Bir haftadır yoğun bir şekilde gündemimizde su konumuz var. Tartışmaların odağı ise belediyelerin kamu özel ortaklığında suyu nasıl işleteceği ve bu yetki eksiliğinde durumlarının ne olacağı yönünde.
Tabii bu tartışmalar sırasında unutulan çok önemli bir nokta daha var. Aslında ülkemizde gerçek anlamda belediyecilik yapan belediyemiz yok. Daha açık söyleyecek olursak, yerel yönetim olarak nitelendireceğimiz belediyecilik hiçbir belediyemizde yapılmıyor, yapılamıyor.
Bu söylemimin haksızca yapılan ‘belediyelerimiz beceriksizdir’ söylemi ile alakası yoktur. Çünkü ülkemizde gerçek anlamda belediyeciliğin yapılamamasının nedeni kabiliyet eksikliği değil, yasal olarak verilmeyen yetkilerdir.
İki yıl kadar önce Lefkoşa Türk Belediyesi'nde Türkiye’deki büyükşehir belediyelerinden birinin üst kademe yöneticileri ile toplantı yaptık. Toplantıda bizim amirlerimiz belediyenin sıkıntılarından bahsediyor ve durum analizi yapıyordu. Hasbelkader benim de katılmış olduğum bu toplantıda belediyelerin imar planı yapmakta yetkisi olmadığı bilgisini verdim. Bu bilgi karşısında misafirlerimizin şaşkınlık içerisindeki yaptıkları yorum hâlâ kulaklarımda çınlar: “Siz imar planı yapamıyorsanız eğer kenti yönetemiyorsunuz. Sadece altyapı oluşturmanıza ve çöp toplamanıza izin veriliyor demektir bu. Bizde belediyenin imar komitesi en önemli komitedir.”
Evet, tam olarak da yapabildiğimiz buydu aslında. Belediyelerimiz kentlerimizi tasarlamıyor, planlamıyor veya yönetmiyor. Büyümesini kontrol edemiyor. Hangi bölgede ticaret, hangi bölgede konut olacağına karar veremiyor. Altyapı ve trafiğini buna göre oluşturamıyor. Aslında kentle ilgili neredeyse hiçbir önemli konuda söz hakkı yok belediyelerimizin.
Peki, kim yapıyor bu tasarlamayı, planlamayı ve yönetimi? Merkezi hükümetin altında kurulmuş bir dairemiz. İmar yasasına göre tüm kentlerin imar planlarını yapma yetkisi İçişleri Bakanlığı altındaki Şehir Planlama Dairesi'ne bağlanmış. Durum böyle olunca da hükümete gelen partiler imar planları, emirnameler, çevre planları konusunda mutlak yetkilere sahip olmuşlar.
Bu mutlak yetkilerin tehlikesine Girne’deki durum örnek gösterilebilir. 2011 yılında Girne kentinin güzelliğini düşünmeyen bir bakan, bu şehir artık 10 katlı olsun demiş. E tabii dairenin müdürü de hükümet tarafından atanmış bir bürokrat olduğu için imzalayıvermiş bu emri. 2016 yılında çevre konusunda duyarlı bir İçişleri Bakanı gelene kadar da 10 kat olarak kalmış bu bölge. Yarın başka bir bakan gelir belki, yine 10 kat olur, hatta 20, belki de 30…
Tabii bu dünyadaki örneklere baktığımızda bu yetkiler merkezi hükümet yerine yerel yönetimlere verilmiş durumda. Verilmesinin sebebi ise aslında demokratik ilkeler.
Güzelyurt’ta yaşayan bir vatandaş olduğunuzu varsayalım. 50 kişilik parlamentoda 6 kişilik vekil için oy kullanma hakkınız var. Doğal olarak herhangi bir kurulan hükümetteki etki oranınız %12’ye denk geliyor. Bu parlamentonun belirleyeceği hükümet bir içişleri bakanı seçiyor. Bu içişleri bakanı ise Güzelyurt bölgesine de imar planı yapmaktan sorumlu olan bir daire müdürü atıyor. Böylesi bir sistemde Güzelyurtlu vatandaşın kendi yaşadığı kente yapılacak imar planında söz hakkı yok denecek kadar az.
Bu yetki ilgili belediyenin meclisinde olduğunda ise durum farklı. Bir Girneli, bir İskeleli, bir Mağusalı kendi imar planında %100 etki hakkına sahip oluyor. Bu yetki sivil toplum örgütleri denetiminde belediye meclislerine verildiği hallerde ise yozlaşma azalıyor. Güç tek bir bakan yerine geniş bir belediye meclisine dağıldığı için 10 kat gibi keyfi uygulamalar engellenebiliyor.
Hizmetlerine göre, altyapısına göre, emlak geliri beklentisine göre veya kentin ihtiyacına göre 4 yılda bir imar değişikliklerine gidebiliyor belediyeler bu sistemde. Belediye meclisi belli bir bölgedeki ticareti artırmak, diğer bir bölgede konut ihtiyacını karşılayacak kentsel dönüşüm projeleri yapmak veya kirli sanayiyi uygun bölgelere kaydırmak gibi adımlar atabiliyor. Böylece tam anlamıyla kenti tasarlayan, planlayan ve yöneten bir konuma geçebiliyor.
Maalesef bizim belediye ve imar yasalarımız gerçek anlamda belediyeciliğe henüz izin vermiyor. Üzerine ne gibi yük bineceğini hesaplayamadan koyduğumuz altyapılar yetersiz kalırken, ulaşımı tasarlayamadan verdiğimiz ticari izinler trafik sıkıntısı arttırmaya devam ediyor.
Dünyadaki su idarelerinde kamu özel ortaklığına örnekler varken, imar yetkisi olmayan yerel yönetimlere rastlamak zor. Dahası imar yetkisi olmayan belediyelerin gerçek anlamda belediyecilik yapıp yapmadığı ise sorgulanır durumda. Özellikle bugün yerel yönetimlerin önemini savunuyorsak, artık imar revizyonunu da tartışmamızın zamanı geldi. Çünkü ancak bu tartışma ile belediyelerin gerçek anlamda kenti tasarladığı, planladığı ve yönettiği kentlere kavuşabileceğiz.