Normalde alışkın olduğumuzun aksine, imar planları bugünlerde kamuoyunun gündemine ciddi anlamda oturdu. Bu da bana gerçekten mutluluk verdi çünkü ülkemizde siyasi merciler teknik konularda karar verirken, özellikle de hiçbir tartışma olmadan bunu yapıyorlarsa, ciddi anlamda bilinçsizce karar verme yönünde eğilim gösteriyorlar.
Bunu sadece siyasette geçirdiğim sürede deneyimlemedim. Bunu geçtiğimiz yıllarda Ülkesel Fizik Plan onaylanırken KTMMOB, Ticaret Odası, Belediyeler Birliği, Üniversiteler ve STÖ’lerden oluşan çalıştay tarafından atanan 5 kişilik ÜFP Rapor Komitesinde 111 saat çalışmış bir mimar olarak söyleyebilirim.
O bilirkişi komitesinde hazırladığımız ve hükümete verdiğimiz bir rapor vardı. Kısaca 55/89 İmar Yasası'nın değişmemesi halinde Ülkesel Fizik Planın başarıya ulaşma şansının olmayacağını söylemiş ve imar yasasının değişmesi için öneride bulunmuştuk.
O gün henüz partinin genel sekreteri olan Tufan Erhürman’ı, Muhtar Yusuf Galeria’daki ofisinde ziyaret etmiş ve meclis yaz tatilinden sonra adım atma konusunda güven verici sözler dinleyerek ayrılmıştık.
Bugün maalesef aynı sakat imar yasası ile planlar hazırlamak macerasına girmiş bulunmaktayız. Ve maalesef bu süreçlerde tecrübeli olan insanlar, bu çocuğun sakat doğacağını bildikleri için biraz tahammülsüzlükle ve biraz da hayal kırıklığıyla isyan ediyorlar.
Tabii, bugünkü köşe yazımı Ülkesel Fizik Planı üzerine 111 saat çalışmış bir bilirkişi olarak değil, 6 yıl boyunca bu ülkenin en kurumsal ve en büyük belediyesi olan Lefkoşa Türk Belediyesinde Teknik İşler & Kentsel Tasarım Komitesinin Başkanlığını yapmış bir mimar olarak yazacağım.
Sosyal medyada benimle arkadaş olan pek çok okurumuz bilecektir ki ben bu adanın güneyini olabildiğince gezmeye ve kamuda bizden daha iyi olan yaklaşımlarını, mekanlarını ve şehirlerini incelemeye özen gösteriyorum. Çünkü mimarlık, yönetim ve planlamanın çoğunlukla gözlem ve araştırma ile gelişeceğine inanıyorum.
Özellikle güneydeki birçok şehirde yaptığım gözlem, şehir merkezlerinde yapılaştıkları ve arada kalan bölgelerde ise yapılaşmayı kısıtladıkları yönündedir. İnanıyorum ki bizim de artık iş işten geçmeden önce karar vermemiz gereken yön bu olmalıdır.
Girne’de Lapta’dan Bellapais’e kadar, Lefkoşa’da ise Alayköy’den Mesarya’ya kadar iki katlı beton örtü ile tüm toprağı örtmemiz büyük bir sorundur. Bu beton örtü maalesef şehir merkezlerinde toprağın pahalı olması ve imarın bu pahalılığı karşılayamamasından dolayı yaşanır.
Şehir merkezdeki bir bölgede yükselmek yerine şehir yana doğru patlar ve ciddi anlamda altyapı sorunları yaşanmaya başlanır.
Bu altyapı sorunlarını 6 yıllık LTB Teknik Komite Başkanlığı tecrübemle burada ele almaya çalışacağım:
1.KANALİZASYON
Bir şehir ne kadar yanlara doğru büyürse, o şehrin kanalizasyon altyapısını tamamlamak o kadar zorlaşır.
Bugün Lefkoşa’nın Hamitköy Bölgesinde henüz kanalizasyon yokken, artık şehir Alayköy ve Mesarya’ya doğru büyümeye devam etmektedir.
Girne’de ise Lapta’dan Bellapais’e kadar olan bölgenin kanalizasyona bağlanması on yıllar boyunca pek mümkün değildir.
Halbuki dikey büyümede kanalizasyon altyapısı, halihazırda mevcut olan şebeke ile karşılanır.
Mesela Lefkoşa’nın Merkezi İş Alanı (MİA) olan Dereboyu Caddesinde halihazırda kanalizasyon altyapısı vardır.
Bu bölgenin yükselmesi halinde ekstra altyapı ihtiyacı ortaya çıkarsa bile, maliyeti diğer bölgelere göre yok denebilecek kadar azdır.
2. SU ŞEBEKESİ
Su şebekesi de kanalizasyona benzer bir şekilde çalışmaktadır.
Merkezde yoğunlaşan gelişmeleree belediye her zaman daha kolay hizmet verir ve daha kolay altyapı götürebilir.
Yukardan bastırdıkça yanlara doğru patlayan şehirlerimizde ise hizmet ve altyapı eksikliği daha fazla görülür.
3. ELEKTRİK
Bu altyapı örneği için şehirlerdeki MİA bölgelerine odaklanmamız daha doğru olacaktır.
Özellikle Lefkoşa’nın MİA’sı olan Dereboyu Caddesine bir bakalım. Bu caddede son birkaç yılda pek çok konut, kullanım değiştirerek ticariye dönmüştür. Bu binalar halihazırda inşa edildiğinden bölgenin elektrik altyapısına yük oluşturur.
Bölgede son dönemde yapılan 4 yeni binadan 3’ü kendine ve caddeye altyapı sağlayacak trafoları inşa ederek Kıb-Tek’e devretmiştir.
Yani kısacası yeni binalar yapılırken hem kendilerini, hem de bölgeyi besleyecek elektrik altyapısını sunarak inşa edilir.
4. OTOPARK
Yine MİA örneğinde Dereboyu Caddesine bakacak olursak, bu sokakta sadece yeni inşa edilen binaların kendine yetecek sayıda otoparkı olduğunu görürüz.
Pek çok konuttan ticarete çevrilmiş bina maalesef müşterisine otopark sunmak konusunda yetersiz kalmaktadır.
Halbuki yeni inşa edilen yapılar regülasyonlara göre kendi otoparkını sunmakla yükümlüdürler. Bu da bölgede otopark ihtiyacı çıkmasını engeller, otopark sorununu rahatlatır.
5. TRAFİK
Yüksek binalar ile ilgili en büyük yanılgımız trafiği arttıracakları yönündedir.
Halbuki Lefkoşa ve Girne’deki trafik sıkışlığının niceliğine bakacak olursak bu yanılgımızı fark etmemiz kolaydır.
Bu şehirlerde trafik genelde işe giriş ve çıkış saatlerinde tıkanır. Bunun da olduğu bölgeler şehre giriş ve şehirden kaçış güzergahlarının olduğu ana caddelerdir.
Yani Alayköy, Yenikent, Hamitköy, Mesarya’daki Köyler, Lapta, Alsancak ve bunun gibi şehirlerin banliyölerinde yaşayan vatandaşlar, şehre giriş çıkışlarında trafiği düğümlemektedirler.
Ve banliyöde yaşama, şehir merkezinden daha ucuz oldukça trafiğik sorunumuz artmaya devam edecektir.
Bu yüzden merkezde yükselmek, özellikle de konut işlevli dairelerin inşa edilmesini teşvik etmek, bir şehirde trafiği azaltmanın birincil yoludur.
Burada kısaca bahsettiğimiz altyapı sorunlarının hepsi merkezde yapılacak akılcıl politikalarla çözülebilir. Çünkü altyapı ve belediyecilik ile ilgili en büyük kabus, siz daha hizmet götüremeden şehrin daha da büyümesi ve genişlemesi olarak tanımlanabilir. Bunun farkında olan çoğu çağdaş ülke merkezde yükselmeyi teşvik etmiş ve yana büyümeyi durdurmuştur.
Biz de artık kendimize çeki düzen vermeli ve şehirlerimizi, altyapısını karşılayabileceğimiz şekilde geliştirmenin çaresini bulmak zorundayız.