Simge Çerkezoğlu
On yıla yakın bir süre Türkiye’de opera sanatçısı olarak çalışan Tuğrul Enver Töre ve eşi Sermin Dikmen Töre çifti, şimdi bu yüksek sanatı Kıbrıs insanıyla buluşturmak için canla başla çalışıyor. Toplumun ilerlemesi için yüksek sanata olan ihtiyacı dile getirirken, devlet opera ve balesinin kuruluş sürecini, opera sanatının inceliklerini konuşuyoruz. Onlar anlattıkça, etkileniyor, bir sonraki konseri sabırsızlıkla beklemeye başlıyorum.
“OPERADA ANA ENSTRÜMANIM SESİM OLDU”
Sermin Dikmen Töre Bursa doğumlu, yeteneğin doğuştan, içten geldiğine inananlardan… Çocukluğundan bu yana müziğe ilgi duyduğunu, kabiliyetli olduğunu söylerken, bağlama çalarak müziğe başladığını gülümseyerek anlatıyor.
“Güzel sanatlar lisesi mezunuyum. Liseye gidene kadar müziğe ilgim ve yatkınlığım vardı ama gerçek anlamda müzikle uğraşmaya, bir müzik aleti çalmaya, lise yıllarımda başladım. Çok şanslıyım ki ailem müziğe, edebiyata çok ilgiliydi. Onlar bana müziği aşıladı. Aldığım keman ve piyano eğitimi ile kendimi geliştirerek, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı Sahne Sanatları bölümü, Opera ana sanat dalından mezun oldum. İşim sesle ilgili, benim ana enstrümanım sesim oldu. Piyano da her zaman sesime eşlik edecek enstrüman oldu. O nedenle çok iyi bir piyano eğitimini de tamamladık. Şan eğitimi alan herkes için bu kural geçerli. Tabii ben lisede de müzik eğitimi aldığım için başka enstrümanlar da çalabiliyorum.”
“YETENEK ZEKÂ İLE İLGİLİ BİR DURUM”
Tuğrul Yeşilyurt’ta doğdu. Anneannesi ve büyükbabasının yanında yüz kişilik nüfusu olan, Çamlıköy’de büyüdü. Bir köy çocuğu olarak yolunun müzikle nasıl kesiştiğini anlatırken, bunun tüm çocuklara ilham vermesi için anlatıyor.
“Müziğe başlangıcım çok küçük yaşlara dayanıyor. Anneannem, dedem, annem, babam müziğe çok ilgi duyardı. Bana da bu sevgiyi aşıladılar. Küçük yaşta klasik gitar eğitimi almaya başladım. Küçük yaşta yönlendirme çok öneli, böylece güzel sanatlar lisesine gittim. Flüt ve piyano eğitimi aldım. Üniversite için gittiğim İstanbul Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndan onur ödülü ile mezun oldum. Ben çocukluğu küçük bir köyde geçen birisi olarak, gidip Türkiye’nin en iyi konservatuarından birinden eğitim alarak mezun oldum. Bunu burada yaşayan her insanın bu potansiyele sahip olduğunu belirtmek için söylüyorum. Bana göre yetenek zekâ ile ilgili bir durum. İnsan zekâsı iyi çalışırsa, hangi alana yönelirse yönelsin kendini geliştirebiliyor. Biz müziğe yöneldik, başkaları başka alana yönelebilir.”
“OPERA MÜZİKLİ BİR TİYATRO ”
Opera bir sanat dalı olarak dünyada her ne kadar yaygın olsa da bizim çok sıklıkla rastlamadığımız bir sanat dalıydı aslında… Tuğrul bu mesleği neden seçtiğini söyle anlatıyor.
“Opera dediğimiz aslında müzikli tiyatro. Bu gelenek bu coğrafyada çok eskiye dayanıyor. Opera bu nedenle bize yabancı değil. Ben hayatım boyunca çok yönlü bir insan olmaya çalıştım. Öyle yetiştirildim. Opera da sanatlar bütünü olarak ifade edilen bir sanat dalıdır. Her şeyi bir arada barındırır. Müzik, resim, edebiyat, hatta heykel, bu nedenle operayı tercih ettim. Opera sanatçısı olmak kolay değil. Aynı anda hem şarkı söylemeniz gerekiyor, hem de rol yapmanız. Şarkıyı çıplak sesinizle söylüyorsunuz ve bazen sesinizi bin kişilik bir salonda en arkada oturana dahi duyurmanız gerekebiliyor. Canlı sahneleniyor, canlı sahnelenirken sözleri unutma şansınız olamaz. Üç perdelik bir opera eseri yaklaşık üç saat sürüyor. Bu eserdeki rolünüzü, sözlerinizi, müziğinizi, teatral olarak rolünüzü ezberlemeniz gerekiyor. Bazen yabancı eserler de oynuyoruz, sözleri hem yabancı dilde öğrenmemiz, hem de duyguyu katabilmek adına anlamını bilmemiz gerekiyor. İtalyanca, Fransızca, Almanca pek çok opera eseri bulunuyor.”
Sermin ise opera sanatçısı olmayı şöyle tarif ediyor; “Büyük bir konsantrasyon isteyen bir meslek opera sanatçısı olmak. Sahneye çıktığınız anda her şeyi kapatmanız, unutmanız gerekiyor. Sahneye çıkma sürecine erişene kadar da elbette çok fazla çalışmanız… Çoğunlukla yabancı dillerde eserler sahneliyoruz. Bu nedenle üniversitede İtalyanca, Fransızca, Almanca diksiyon dersleri de aldık.”
“OPERADA SÜREKLİ KENDİNİZİ GELİŞTİRMENİZ GEREKİYOR”
2011 yılında üniversite mezuniyetinin ardından, Türkiye’de farklı operalarda çalışarak, şimdi Kıbrıs’a yerleşen Töre çifti, operayı meslekten öte bir yaşam biçimi olarak ifade ediyor.
“İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin bazı eserlerinde, festivallerde çalıştık. Pek çok yarışmaya katıldık. 2013 yılında ise Samsun Opera ve Balesi’nde çalışmaya başladık. Bu 2018 yılına kadar sürdü. Ardından Antalya Devlet Opera ve Balesi'ne geçtik. Elbette operada bir yerde çalışmak diye bir şey söz konusu değildir. Türkiye’de altı tane büyük opera kurumu var. Bunların kendi aralarında eserleri dönüştürmesi söz konusu oluyor. Siz Samsun’da çalışıyorsunuz ama Antalya Devlet Opera Balesi için de bir eserde rol alabiliyorsunuz. Şu ana kadar devam eden kariyerimiz içinde Royal Opera House gibi dünyanın en önemli opera evlerinden birinde genel odisyona katılma şansına da sahip olduk. Bizim için çok değerli bir deneyim oldu. Operada sürekli kendinizi geliştirmek zorundasınız. Bir hafta şarkı söylemeseniz, bir aydır söylemiyor gibi geriye gidersiniz. Sporcu gibi sürekli kondisyon sağlamanız lazım. Opera bitmeyen bir yolculuk gibi. Yeni operalar öğrenmek, repertuarınızı geliştirmek gerekiyor. Dünyada neler yapıldığını izlemek, fikir edinmek, yarışmalara katılmaya her zaman devam etmek gerekiyor. Yeterli seviyeye ulaştım deme lüksünüz yok. Aksi taktirde yok olma süreciniz başlıyor. Biz mesleğimizi nerede yaparsak yapalım hep kendimizi geliştirmeye çalıştık. Sanatçı olmak aslında bir misyon…”
“DEVLET OPERA VE BALESİ’Nİ KURMAK İÇİN GÖREVLENDİRİLDİK”
Devlet Opera ve Balesi kuruluş çalışmaları için Kıbrıs’a dönen Tuğrul, öğrencilik yıllarından bu yana en büyük hayallerinden birinin Kıbrıs’a bir opera kurumu getirebilmek olduğunu söylüyor. Ne mutlu ki bunu başarmak için ilk eşiği aşmış bulunuyor.
“Ülkemizde bir opera kurumu kurulması, yüksek seviyede sanat icra edilmesi hayalimdi. Her zaman bu fikirden bahsettim. Gittikçe bu fikir gelişti, ben de sürekli dillendirdim. Kıbrıs’a da sık sık konser vermek için geliyorduk. 2017 yılında dönemin bakanlardan Sn. Özdemir Berova’ya bu fikrimi açtım. Olumlu karşıladı. Beni ve eşimi devlet opera ve balesini kurmak için görevlendirdi. Türkiye’de de çalışmaya devam ettim. Bu çalışmayı eşimle birlikte yürüttük ama görevlendirmede sadece ben görünüyordum. İlk olarak devlet opera ve balesi kurmak için yasa taslağı hazırladık. Tabii bu süreçte hükümet değişti ama bizi izleyen kişiler özellikle de Milli Eğitim ve Kültür Bakanı Sn. Cemal Özyiğit, Müsteşar Sn. Mehmet Burhan ve Kültür Dairesi Müdürü Sn. Şehbal Hamzaoğulları bizi çok iyi anladı ve destekleri ile Dörtlü koalisyon döneminde de çalışmalarımız devam etti, herkes bize destek verdi, yardımcı oldu. Yeni görevlendirilmemiz yapıldı. Yasa geçene kadar neler yapabileceğimize karar verdik. Eğitim etkinlikleri, konserler planladık. Elimizdeki şartlarda hangi eserleri sahneleyebileceğimiz üzerinde çalıştık. Hazırladığımız bu programı hayata geçirdik. Bir sanat kurumu oluşturmaya çalışırken, liselerde, ortaokulda çocuklara sanatı, operayı anlatmaya başladık. Erenköy Lisesi, Lefke Gazi Lisesinde eğitim etkinlikleri, Lefkoşa ve ODTÜ Kalkanlı’da konserler verdik. CSO ile Aşk İksiri Opera Temsilini iki kez gerçekleştirdik. İlerleyen günlerde yeniden sahnelemeyi planlıyoruz. Şu ana kadar bu etkinliklerle yaklaşık 3000 kişiye ulaşabildik. Çok daha fazla kişiye ulaşabiliriz. Bunların dışında Haziran ayında TSK Armoni Mızıkası ile birlikte Kuzey Kıbrıs Uluslararası Bellapais Müzik Festivalinin kapanış konserinde yer alacağımız bir konserin hazırlığı içindeyiz. Ayrıca çok yakında ülkemizde sergilenebilecek bir bale temsilinin de hazırlıkları içinde olduğumuzun müjdesini verebiliriz. Hayata geçirebileceğimiz sürprizlerle dolu bir program hazırlığı yaptık. Nihai hedefimiz Devlet Opera ve Balesi’nin kurulmasıyla düzenli olarak eserler sahnelemek. İnanıyorum ki toplum olarak ilerleyebilmemizin yolu kültürel anlamda kalkınmadan geçiyor. ”