Uzaktan bakılınca, incir çekirdeği büyüklüğünde bir görüntüsü vardır muhtemelen Kıbrıs sorununun.
Dünyanın bin bir köşesinde onca büyük meseleler varken hele de.
Milyonlarca insan açlıktan, susuzluktan ölürken, sağlık hizmeti alamadığı için hayatını kaybederken...
Ortadoğu’da İsrail-Filistin sorunu devam ederken...
Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da kan akarken...
Suriye sancılar içinde kıvranırken...
Sudan’da, Darfur’da, Keşmir’de, Somali’de insanlar gün yüzüne hasretken...
Yakın geçmişte Orta Afrika’da akıl almaz soykırımlar yaşanırken...
Balkanlar’da harita bir savaşla baştan aşağı değişirken...
Ve su kaynakları giderek tükenirken...
Karbon dioksit salınımı, sera gazları yakın gelecekte dünyayı yaşanmaz bir yer hale getirmeye adayken...
Dünyanın bin bir köşesinde bütün bunlar yaşanırken, uzaktan bakılınca incir çekirdeği büyüklüğünde bir görüntüsü vardır muhtemelen Kıbrıs sorununun.
Ama gelin görün ki biz 50 küsur senedir bu incir çekirdeğiyle uğraşaduralım, bugün hâlâ bir adım öteye geçmeyi başaramadık.
Mart 2014’te referandum hedefi işaret edilen sözde yeni sürecimiz bile bir türlü başlayacak zemini bulamıyor.
Süreci başlatacak ortak açıklama metni konusunda tıkanıklık yaşanıyor.
Peki bir ‘başlangıç’ niteliğindeki açıklama metni üzerinde dahi bir orta yol bulmayı başaramazken, nasıl olacak da referanduma sunulacak kapsamlı bir anlaşma metni üzerinde uzlaşabileceğiz?
Doğrudur, sorun bekledikçe kendi içinde karmaşıklaştı.
Anlaşmazlık unsurları daha bir çetrefil hale geldi.
Peki ama bunun sorumlusu kim?
Ta en başında, halihazırda bu sorunu yaratanlardan başkası değil.
Sorunu yaratanlar, doğurdukları bu ‘ihtilaf’ çocuğunun büyüyüp gelişmesi için ellerinden geleni artlarına koymadılar.
Ayrılığı her gün biraz daha körüklediler, durumu sokaklardaki insanların gözünde meşrulaştırabilmek adına her türlü siyasi, sosyal ve ekonomik argümana başvurmayı ihmal etmediler.
Şimdi de herkes kendi köşesinde oturup, ‘sorun çok çetrefil hale geldi’ diyerek Demokles’in kılıcının gölgesini başlarından çekmeye uğraşıyor.
Sanki sorunu çetrefil hale getiren kendileri değilmiş gibi!
Yumağı dolarken iyiydi de, iş çözmeye gelince mi zorumuza gidiyor?
***
Uzlaşı kültürümüz yok maalesef.
Ne biz Kıbrıslı Türkler’de, ne de Kıbrıslı Rumlar’da.
Tarafların kafasındaki ‘uzlaşı’ modeli, ‘istenileni almaya’ programlı.
Oysa uzlaşı, almaktan çok vermekle ilgili.
Vereceklerinizin karşılığında, ‘uzlaşıyı’ satın alacaksınız çünkü.
Türk Dil Kurumu’nda, ‘uzlaşmak’ kelimesinin anlamı aynen şöyle tanımlanıyor:
“Aralarındaki düşünce veya çıkar ayrılığını, karşılıklı ödünlerle kaldırarak uyuşmak, karşılıklı anlaşmak ve mutabık kalmak”!
Bakın TDK da, almaktan değil, vermekten bahsediyor ne hâl hikmetse.
Oysa Kıbrıs’ta genel temayül, ‘falanca şeyi almadan olmaz’ ekseninde.
***
Kıbrıs Rum tarafı federasyonu mümkün olduğunca üniter devlet seviyesine çekme çabasında...
Kıbrıs Türk tarafı ise tam tersine, merkezi değil parçaları daha güçlü bir yapının, yani aslında birleştirme kapasitesi fiiliyatta pek mümkün görünmeyen bir yapının savunucusu.
Peki böylesi pozisyonlar, nasıl olacak da ortada buluşacak?
Ama dedik ya, daha süreci başlatacak ortak açıklama metninde bile uzlaşılamıyor ki!
Ne de olsa bizim incir çekirdeği büyüklüğünde, ‘kocaman’ bir sorunumuz var.
Uzlaşmak kolay mı?