Kayıplar Komitesi’nin Tekke Bahçesi’ndeki kazıları esnasında beş kişilik bir mezarda kalıntıları bulunan İhsan Güven Salih’in kızı Hatice Özboranlar anlatıyor…
Tekke Bahçesi kazılarında beş kişilik bir mezarda bulunan ve DNA testleriyle kimliklendirilerek ailesine yeniden defin için dönüş süreci başlayan İhsan Güven Salih’in kızı Hatice Özboranlar’la röportajımızın son bölümü şöyle:
SORU: Kaçtığınızda Kaymaklı’dan henüz küçük kardeşiniz yoktu…
HATİCE ÖZBORANLAR: Evet… O, 65 doğumludur, o bu tarafta doğdu yani, Lefkoşa’da.
SORU: Küçük Kaymaklı’dan kaçtığınızda babanız neredeydi?
HATİCE ÖZBORANLAR: Babamı esir almadılardı, işte olduğu için… Bizi esir aldılardı, annemle bizi.
SORU: O esir alınıp Cikko Medohi’ye götürülen gruptaydınız, 800 kişi falan…
HATİCE ÖZBORANLAR: Ben onu hatırlamam yani… Annem “İşte orada hasta oldunuz” falan der yani… “Guru guru ekmekcik yerdiniz” derdi, anlatırdı bize daima…
Annem hayattadır, İngiltere’ye gider gelir, çocuklara gider… Şekeri var, gözünden rahatsızdır diye orada tedavi ettiririk kendini.
SORU: Kaymaklı’dan göçmen olduktan sonra nerede yaşadınız?
HATİCE ÖZBORANLAR: Çağlayan’da Yorgozlu apartmanı var ya, biz 74’e kadar orada oturduk. Ondan sonra da babam şehit olunca, Kızılbaş’ta bu evi verdiler bize, buraya geldik, burada da kaldık, bir yere gitmedik.
SORU: 1974’te Doğruyol’daydı babanız…
HATİCE ÖZBORANLAR: Evet…
SORU: 20 Temmuz’u 21 Temmuz’a bağlayan gece mi öldürüldü?
HATİCE ÖZBORANLAR: Bize 22’sinde öldü dediler, bilemem o kadarını. Hiçbir şeyini görmedik. Yani bize en ufak bir eşyası verilmedi. Son işte geçen hafta o kızcık geldi, psikologtur galiba, Ziliha Hanım… Geldiğinde gösterdi bize, “Üzerinde iç çamaşırı, palaskası, çorabı falan bulundu” dedi, “başka bir şey bulunmadı” dedi, “saat falan yoktu” dedi.
Çantası falan vardı ama artık o savaşta onları düşünecek halde değilsin. Arabası vardı…
SORU: Arabası da gitti… Arabası neydi?
HATİCE ÖZBORANLAR: Volkswagen idi… Ama tabii bombalar atıldı, araba mı kalır yukarıda? Veya bilemem artık, “ganimet” mi oldu, ne oldu? Bilemem o kadarını artık…
SORU: Büyük olasılık “ganimet” olmuştur… Plakasını hatırlar mısınız? Ne renkti?
HATİCE ÖZBORANLAR: Böyle krem rengiydi. Yani arabasının anahtarı, saati… Anneme sordum geçen gün da, yığınlarla eşyalar varmış hastanelerde, “Gittik, baktık” der “ama içinde hiçbirşey görmedik, bulmadık…”
Annem çok iyi hatırlar, gittiğinde giydiği gömleği, herşeyini çok iyi hatırlar o… O, eşi tabii, biz küçüktük… Çünkü bakma, bazı şeyler de insanın hafızasına çok iyi yerleşir. Ama bana dersan “Ne giyerdi, ne ederdi?”, hatırlamam.
SORU: Tekke Bahçesi’nde üstünde adının yazılı olduğu bir mezar vardı ama oradan çıkmadı… Beş kişilik bir mezardan çıktı…
HATİCE ÖZBORANLAR: O açılmadı zaten… Evet, beş kişilik bir mezardan çıktı… Ben dilekçe yaptım… O zaman da zaten ilk gömüldüklerinde, beş kişilik mezardı, biz hep oraya giderdik sürekli. Ondan sonra sordular bize, “Boğaz’a sevkedilecek bir kısmı” dedi, “ister misiniz?” Ben dedim “Hayır, istemem ben...” Ben gene istemem… Ben Tekke’deki şehitlikte olsun isterim çünkü bana yakın olan odur, ben sürekli gitmek isterim. “Tamam” dediler, yani hiç itiraz etmedilerdi o zaman. “Açtık” dediler, ilk İbrahim Ramadan falan beş kişilik mezarda, sonra tek tek, tek tek mezara koymuşlar. O mezarlarda biri var mı? Boş mu? Allah bilir, değil mi?
SORU: Kazsınlar o mezarları ve baksınlar kim var içinde…
HATİCE ÖZBORANLAR: Verdim ben, dilekçe verdim. Cuma’ydı bana geldiğinde psikolog, o saat kağıt kalem yoktu. Ben Pazartesi dilekçemi yazıp götürdüm, verdim.
SORU: İyi ettiniz…
HATİCE ÖZBORANLAR: Kabul ederler, etmezler, onu bilemem. Ama bir mezarlığa gittiğinde iki tane aynı isimde ölü görmek çok hoş bir şey değil, değil mi? Güvenin sarsılır yani…
SORU: İlk nereden bilirdiniz ki beşi bir arada gömülüdür?
HATİCE ÖZBORANLAR: Mezarın üstünde beş kişinin adı yazardı. Mezarın üstünde beş isim vardı, İbrahim Ramadan, babamın adı, üç kişi daha, onların isimlerini hatırlamam, yalan söylemem.
SORU: Tahmininiz ne zaman dediydiler size “Bu beş kişilik mezarı açacayık da taşıyalım” diye? 80’li yıllar mıydı? 90’lı yıllar mıydı?
HATİCE ÖZBORANLAR: Vallahi ne zaman olduğunu hatırlamayacağım, o zaman hani büyük bir kısmını Boğaz’a gömdülerdi, bir da mezarlığa da gömüldülerdi – o dönemdi ama ben hatırlamam tarihini… Ha annem olsa buraşta şimdi, bütün tarihleri hatırlasın, söylesin ama ben tarih unuturum… Ama bayağı bir zaman geçti üstünden, dediğiniz gibi belki da 90’lı yıllardı…
SORU: Yani mezarı yapılmıştı ve beş isim yazardı üstünde, bunu hatırlarsınız siz…
HATİCE ÖZBORANLAR: Tek mezardı o zaman, üstünde beş tane isim vardı tek mezarın, onu çok iyi hatırlarım. Hatta ondan sonra haber verdiler bize “Ayırdık” diye – biz gittiğimizde babamın ayrı mezarı, yanında da hep öbür arkadaşlarının mezarı vardı. Ama şu anda mezarlarda kim var? Herhalde boş mezarı da bırakmadılar, değil? Ben şu anda yalan yorum yapmak istemem – belki orada da isimsiz biri var, yazık, günah değil mi zaten, değil?
SORU: Tekke Bahçesi’ne “kayıplar”ı da gömdükleri için, allem-kallemdir orası…
HATİCE ÖZBORANLAR: Yani ben suçlamam da… Çünkü o savaş halinde o zaman 13 yaşındaydım, çocuk halimle çok iyi hatırlarım, böyle kamyonlar dolusu ölüler gelir geçerdi… Benim anneannem da orada Aşçı Mustafa vardı, orada çalışırdı. Ve o polisin önünden geçerken ben çok iyi hatırlarım. O kadar ölüyü nereden ayıracan da gömecen da… Zaten bir aile çağırmayınca tanısın, değil mi? O zaman DNA da yoktu… Neydi olacak olan?
SORU: Belki da babanızın naaşını getirdiklerinde siz gördünüz ama bilmediğiniz için…
HATİCE ÖZBORANLAR: Zaten o kadar ölüyü nereden hatırlayacan? Ama tabii o zaman yanında olan arkadaşları vardı, o zaman sağdılar, onlar dedi ki “Öldü” dedi. Annem bir ara inanmazdı, “Öldü mü bakayım? Belki kayıptır” derdi… Gözünle görmeyince inanman değil mi?
SORU: Aradı mıydı anneniz kendini?
HATİCE ÖZBORANLAR: Çok, çok aradılar… Çok… Meliha abaynan beraber… Meliha aba da annemin çok iyi arkadaşıdır… Çok aradılar ama hiçbir şey yapamadılar. Size dediğim gibi annem aradı, anahtar bulamamışlar, saat, hiçbir şey… Zaten bulunsa, evde olacak.
SORU: Şimdi beklersiniz, kardeşçikleriniz hem anneniz gelsin Londra’dan ki cenaze töreni yapabilesiniz…
HATİCE ÖZBORANLAR: Evet, kızımla damadım da gelecek, torun falan, onlar yurtdışındadırlar da ona göre defnedeceyik.
Tekke Bahçesi’ne defnedeceyik. Ben söyledim zaten, tamam dedi kız…
Benim tek istediğim… Kıza da söyledim, “Mantıklı söylen” dedi bana. Şimdi Tekke Bahçesi’ne ziyarete gittiğimde, bu benim babam, o yandaki kim? İki tane mezar, aynı isimde, aynı yerde, güzel olmaz değil mi? Yani oraya Avrupa Birliği da, gazeteciler da gelecek herhalde bitinca herşey… Vallahi bana gülmeyecekler, onlara gülecekler… Ben gömmedim…
SORU: Zaten bu mezarı da ortaya çıkarabilmemizin nedeni, Önder İbrahim’in, aynı adamın bir mezarı da Boğaz Şehitliği’nde vardı… İlkten Boğaz Şehitliği’ne gömüldüydü o… Ailesi saatini falan aldıydı… Dikomo’dadır ailesi, konuştuyduk onlarla… İşte Ülfet Canseç, “kayıp” babası İsmail Bekir’i ararken çok uğraştı. O dönem Boğaz’da savaşta ölenlerin gömülmesinden sorumlu olan kişinin adını bulduk, ona gitti, konuştu… Öğrendi ki Önder İbrahim’in mezarında olabilir “kayıp” babası ve çok uğraştı kazılsın diye… Çok uğraştı, kavgalar etti…
HATİCE ÖZBORANLAR: Çok iyi etti, Allah razı olsun ondan…
SORU: Tekke Bahçesi’ndeki “kayıplar” için kazı yapılırken, özel Bakanlar Kurulu kararıyla bu mezar da kazıldı ve beş kişi çıktı işte bu mezardan… Ayvasıl’dan getirilenler de allem kallemdi, hiç isimler tutmazdı, artı “kayıplar” da Tekke’ye gömüldüydü, “Ayvasıl” adı altında… Mesela Hüseyin Ruso çıktı oradan, “Hüseyin Yalçın” adı altında!
HATİCE ÖZBORANLAR: Ben Londra’daydım o zaman ve okudum, ne alaka, değil?
SORU: İşte bu “Önder İbrahim” yazılı mezar kazılınca çıktı beş kişi, aralarında babanızın da olduğu…
HATİCE ÖZBORANLAR: İnşallah üstünde babamın adı yazan mezarda da var biri ve o da bulunur ve ailesine verilir…
SORU: Nasıl bir insandı babanız?
HATİCE ÖZBORANLAR: Babam çok iyi bir insandı… Ben çok iyi hatırlarım da küçük kardeşim hiç hatırlamaz… O küçüktü, dört yaşında…
Bizimle çok ilgilenirdi, zaten kültürlü bir insandı. Herşeye götürürdü bizi… Bizi yemeğe götürürdü, denize, Trodos’a… Her yere giderdik.
En çok Anibal’a giderdik, denize da Altıbuçuk mil vardı, hep oraya giderdik… Çadır kurardık böyle, her Pazar giderdik muhakkak… Çok güzel günlerimiz geçerdi… Ondan sonra insanın hayatı darmadağın olur…
SORU: En çok hangi yemeği severdi, onu hatırlar mısınız?
HATİCE ÖZBORANLAR: Vallahi rahmetli nenem kendine dolma yapardı kendine, bir da tavukla pilav… Onları çok severdi.
SORU: Tavuksuyuna yapardı herhalde…
HATİCE ÖZBORANLAR: Tavuk kaynatırlardı eskiden ya da suyuna pilav yaparlardı…
SORU: Biz da hala öyle yaparık…
HATİCE ÖZBORANLAR: Rahmetlik nenem da öyle yapardı, çok güzel dolma da yapardı bize… Et dolması yani… Oğlu ölünca hasta oldular, öldüler onlar da…
SORU: Başka neyle ilgilenirdi?
HATİCE ÖZBORANLAR: Gençlik Gücü kulübüne giderdi, ava mava meraklı değildi babam.
SORU: İbrahim Ramadan kurucusuydu zaten Gençlik Gücü’nün…
HATİCE ÖZBORANLAR: Çok ahbapmışlar, annem da zaten Meliha abaynan çok samimiydi, aynı mahallede büyümüşler galiba Meliha abaynan, Çağlayan’da, orada… Onun için arkadaştılar çok… Artık herkesin çocukları büyüdü, herkesin evi yeri… Herkes dağılır…