Önümüzdeki hafta Strasburg’ta toplanacak olan Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda Kıbrıslı Türkleri ve Türkiye’yi yakından ilgilendiren Komisyon’un Türkiye İlerleme Raporu onaylanacak.
Büyük bir oy çoğunluğuyla kabul edilmesi beklenen raporda Kıbrıslı Türklere dönük önemli göndermeler yer alırken, Türk-AB ilişikileri açısından durum pek iyi görünmüyor.
Geçen yılın raporunda olduğu gibi, bu raporda da Kıbrıslı Türklerle ilgili olarak hem Türkiye Cumhuriyeti’ne, hem Komisyon’a hem de Kıbrıs Cumhuriyeti’ne önemli çağrılarda bulunuluyor.
Umarım, raporda yer alan bu anlamlı göndermeler siyasi aktörler ve sivil toplum tarafından layıkıyla değerlendirilir...
Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasıyla gövence altına alınmış olan adanın meşru toplumlarından biri olduğu hatırlatılıyor ve Türkiye’ye, Kıbrıslı Türklerin bu sıffatına uygun bir şekilde davranabilmeleri için gerekli alanı açma çağrısı yapılıyor.
Gazetecilerin ve ilerici Kıbrıslı Türklerin kovuşturmaya uğramaları ve ifade özgürlüğünün çiğnenmesi açık ve net ifadelerle kınanıyor.
Avrupa Birliği Komisyonu’na yapılan çağırıda ise, Komisyon’un Kıbrıslı Türklerle daha etkin ilişkiler kurması için çabalarını hızlandırması isteniyor.
Kıbrıs Cumhuriyeti’ne de önemli bir çağrı yapılıyor ve Kıbrıslı Türklerin Avrupa Birliği ile ilişkilerini ileriye götürmesi için kolaylaştırıcı bir rol oynamasının Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sorumluluğu olduğu vurgulanıyor.
Kıbrıslı Türklerin yerinin Avrupa Birliği içinde olduğu da belirtiliyor ve bütün taraflar, iki toplumu yakınlaştırcak cesur adımlar atmaya davet ediliyor.
Görldüğü gibi, Kıbrıslı Türklere meşru çıkarlarını savunabilmek ve önlerini açabilmek için önemli enstrümanlar veriliyor. Örneğin, buradan hareketle hem Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hem de Komisyon’un Kıbrıslı Türklere dönük açılımlar yapması talep edilebilir. Yeşil Hat tüzüğünün içeriği zenginleştirilebilir, enerji alanında işbirliğine gidilebilir vs.
Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren konularda yer alan ifadeler oldukça olumsuzdur. Ülkenin demokrasi açısından daha da gerilediği ve hukuk devleti kurallarının çalışmadığı, temel hak ve özgürlüklerin çiğnendiği etraflıca vurgulanıyor.
Kanımca, raporun en olumsuz yanı, Türk hükümeti radikal bir değişiklik yapmazsa,
mevcut koşullar altında Türkiye’nin üyelik sürecinin devam edemeyeceğine yapılan vurgudur. Buna ek olarak, mevcut açmazdan çıkmak için Türkiye ile Avrupa Birliği’nin “daha yakın, daha dinamik ve stratejik ortaklık” anlayışına dayalı “gerçekçi” bir arayış içine girmeleri tavsiye ediliyor.
Bu göndermeler açıkça, Türkiye’ye üyelikten vaz geçme ve “özel bir ilişki” biçimiyle yetinme anlayışlının yaygınlık kazandığını gösteriyor. Bunun da nasıl bir ilişki olacağını tahmin etmek zor değil. Zaten bazı koşullara bağlansa da, Gümrük Birliğini modernizasyonundan ve Türkiye’nin jeo-politik öneminden söz edilmesi meselye yeteri kadar açıklık getiriyor. Yani, Türkiye’ye “AB ile ticaret yap ve karşılığında da AB’nin jeo-politik çıkarlarını koru” deniyor.
Sanırım, Avrupa Birliği ciddi bir hata yapmakla karşı karşıyadır. 2030 yılında kadar Ukrayna’yı, Gürcistan’ı ve Batı Balkan ülkelerini bünyesine katmaktan bahseden Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin üyelik sürecini sonlandırmaya yönelmesi, pek çok bakımdan telafisi mümkün olmayan sorunlar yaratabilir.
Her şeyden önce, Türkiye’nin demokratikleşme perspektifini bütünüyle zora sokmak anlamına gelecek böylesi bir karar, jeo-politik açıdan da son derece olumsuz sonuçlar doğurabilir.
Ayrıca, unutulmamalıdır ki, Türkiye’nin AB üyesi olmasının dünya-tarihsel bir anlamı vardır: Batı-Doğu, Hristiyan-Müslüman karşıtlığına son vermek!