Sevgi Yalman
GINNAP
Polisten bir arkadaşım ikram ettiğinde çok şaşırmış ve sevinmiştim. Kıbrıs’ta çok az bulunan ve pek bilinmeyen gınnap meyvesini görünce… Tabii naylon poşete hemen el koydum ve nerden bulduğunu sorguladım.
Gazimağusa’da yetiştiriliyormuş. Abdullah Binbaşı isimli akrabası, yüzlerce fidan dikmiş. Şimdi hasat mevsimiymiş.
Zaman geçirmeden Larnaka Yolu üzerindeki meyve bahçesinin yolunu tuttum görüşmek için. Kafamda, bilinmeyen bir meyveyi yetiştirmek nereden aklına geldi, çarşıda neden satılmıyordu gibi sorularla gittiğim röportajdan bir başka röportaj konusu daha çıktı. Abdullah Tuver’in Harp Okuluna gidiş macerası ve sonrasında “Ben Harp Okulunda solcu oldum” deyişi.
MEYVE DALINDA GÜZEL
Röportajda okuyacağınız gibi Abdullah Binbaşı’nın hayatında askerlik ve toprakla uğraşmak çok önemli yer tutuyor. Abdullah Tuver ilginç bir kişilik. Çok sevdiği askerlikten, çıkartılan yasa ile en üst rütbelere terfi edemeyeceği için emekli olmayı tercih etmiş. Ailesinden kalan para ve emeklilik ikramiyesinin tümünü harcayarak bu bahçeyi kurmuş. İncir ve narla başladığı fidan dikimine gınnap ve cümbezle devam etmiş. Ancak ürününü satıp gelir elde edemiyor. Nedenini de “Ben satıp para kazanma hedefiyle ekmedim zaten bunları. Öyle bir kabiliyetim de yok zaten. İnsanlardan para isteyemem, utanırım. Meyveyi dalında görme zevki bana yetiyor” diyor.
“TOPLAYIN GELİN”
Çok arkadaşı, dostu var Abdullah Binbaşının... Bahçenin yerini keşfeden ellerinde poşetlerle meyve toplamaya geliyor. Toplayıp gidiyor. Para ödeme teklifleri hep geri çevriliyor. Nitekim biz röportaj yaparken birkaç kişi meyve toplamak için geldi. Onları bahçeye gönderdi, toplayıp gittiler.
Üç oğlundan en küçüğü son zamanlarda satış için olaya el koymuş. Topladığı gınnapları, Gazimağusa’da her Perşembe kurulan Açık Pazar’da satmaya başlamış.
İşte, 1956 yılında Limasol’un Paramal (Çayönü) köyünde, 7 çocuklu çoban bir ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya gelen, hedefine kilitlenen, bankaya borcu olmasına rağmen paraya hiçbir önem vermeyen, hala rumdan kalan eski bir evde yaşayan Abdullah Tuver’in yaşamından kesitler.
GINNAP NASIL BAŞLADI?
Çocukluk hayali olan çok sevdiği askerlik mesleğinden genç yaşta emekli olunca yine çok sevdiği toprak ve hayvancılığa yönelen Abdullah Tuver, Devletten kiraladığı arazi üzerinde önce hayvancılık yapmaya başlar. Oğlanlar dediği üç oğlu Devrim, Tugay ve Tuğberk sıra ile askere gidince hayvanları satar. Tek başına bu işleri yapmak zordur. Zaten yavruları kıyıp satamadığı için gittikçe çoğalmaktadırlar. Bu kez hedefi satın aldığı araziyi bahçeye döndürmektir. Elindeki tüm parayı harcayarak çukur olan bölgeye 500 kamyon toprak taşır. İncir ve nar fidanları eker. Biraz da şeftali, erik ve elma... Amacı, bölgeyi yeşillendirmek ve zevkini çıkarmaktır. Satıp para kazanmak değildir, zaten öyle bir kabiliyeti de yoktur.
Bu arada aklına gınnap düşer. Küçükken Paramal’da Enver Dayının avlusundan yediği gınnaplar… Alanya’da doktor olan ve kendisi gibi toprak delisi olan kardeşi Cahit ile temasa geçer. 10 çubuk olarak gelen gınnapları eker. Bir kısmı bildiği gibi küçük cins, bir kısmı hiç görmediği kocaman gınnaplardır. Fidanlar büyür. Köklerinden yavru fidanları söker ve başka yerlere eker. Sonunda irili ufaklı 300 kadar gınnap ağacı olur.
SATMAKTAN UTANIR
Abdullah Tuver, “Üretim konusunda iddialıyım. Üretmek çok basittir. Yeni fidanlar çıkarınca eşe dosta dağıtmaya başladım. Kardeşim kimseye verme diye tembih etmişti ama ben 2.Cumhurbaşkanımız Talat dahil yaklaşık 200 kişiye gınnap fidanı verdim. Üretim kolay, pazarlama zor. Hele de fazla bilinmeyen bir meyveyi… Bir de ben satışla ilgilenemem. İnsanlardan para almaya utanırım. Çok eskiden birkaç bakkala götürmüştüm.’Bu nedir, kimse tanımaz, almak istemezler’ dediler. Ben de önüme gelene dağıtmaya başladım. Şimdi insanımız Ağustos ve Eylül aylarında hasadı yapılan bu meyveyi tanımaya başladı. Gazimağusa’da aranan bir meyve oldu, sezon biter hala arayanlar olur” diyor.
Tuver, satışlarla ilgilenmediğini, oğullarının haftada 10-12 kasa toplayıp Perşembe pazarında satıp kendilerine harçlık yaptıklarını da ilave ediyor.
PARAYA ÖNEM VERMEDİ
Tuver, hayatının hiçbir döneminde para ile ilgilenmediğini, önem vermediğini, isteseydi sayılı zenginlerden olabileceğini de belirterek şöyle diyor.
Tek kuruş param yok. Oğlanın evi için 70 bin TL borçlanmıştım bankaya, hala ödüyorum. Zaten ev de bitmedi. Ona, gerisini sen devam ettir dedim. Artık o bitirecek.
Meyve bahçesindeki söyleşimizin bir bölümünde Tuver’in eşi de hazır bulunuyor. Öğreniyorum ki hala rumdan kalma eski bir evde oturuyorlar. Büyük hayalleriniz yok ama hiç olmazsa, eşinizin de rahatlayacağı küçük bir ev hayaliniz de mi yok! diyorum.
Yanıtına gerçekten şaşırıyorum. Bahçenin kenarında yıkık yalnızca kerpiç duvarları kalmış yapıyı göstererek “bunu tamir etmeyi düşünüyorum. Arkadaşlarımla muhabbet edeceğim geniş bir evim olsun istiyorum” diyor.
***
ASKERLİK İNADI
Hayatımda gördüğüm en mütevazi insanlardan biri olan Abdullah Tuver’in subaylığa merakı, doğduğu köy Paramal’ın Güney’deki Ağrotur İngiliz üsleri toprağı içinde olması nedeniyle başlamış. İngiliz askerleri devamlı tatbikat yapar, paraşütle atlarmış. “Belki bu yüzden belki de ilkokula başladığım 1963 yılındaki olaylar yüzünden askerliğe merak saldım” diyor. Ve devam ediyor.
“Sırf Harp Okuluna gideyim diye Lise 2 yazında askere yazıldım. Yazıcı olarak görev yapıyordum. Liseyi bitirince Harp Okuluna müracaat ettim. 9 Temmuzda sınavlara mülakatlara girdim. Haber vereceğiz dediler. Ancak Yunan cuntasının darbesi oldu, yollar kapandı. İletişim koptu. Kazandığımdan emindim. Okullar açılmadan tam 5 kez kuzeye kaçmak için girişim yaptım. Hepsinde yakalandım. Hatta bir keresinde göçmen kampındaki hasta ve hamilelerin kuzeye götürüleceğini öğrendiğimde, arkadaşım Tongay Mehmet ile bagajların yüklendiği kamyona gizlice bindim. Yine yakalandım.
Başarıp kuzeye geldiğimde artık çok geçti. Okulu kazandığımı ancak yerime başkalarının gittiğini öğrendim. Benimle aynı durumda 2 arkadaşım daha vardı. Özkan Nalcıoğlu (emekli albay) ve Ferhat Gürbüzer (emekli binbaşı).
Daha sonra ailem de kuzeye geçti. O yılı Güzelyurt’taki narenciye bahçelerinde tarla sürerek geçirdim. Ertesi yıl yine harp okuluna müracaat ettim. Ancak o yıllarda liseden sonra bir yıl bekleyenleri okula almıyorlardı. Ben müracaatımı Eğitim Bakanlığına yapmıştım. O zamanki adı Maarif Dairesi idi. Onlar Sancaktarlığa sonra da Bayraktarlığa gönderecekti. Haftada en az 3 gün dilekçem gitti mi diye soruyordum. Maarif gönderdim diyor, gitmesi gereken Asal Şübe gelmedi diyordu. Sonunda bir gün Maariften Ali Dinçer, bana kızdı ve sokak çocuğu diyerek makamından kovdu. Umutlarım tükenmişti. Merdiven basamaklarına oturarak ağlamaya başladım. Dairede çalışan bir bayan (o kaderimi değiştirdi) yanıma geldi ve madem çok istiyorsun hiç vazgeçme, mücadelene devam et dedi. Durumu babama anlatmaya karar verdim. Çünkü o Harp Okuluna gitmemi istemiyor, beni İngiltere’ye ailenin yanına Üniversiteye göndermek istiyordu. Akşam babama anlattım. Ertesi gün beni de aldı Lefkoşa’ya gittik. 2 metrelik arap kapıyı tekmeleyerek içeri girdi “sokak çocuğu” lafının hesabını zordu. Adamı elinden zor kurtardılar.
YEDEK OLARAK
19 yaşındaki Abdullah yılmadı ve dilekçesini bu kez elden Bayraktarlığa götürdü. Sonunda başardı ve yedek listesinde Harp Okuluna gitti. Mücadelesi burada da bitmedi. Bir ara yedek olduğu için geri dönmesi gündeme geldi. Yarbayın karşısına çıktı ve “Ben Kıbrıs’a ancak teğmen olarak giderim. Aksi halde cesedim gider” dedi. Komutan duygulandı ve kalmasını sağladı. 1979 yılında Harp Okulunu (Kıbrıslılar arasında 1.olarak),1980 12 Eylül darbesi öncesinde de Tuzla Piyade okulunu bitirerek Kıbrıs’a döndü. Erenköy dahil KKTC’nin her bölgesinde görev yaptı. Kıbrıslı subayların, albaylıktan üst rütbeye çıkamaması, GK Komutanı olamaması ve kilit noktalara gelemeyeceği gibi hususların yer aldığı yeni yasanın çıkmasından sonra 1996 yılında, çok sayıda arkadaşı gibi emekli olmak zorunda kaldı.
HARP OKULUNDA BİR SOLCU
Abdullah Tuver, iyi bir asker olmak için gittiği Harp Okulunda iyi bir solcu da oldu. O dönemi ise şöyle anlatıyor.
-70 li yıllar, sol hareketin doruğa ulaştığı yıllardı. Okulda çok sayıda devrimci arkadaşımız vardı. Onlarla konuşur, tartışırdık. O dönemde okulun dörtte üçü devrimci öğrencilerdi. Ben Harp Okulunda okurken ayrıca İşletme Bölümünü de bitirdim. Harp Akademisine Üniversitelerden sivil hocalar da gelirdi. Onlardan da etkilendim. Bu arada KÖGEF ile de temasım vardı. KÖGEF’li arkadaşlarla, hafta sonları onların evinde görüşürdük. Temelde köy çocukluğu da var ya, sonunda solcu olduk.
Harp Okulundan beri solcu olan CTP’ye oy veren Abdullah Tuver, bugün CTP-Birleşik Güçlerin Çanakkale-Baykal örgüt başkanı. Bir dönem milletvekili adayı da olan Tuver, CTP Parti Meclisinin de bir üyesi.