranda cinsel ve fiziksel saldırı olduğunu ortaya koymuş, ırkçılık ve homofobi kaynaklı nefret suçunda gözlemlenen artışa dikkat çekmiştir. Buna ek olarak raporda, artan nefret suçlarına rağmen polisin raporlamada sorunlar yarattığını ve aslında devlet kurumları tarafından sağlanan verilerin tam anlamıyla gerçeği yansıtmadığının altı çizilmiştir. Özellikle homo/transfobik şiddet noktasında AB’nin yapmış olduğu LGBT araştırması görüşmecilerden 23%’nün fiziksel/ cinsel saldırı veya tehditte uğradığını gösteriyor. Ancak üzülerek söylemek gerekiyor ki adanın güneyinde LGBT bireylere yönelik işlenen nefret suçlarına dair, yukarda bahsedilen AB raporları gibi farklı kurumların hazırlamış olduğu denetleme raporları, az da olsa bir çerçeve oluşturmasına rağmen adanın kuzeyi için aynı durumdan söz etmek söz konusu değil. Toplumun farklı alanlarında gerçekleşen hem psikolojik hem de fiziksel saldırı veya tehditlere yönelik ciddi anlamda bir tutanağın olmaması; toplumsal baskı süreçlerinden dolayı mağdurların sessiz kalmayı tercih etmesi şiddet uygulayan kesimlerin elini daha da güçlendirir hale geliyor. 

Bu noktada; ötekileştirdiği, tehdit olarak algıladığı, bedenler ve kimlikler üzerinden, kendini yaygın ve yok edici biçimde sürdüren; kendinden olmayanı anlamayı reddeden, nesneleştiren, hayatının her alanında baskı kurmaya çalışarak değiştirme-dönüştürmeye çalışan egemen sisteme karşısında, dayanışma ve gökkuşağının tüm renkleriyle mücadele elzemdir. Çünkü gökkuşağı hepimizi içine alacak kadar büyük ve renklidir... 

 

(*) “Barışı Aramak: Dilde, Hayatta, Kültürde” kitabında Ergil cinsiyet üzerinde kurulan hegemonya üzerinde değil etnik, kültürel ve dilsen açıdan egemen grupların “öteki” yi yaratmasına eğilmiştir.
(**)Kıbrıs Cumhuriyeti

 

Kaynaklar:
Eril, Doğu (2010). Barışı Aramak: Dilde, Hayatta, Kültürde… İstanbul:Timaş Yayınları
Foucault, M. (2003), Cinselliğin Tarihi, Ayrıntı Yayınları, İstanbuL.
Hardt, M., Negri, A. (2004), Çokluk, Ayrıntı Yayınları, İstanbuL
Öztunalı-Kayır, Gülse. (2015). “ Sosyolojik Değerlendirme: LGBT Bireyler Açısından  Cinsiyet Kimlikleri Meselesi” Eğitim Bilim Toplum Dergisi,  13 (51): 73-97.
http://www.diken.com.tr/lgbti-onur-yuruyusune-karsi-cagri-daha-her-seyi-goze-aldik-direk-engelleyecegiz/
http://www.hurriyet.com.tr/alperen-ocaklari-lgbt-yuruyusunu-yaptirmayacagiz-40117653

Dergiler Haberleri