Erhan Öze
Kıbrıs Türk toplumunun “bağımsızlığını” üretecek olan sıradışı mimari ürünlerin Ahmet V. Behaeddin tarafından inşa edildiği yanılsaması Kıbrıs Türk milliyetçi çevreleri için gerçekçi olan anlamlandırmadır. Haksız da değildirler; Türkiye’den gelen eğitmenlerden ilk eğitimini Kıbrıs’taki Lefkoşa Türk Lisesi’nde tamamlayan Behaeddin, Türkiye’de mimarlık eğitimini İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık’ın Mühendis Mektebi’nde; bölüm başkanlığını Emin Onat’ın (Emin Onat Zürih Mimarlık Yüksek Okulu’ndan Otto Salvisberg’in öğrencisi olarak 1934 yılında mezun olmuştur.) yaptığı akademiden Kemali Söylemezoğlu, Orhan Safa, İTÜ’nün kendi yetiştirdiği Doğan Erginbaş, İsmail Utkular, (...), Avrupa’dan gelen Paul Bonatz ve Clemens Holzmeister’ın da kadroda olduğu döneminde tamamlamıştır (İnceoğlu: 2008). Mimari eğitmenlerinin arasındaki yabancıları ve yine İTÜ’de eğitmen olarak çalışanların gerek Avrupa’da gerekse Türkiye’de yaşayan Avrupalılardan aldıkları eğitimi ve melez kişiliklerini saymazsak, Behaeddin’in eğitimini Türkiye sınırları dahilinde olduğu için Türk modern mimarlığı olarak isimlendirebilir ve yaptığı mimarlığın da kendi inşa ettiği coğrafi alandan ve içinde büyüdüğü Kıbrıslı “Türkçe” konuşan toplumdan dolayı da Kıbrıs “Türk” toplumunu temsil ettiğini söyleyebiliriz. Böylece yapılan üretime milleyetçi söylem içerisinden bakmayı inşa ederiz ve adada olagelen tüm melezleşmeleri ve onların sonucunda oluşan formları reddederiz. Bu anlamda da bağımsızlık algısının üreticisinin kim olduğunu ve bu bağımsızlığın nesnesinin neyin olduğunu kestirebiliriz. Ama yine de “kime ya da neye karşı bir bağımsızlık savaşı verilmektedir?” sorusu sorulduğu zaman; bu soruların cevapları her yapı üretimi ve bağlamı için farklı kurulabilir ve herbiri farklı yanılsamaları kendi içlerinde barındırır. Dr. Sömek Evi bağlamında bu yanılsamanın yaratıcı öznesi olan Behaeddin, Kıbrıs’ta koloni döneminde büyüyüp Türkiye’de “batı” mimarlığı eğitimi aldıktan sonra sırasıyla Almanya ile İngiltere’de çalışmış ve bir Kıbrıslı Rum’a olduğu kadar modernizm ekolünden nasiplenmiş herhangi bir yabancıya benzer şekilde modern yapı üreten kişidir. O yüzden de nesne olarak ürettiği mimari ürünün batılılığı kadar üretilen mimarinin ve öznesinin Türklüğü de paradoksaldır ve melezdir. O yüzden de “uluslarası mimari stilin” bu şekilde bir kurtuluşu ya da ayrılığı tarif ediyor olması çok problemlidir. Çünkü bağımsızlık politik bir olgudur, her toplum tabi olduğu yapısal kurallara uygun yapı inşa eder ve bu yapılar kendi özgürlüğü içinde üretilen bir gecekondu kadar bağımsızlığı temsil edemez. Yine de toplumların kullanım alanları, kültürel evrimleri, günlük alışkanlıkları içerisinde yapıların oluşturduğu imgelem, belirli simgesel tarifler kurabilir ve yapının kimliksel yaftası toplumların onun üzerinde görmek istediklerini hayal etmeleri ile oluşur. Yoksa tarihsel olarak kültürel formları simgeleyen Parthenon, Ayia Sofya ya da Süleymaniye Camisi vb. her yapının kendi bağlamlarında farklı dünyasal soruların ve sorguların cevaplarına karşılık olarak farklı ilişkileri ve anlamları temsil ettikleri aşikardır. Bu tür yapıların simgesel statüleri üzerinden ürettikleri aşkınlık algıları, modern objelerin üretimleri ile sağlanan temsili algı ile karşılaştırılamaz. O yüzden de bu benzersiz modern yapıların edindikleri önem, daha çok toplumsal gelişmişlik anlamı taşır.
Bu yüzden toplumsal olan ayrışma daha fazla etnik benlikler, kurumlar ve onların toplumsal alan içerisindeki gerek dilsel gerekse davranışsal temsilleri üzerinden kurulmaktadır. Bu temsiller sayesinde de farklı etnik gruplar birbirleri hakkında bilgi edinmektedirler. Böylece bir modern meta sahibinin kültürel alanına işaret ederken, dönemine ve bağlamına göre yarattığı çekim alanı ona öteki olanların dahi seçimlerini etkileyebilir. O yüzden de toplumsal bir dönüşümden bahsedilecekse, Kıbrıs’ta gerek Rumların gerekse Türklerin İngiliz kolonizasyonuna karşı sergiledikleri duruşun dahi uluslararası stil üzerinden üretildiğini söylemek gerekir. Ama bu argümanın geçerliliği de sıkıntılıdır, çünkü Kıbrıs İngiliz Koloni Yönetimi kolonize ettiği toplumun “karşı duruş” sağlayacağı silahı, kolonide var olan mimarlara iş vererek ve onları verimli kullanarak kendisi ürettirmekte ve böylece koloniye eklenen her yeniliğe sağlanan iktidar sahnesine hem ortak olmakta hem de sahip çıkmaktadır. Böylece kendi hegemonyasını devam ettirebilmekte ve dönüşüme ortak olmaktadır. Yine de modern mimarlığın ve yaşamın emperyal olana karşı çözücü bir tarafı kuşkusuz mevcuttur ve bu karşı duruş sadece Kıbrıs’ta değil onun etkilendiği her iki “anavatanda”; Türkiye’de ve Yunanistan’da da bu şekilde olmaktadır. Her iki ülke de saltanat rejimlerine karşı duruşlarını modern mimarlık üzerinden kurmuşlardır, çünkü dönemlerindeki toplumsal gelişim, farklı olanı ve yeniliği temsil eden modern mimari örnekleridir. Bunlara rağmen karşı duruş sadece bir okumadır, çünkü gerek Osmanlı’yı gerekse Helen Krallığı’nı temsil eden formlar modern mimarlık ürünleri ile eş zamanlı bir varoluş içerisinde kabul edilen farklı kültürel kurgulardır.
Bu bağlamda, Kıbrıs’ta mimari üretim gerçekleştiren Behaeddin, “Kıbrıslı Türk Mimarisi” üretmek gibi bir kaygı ile değil, döneminde talebi olan ya da Kıbrıs bağlamında avangard işleri tasarlayarak kariyerini inşa eder. Behaeddin’le birlikte çalışan mimarlardan biri olan Ercan Hıfzı (28.12.2010 tarihinde yapılan mülakattan), Behaeddin’in her işi kabul etmediğinin yanında, Müdüroğlu için 1962 yılında tasarlanan İskan konutları için şunları aktarır; “Bu büyüklükte toplu konut örneği o sıralar adada pek az rastlanan örneklerdendi. Yapıların inşaatı bittiği zaman proje Kıbrıslıların o döneme kadar var olan büyük bahçelerde yaşama alışkanlıklarından dolayı pek rağbet görmemiştir. Bu yapılar ancak 80’lere geldiği zaman değerlendiler ve beğenilmeye başlandılar.” Buradan tarif edilene göre özellikle adadaki Türk toplumun koloni döneminde modern yapılaşmanın gerisinde olan bir algısı ve alışkanlığı olduğu anlaşılmaktadır. Uğur Dağlı’nın Hakkı Atun ile yaptığı röportajında da [1] bunu görebiliriz. Atun o dönemde Kıbrıslı Türklerin yapım teknolojisinin Rumlardan geride olduğundan ve kendilerin Behaeddin ile birlikte Mihalides’in yapılarını ziyaret ettiklerinden bahseder. Buradan da anlaşılacağı gibi; toplum içerisindeki farklı gruplar, farklı seviyeler ve farklı talepler doğrultusunda farklı seviyelerden oluşan ürünler ve onları üretenler arasında da bir ilişki söz konusudur. Diğer yandan ise Behaeddin farklı olanı kurgulamak derdindedir. O yüzden de, özellikle adada bilinen Kıbrıslı Rum Mimar N. Michailides’in üretimini hem deneyimleyerek hem de ondan öğrenerek, inşa ettiği yapıları kendini geliştirme ve daha iyiyi yapabilme arzusu ile üretmektedir. Böylece mimarlık üzerinden toplumsal bir ayrışma değil, daha çok bir kaynaşma söz konusudur. Toplumsal olan ayrışma ise daha çok dönemin siyasi parametreleri üzerinden kurulur. Çünkü Rumlar İngilizler’e karşı savaşmaktadır. Bununla birlikte Rumların Yunanistan ile birleşme taleplerinden dolayı kimliklerini daha güçlü tarif etmeye başlayan Kıbrıslı Türkler de vardır. Bu kimliğin tarifi 1959 yılında Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyeti’de ne oranda pay alacaklarının belli olması ile hızla inşa edilmeye çalışılır. Bu imaj, gerek kurumsallaşan Müdüroğlu-Behaeddin işbirliğiyle, gerek mimarlık eğitimini tamamlayıp adaya yeni varan genç mimarlar Abdullah Onar, Ayer Kaşif, Hakkı Atun, Tuna Veysi gibi aktörler eliyle, gerekse evkafın Türkiye’den getirttiği mimarlar Bülent Serbest, Bedri Kökten, Orhan Çakmakcıoğlu, R. Bediz ve D. Camcıl sayesinde kurulmaktadır.
Anber Onar’ın babası mimar Abdullah Onar’ın inşa ettiği 700’ün üzerinde yapıdan edindiği deneyimlerinden anlattığı üzere; mimar Onar da mimar Behaeddin gibi hiç kimseyi kapıdan çevirmemiştir ve herkese bütçesine göre bir yapı tasarlamıştır. Bunu yapmasındaki gayenin para kazanmak değil, modern yaşamın özellikle Kıbrıs’taki Türk toplumunun her yanına sızıp nüfuz etmesini sağlamak olduğunu dile getirir. Bu tarife göre modern yapılar Kıbrıslı Türklerin Rumlardan ayrışmasından çok, adadaki Türk toplumunun dönüşümünü ve Kıbrıslı Rumlarla Müslümanlıktan sonra Türklük kimliği üzerinden paylaştıkları yeni yaşam biçimini temsil ederler. Her halükarda, her iki toplumda da modern araçlar sayesinde doğru olduğu düşündürtülmek istenen bir mimari stil, yaşam ve oluş biçimi vardır ve buna en iyi karar verebilecek olan onlara bu yapıları tasarlayan mimarlar ve politikacılardır. Bu anlamda da modern yaşama dair olan üretim ve tüketim alışkanlıkları sayesinde dönüşüm yaşayan Kıbrıs, politik anlamda da bir dönüşümün eşiğindedir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1963’te yaşayacağı ilk hadiselere kadar gerek Ankara’da gerekse Atina’da asker-bürokrat ilişkileri kriz yaşamaktadır. Ankara’daki durum Atina’dan daha önce patlak verir ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 16.08.1960’ta ilanından önce Türkiye’de darbe gerçekleşir. Bu durum politik anlamda birçok önemli sonuç doğurmuştur. Durum sadece Kıbrıslıların değil birçok Türkiyelinin de hayatını etkilemiştir. Aşağıdaki alıntı Türkiye Bakanlar Kurulu Toplantısı, 29 Haziran 1960 günü tutanaklarından Kıbrıs’a dair kesitler sunmaktadır: (Pillai: 2010 107, 109 (“Soru ve Cevap”, “Bakanlar Kurulu Toplantısı (7) (Mükerrer), 29 Haziran 1960 Çarşamba,” 230-242, Cemil Koçak, ed. 27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları, 1. Cilt (6 Ocak 1961-16 Kasım 1961); (İstanbul Yapı Kredi yayınları, Mayıs 2010), 230-234))
“Soru...
Başkan (Cemal Gürsel): Toplantıyı açıyorum...
Dışişleri Bakanı Selim Sarper: Kıbrıs meselesi hakkında umumi mahiyette izahat vermek istiyorum (...) Bu anlaşma imza edilirse, Kıbrıs Cumhuriyeti Ağustos ayı içinde teşekkül etmiş olacaktır... Dr. (Fazıl) Küçük’le Rauf Denktaş ahali tarafından seçilmiştir. Bunlar aleyhine Kıbrıs’ta ve Türkiye’de birtakım cereyanlar başladı. ‘(Eski Başbakan) Adnan Menderes’in adamı diye... (...) Bu arada bizim Kıbrıslılara mali yardımda bulunmamız mevzubahis(tir)...
Milli Savunma Bakanı Fahri Özdilek: ... Kıbrıs’ta cumhuriyet ilan edildiği zaman oraya gönderilecek sefirin asker olmasını istiyoruz. Çünkü ona verilecek bir kısım işler vardır ki, ancak asker yapabilir. (...)
Ticaret Bakanı Cihat Eren: Kıbrıs’ın bir de iktisadi durumu vardır. Onu ayrıca konuşalım... Fakat (Dr. Fazıl) Küçük hakkında maruzatım olacak...(...) Küçük, ne Yunanlılar ne de İngilizler muvacehesinde itibar sahibi değildir. (...) Matbuata istikamet vermezsek, bu adam içeriden dışarıdan çok yıpranacak(tır). Buna rağmen hükümetimiz bu adamı tutsun mu? ...
...Cevap
Başkan (Cemal Gürsel): Burada kuvvetli adam kim? Rauf Denktaş nasıl?
Cihat Eren: Gırtlağına kadar suistimale girmiş bir adamdır. Oraya çok kuvvetli bir sefaret gönderip yanlarına eleman gönderirsek, olur... (Dr. Fazıl) Küçük’ün yerine böyle kuvvetli bir adam lazım(dır).
Selim Sarper: (...) Kıbrıs istiklaline kavuştuktan sonra ve oraya 600 küsür (askeri birlik) kontenjanımız girdikten sonra, ...Küçük’e deriz ki, ‘Seni devirmek kolaydır... İstifa et...’
Ulaştırma Bakanı Sıtkı Ulay: Kıbrıs istiklale kavuşunca siz bunu muemmen görüyor musunuz?
Selim Sarper: Görüyorum Paşam... Başka bir rejim getirmek bizim elimizde olsa gayet kolay... Fakat Kıbrıs seçimini bu şartlar altında idare edemeyiz. (...)
Başkan: Kıbrıs, ileride bizim için bir mesele teşkil edecek, Türkiye’nin sırtında bir yük olacaktır. Eğer ciddi yardımlar yapmazsak, o bir (öbür) tarafın tazyiki altında yavaş yavaş erimeye mahkumdur. Bu hata, geçmiş 100 senenin hatasıdır. Vaktiyle Kıbrıs’a sahip çıkılmadığı için, ekseriyet Türklerde olduğu halde anavatana avdet bu hali doğurmuştur. Eğer burada, oradakilerden (daha) kuvvetli şahsiyetler varsa, (oraya) göndermeliyiz.
Sıtkı Ulay: Oradakilerden fazla Kıbrıslı burada var. Ne var ki, tabiiyet değiştirmişler. Şimdiden el altından bir zatı desteklersek, olur... (...)
Cihat Eren: Londra’da yerleşmiş Kıbrıslı Türkler var. Reisicumhur muavini gibi bir adamın oradan seçilip bilahare gönderilmesi ve ancak bu işin çok gizli kalması lazımdır.”
TC’deki bu tartışmalar Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanı ile toplumsal orandan daha fazla pay alan Kıbrıslı Türklerin yetersiz imajını daha iyi bir noktaya taşımak için yapılmaktadır. Böylece Kıbrıslı Türklerin yaşam alanı, Türkiye tarafından hem ticari bir model ve vitrin olarak düşünülmekte hem de Yunanlılar karşında boy gösterilecek bir araç olarak kullanılmaktadır. Bu yüzden de bu tutum özellikle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanı ile oluşacak pazarda Türkiye’nin pay alabilmek için izlediği ticari bir politikadır. Böylece, geçmiş yüzyıldaki hataları gidermek ve kaybedilenleri yeniden kazanmak derdiyle, Kıbrıs’ta eriyen Kıbrıs Türk toplumunu yatırım amaçlı desteklemek için girişimler başlatılır.
Bu motivasyonla Türkiye’ye Expo ‘58’de birçok madalya kazandıran pavyon (1950’lere Türkiye’nin genç ve dinamik mimarlarından Utarıt İzgi, Muhlis Türkmen ve onlara asistanlık yapan Hamdi Şensoy ve İlhan Tiregün tarafından tasarlanmıştı. Pavyonun tümü medeniyeter buluşması konsepti etrafında düşünülmüştü. Anadolu ve Avrupa’yı temsilen kullanılan iki kubik yapıyı da bir birne bağlayan Bedri Rahmi Eyüpoğlunun mozaik duvarıydı.) tasarımının parçalarından Bedri Rahmi’nin mozaik panoları, çelikten yapılmış demonte Türkiye pavyonunu çevreleyecek şekilde organize edilerek 1960’daki ilk Kıbrıs Ulusal Fuarı’na yetiştirilir. Fuar bittikten sonra ise mozaikler yeniden daimi olarak sergileneceği Kıbrıs Türk Subay Kulubü binasına Kıbrıslı mimarlar Behaeedin ve Hıfzı’nın tadilat projesi ile eklenirler. Böylece askeri yönetim altındaki Türkiye’nin aslında neyi temsil ettiği imajı, Kıbrıs Türk karargah komutanı Albay Turgut Sunalp’ın Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun sanatına olan kişisel düşkünlüğünden dolayı oluşur. Yoksa Behaeedin ve Hıfzı’nın bu mozaiklerin Bedri Rahmi’nin Türkiye için yaptığı bilgisi dışında nasıl bir konsept (Expo ‘58) için üretildikleri konusunda bir fikirleri yoktu ve tasarımın kısa bir sürede yapılması isteniyordu. Söylendiği şekilde de yapıldı. Fakat “iki mimarın final tasarımı (binanın, çalışmalarında sınırlılık yaratan özelliklerine karşın) Kıbrıs’ın hem geleneksel hem de koloni mimarisinden ayrılan tarzını yansıtırken, diğer yandan da pavyonun sade, zarif ve modern bir yansımasını da vurguluyordu.” (Pillai: 2010, 117) Böylece Türk Pavyonu ile kurulan yeni Türkiye imgelemi Subay Kulubü ile devamlılığını sağlarken, İngiltere’nin hegemonyasından yönetsel olarak kurtulan ada bir anlamda üretim çarklarının içinde İngiltere, Türkiye ve Yunanistan garantörlüğü altında yeniden milliyetçi politik kolonizasyonun melezleşmelerinin arenası haline dönmüştür.
Kaynaklar
İnceoğlu, N., (2008), “Anılarda Yalnızlar”, Yem Yayın, İstanbul.
Pillai, J. (2010), “Bedri Rahmi Kayıp Mozaik Duvar, Expo 58’den Kıbrıs’a”, Side Streets Eğitim ve Kültür İnsiyatifi Ltd., Lefkoşa.
[1] Uğur Dağlı’nın Hakkı Atun ile Röpörtajı
Erişim:<http://arch.emu.edu.tr/foa/tr/foa/pages/news/mekanperest/no1/MEKANPEREST_SAYI_1.pdf , sy 3 >[14.12.2010]