Hayatımın dört güzel yılını geçireceğim o binaya ayak bastığım o ilk günü hatırlıyorum da, kelimelerle tarif edilmesi zor bir heyecandı yaşadığım.
Yeni bir sayfa açılıyordu artık benim için.
İstanbul’un tarihi Beyazıt semtindeki bu dört katlı bina, benim geleceğim demekti.
O gün adım attığım bu binadan, bir gazeteci olarak çıkacaktım.
Giriş katındaki öğrenci işlerinde okula kaydımı yaptırdıktan sonra, merakla gezmiştim etrafı.
Giriş katında yaptığım kısa turun ardından, merdivenlere yönelip, dekanlığın bulunduğu ikinci kata çıktığımda, ilk gördüğüm, koskoca bir duvarın tümünü kaplayan, üzerinde altın rengi harflerle bir şeylerin yazılı olduğu kahverengi plakaydı.
Kafamı kaldırıp da yazının giriş kısmına bakınca, ‘Basın Meslek İlkeleri’ ile tanışmıştım.
Yani gazetecilik mesleğinin anayasasıyla…
***
Kıbrıs Türk basını bugün 125. yıldönümünü kutluyor.
Basınımızın bu uzun ve meşakkatli yolculuğu, zaman içerisinde gerek toplumsal, gerek küresel, gerekse teknolojik değişimlerin sonucu olarak sürekli yenilenen mücadele alanlarına yelken açsa da, değişmeyen şeylerden biri de basın özgürlüğü adına yürütmeye devam ettiğimiz mücadele galiba.
Her yıl dünyanın dört bir yanında onlarca gazeteci görevi başında hayatını kaybederken ve yüzlerce gazeteci yazdıkları ya da söyledikleri yüzünden hapse atılırken, özgür bir basından söz etmek pek anlamlı olmasa da, bu vesileyle, en azından özgür bir basının gerekliliğini bir kez daha vurgulamak sanırım önemli.
Tüm dünyadaki meslektaşlarımız gibi biz Kıbrıslı Türk gazeteciler de kendi ülkemizde görevimizi ‘gerçek’ bir özgürlük alanında ifa edebileceğimiz ortamın oluşabilmesi için mücadeleyi sürdürüyoruz.
Ancak bu mücadele sürerken, dikkat çekmemiz gereken bir diğer önemli konu da şüphesiz, düşünce ve ifade özgürlüğü talep ederken, görevimizi, basın meslek ilkelerini göz ardı etmeden yerine getirmemizin gerekliliği.
Kuzey Kıbrıs’ta gerek yasalar, gerekse uygulamalar açısından basının ne kadar özgür olduğunu tartışaduralım, mevcut özgürlükler kullanılırken biz gazetecilerin etik değerlere ne oranda bağlı kaldığımızı da samimiyetle değerlendirmemiz gerekiyor.
***
Üniversiteye ayak bastığım o gün, büyük bir gururla okuduğum basın meslek ilkelerinin, pratikte nasıl da basın meslek ‘İLKELLERİ’ne dönüşebildiğini öğrenmem çok uzun sürmedi:
• Patron ve öngördüklerinin dışında kimsenin ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeyi ve dini inançları bizi bağlamaz.
• Haberin yalan da olsa, itiraf etme. İtiraf imaj götürür, iftira tiraj getirir.
• Kişilerin özel hayatı gazeteciler dışında kimseyi ilgilendirmez.
• Yanlış haber doğru haberden, yalan haber ise her ikisinden daha iyidir.
• Haber değeri olmayan yatak odasına girme, zaman kaybedersin.
• Kalemini gerekirse kır, asla satma! Kirala, daha çok kazanırsın.
• Aksi gazeteyi tatmin edene kadar herkes suçludur.
• Haber kaynağının gizliliği, pazarlığa tabidir.
• Herhangi bir suçun en kestirme faili, objektife en yakın kişidir.
• Kansız haber cansız haberdir. Yanında can çekişen baban bile olsa, önce resmini çek, sonra hastaneye götür. Eğer bu bir kadınsa, deklanşöre basmadan önce eteğini sıyırmayı unutma.
• Önce as, sonra yargıla. Haber elinde patlayabilir.
Bazılarını sizlerle paylaştığım bu İLKEL gazetecilik jargonu, ilk anda gülümsetiyor bizi.
Oysa bunun adı tam da ağlanacak hallere gülmek aslında.
Paylaşıyorum, bizleri biraz utandırması, biraz da düşündürmesi umuduyla...
Günümüz kutlu olsun!