Simge Çerkezoğlu
İlke Susuzlu genç bir tiyatro sanatçısı, ayrıca tiyatrocu bir ailenin çocuğu… “Tiyatro benim için doğmadan başladı, genlerime kodlandı” diyerek dünyaya geldiği andan itibaren nasıl tiyatronun içinde yer aldığını gururla anlatıyor. Her ne kadar son yazdığı, yönettiği ve kendisinin de rol aldığı ‘Tumarhana Cumhuriyeti’ isimli oyununu konuşmak üzere bir araya gelsek de bu sohbetle onu, Mağusa Sanat Tiyatrosu’nu ve Mağusa’da tiyatro denince akla gelen Susuzlu ailesini de konuşuyoruz.
“TİYATRO KANIMA GİRDİ”
Tahmin etmesi zor değil aslında… İlke, tiyatrocu bir aileden gelme şansına sahip, tiyatronun içine doğan bir sanatçı. Doğumu ile başlayan ve bu günlere gelen tiyatro serüvenini memnuniyetle anlatıyor.
“Çocukluğumda babam, Alper Susuzlu, Maraş Emek Tiyatrosu’nun başındaydı. Mağusa’da gençler bu sayede tiyatro ile tanışıyordu. Tiyatro şehrimizde böyle başladı ve bu günlere geldi. Ben de çocukluğumu hep bu tiyatroda geçirdim. Oyuncaklarım, aksesuarlar ve kostümler oldu. Böylece tiyatro kanıma girdi. Vazgeçilmezim oldu, yaşam enerjisine dönüştü. Şu anda da yaşamımın kendisi oldu. Elbette babamın bunda büyük katkısı oldu. Henüz on iki yaşımda profesyonel olarak sahneye çıkmaya başladım. İlk sahneye çıkışım ise altı yaşında bir çocuk oyunu ile başladı. Üniversitede öncelikle Türkoloji okudum. Daha sonra İngiltere’de tiyatro eğitimi alarak, Ankara’da Hacettepe Üniversitesi’nde Karagöz ve Hacivat Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptım. Akademik anlamda da kendimi geliştirdim. ”
Ülkenin şartları sanat ve tiyatro yapmak için çok da elverişli olmasa da İlke bundan hiçbir zaman pişmanlık duymadığını ve gocunmadığını söylüyor.
“Ambargolar ve sansürler altında yaşıyoruz. İnsani yönden pek çok hakkımız elimizden alındı. Sesimizi ne sporla ne sanatla duyuramıyoruz. Ancak inanıyorum ki bizlerin yaptıkları bir şekilde gelecekte birilerine ışık olacaktır. Yapılan hiçbir şey boşuna değildir. Son yıllarda tiyatro konusunda çok iyi yerlere geldik. Belediye ve özel tiyatrolarımız pek çok oyunlar sergiliyor. Dünya bizi tanımasa da biz bir yerlerde yaşayan insanlarız ve toplumumuz için bir şeyler yapmalıyız diye düşünmekteyim. Benim için tiyatroda esas olan kendi halkım, kendi kültürüm ve kendi dilim. Bunu babamdan öğrendim ve hiç unutmadım. Yapacağımız her şey sonuçta topluma dönük, onun sesi olmak zorundayız. Bu nedenle Mağusa Sanat Tiyatrosu’nda kendi yazdığımız oyunları sahneliyoruz.”
Konumuz Mağusa Sanat Tiyatrosu’na gelmişken özel bir tiyatro olarak nasıl bir var oluş mücadelesi verdiklerini de konuşuyoruz. İlke bunu anlatırken adeta gözleri parlıyor. Yüzü hep gülüyor.
“Mağusa Sanat Tiyatrosu dokuzuncu yılını geride bıraktı. Biz bir özel tiyatroyuz, alternatif bir tiyatro olarak ortaya çıktık. Ülke koşullarında yardımsız desteksiz kendi yağımızla kavrularak tiyatro yapmamız gerçekten çok zor. Tüm zorluklara oyuncu kadromla birlikte göğüs geriyoruz. Yanımda çok güçlü ve deneyimli oyuncular var. Onlarla bir aileyiz. Seyirci de tiyatroda kendini görmek, kendine uzanmak ister. Mağusa Sanat Tiyatrosu’nda bunu gerçekleştirmeye çalışıyoruz ve daha çok komedi oyunları oynuyoruz. Bu bağlamda da seyirciden gelen reaksiyon bizim için ayrıca önemli oluyor. İşimizin ödülü bu, dünyada ve bu ülkede yaşarken, birkaç saat de olsa insanlara başka şey düşündürüp, onları tiyatro ile güldürüyoruz. Bizim diğer tiyatrolardan farkımız, kendi oyunumuzu kendi dilimizle oynamamız. Sanırım kabul edilme ve bunca yıldır varoluşumuzun nedeni de bu.”
“KALEM ÇOK GÜÇLÜ BİR SİLAH”
Tiyatro elbette farklı boyutları olan bir sanat dalı, İlke bu bağlamda oyun yazan, yöneten ve zaman zaman bu oyunlarda yer de alan bir sanatçı… Ancak gönlünü en çok oyun yazmaya kaptırdığını anlatıyor.
“İlk başta tiyatroda sadece akademik anlamda çalışmayı düşünüyordum. Ancak üniversite yıllarımda yazdığım bir oyunu sahneledikten sonra kendime sen sahada olmalısın dedim. Böylece oyun yazmaya, oynamaya ve yönetmeye başladım. Bununla da kendimi sınırlamıyorum, makyaj yapıyorum, kostüm ve dekor tasarlıyorum. Tiyatroyu bütün olarak yaşıyorum. Hayatımın kaynağı tiyatro ama yaptığım tüm bu işler içinde en çok tiyatronun yazarlık kısmından haz alıyorum. Kalem çok güçlü bir silah. Tiyatro metni yazmak çok zordur, bir matematikçi gibi hesap kitap yapmak gerekir. Fakat sürekli etrafımdaki her şeyi takip eder, gözlemlerim. Tüm bunları dağarcığımda toplar, ardından kalem ve kağıtla hayata geçiririm.”
“TUMARHANE CUMHURİYETİ LEFKOŞA’DA SAHNELENİYOR”
Tumarhane Cumhuriyeti, Mağusa Sanat Tiyatrosu’nun son oyunu. Önümüzdeki günlerde farklı şehirlerde ve Lefkoşa’da da sahnelenecek bu oyun, komedi olmasının yanında çokça dokunaklı.
“Tumarhane Cumhuriyeti bu yıl kaleme aldığım bir oyun. Aylarca zihnimde taşıdığım ve daha sonra kağıda döktüğüm bir oyun. Oyun akıl hastanesinde geçiyor. Kaybetme olgusu ile oraya düşen insanların hayatını anlatıyor. Akli dengesi bozuk, delirme noktasına gelen bireylerin neler yaşadığını sorguluyoruz. Hayatta hiçbir şey kolay değil. İnsan çok ince bir çizgi üzerinde yaşıyor. Çizginin diğer tarafına geçmekse hiçten değil. Tüm bunların altında önce kaybedilen bir şey ardından da kaybedilen umut yatıyor. Bu noktada farklı karakterleri, gerçek hikâyelerden yola çıkarak anlatıyorum. Oyunda ben de rol alıyorum. Yine bir yönetmen olarak insanları sanatla, tiyatro ile tedavi etmeye çalışıyorum. Sanatın ve özellikle de tiyatronun gerçekten insanı iyileştiren bir yanı olduğuna da inanıyorum. Mağusa’da beş temsil yaptık. Güzelyurt Tiyatro Günleri’nde de yer aldık. 9 Ocak’tan itibaren bir ay boyunca Lefkoşa’da Arabahmet’te altı temsil daha yapacağız. Şubat, Mart ve Nisan ayları boyunca farklı şehirleri dolaşmaya devam edeceğiz. Biz turne tiyatrosuyuz. Dekorumuzu sırtlayıp köy köy, kent kent gezerek insanlara tiyatroyu taşıyoruz. ”
ALAYLI-MEKTEPLİ AYIRIMI YOK
Tiyatroda eğitimi alan ve şu anda tiyatro eğitimi de veren sanatçıyla alaylı ve mektepli ayırımını da tartışmaya açmak istiyorum. İlke ise bu konudaki tavrını net olarak ortaya koyuyor. “Benim için böyle bir ayrım yok” diyor.
“Her meslekte alaylı mektepli ayrımı var. Bizim meslekte de var. Hatta tiyatrocular bu konuda biraz daha muhafazakardırlar ama bana göre hayatta her şey çalışmakla mümkün olabilir. İnsan kendini geliştirdikçe, okudukça ve ne kadar sahnede yer aldıkça kendini o kadar geliştirir. Tiyatro sahnede öğrenilir. Ast ve üst ilişkisi çok önemlidir. Senden kıdemlilerden öğreneceğin çok şey vardır. Bir tiyatrocu seyirci ile nasıl bağ kurulacağını, sahnede sesini ve mimiklerini nasıl kullanacağını esas olarak onlardan öğrenir. Benim hayatımda bu insanlar zaten hep vardı. Tiyatroyu onlardan öğrenerek akademik anlamda da kendimi geliştirdim. Ama benim kitabımda alaylı ve mektepli ayrımı yoktur. Hayatta her zaman çok çalışan kazanır. Çok çalışan her zaman yaptıklarının karşılığını alır.”