Dionysis Dionysiou’nun Politis’te yayımlanan ve Yenidüzen’in de Türkçe olarak aktardığı iddialarına göre İngilizler Kıbrıs için bir ‘çözüm planı’ hazırlamış.
Birleşik Krallık hükümeti böyle bir girişim yaptı mı, yaptıysa hedfinde hangi liderler vardı?
Bu henüz belli değil. Yapıp yapmadığının pek de önemi yok aslında.
Örneğin sayın Tatar’ın tepkisine bakacak olursak, onun nezdinde böyle bir girişimin olmadığına dair bir izlenime sahip olabiliriz.
Ama, “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” atasözünü hatırlarsak, Dionysiou’nun yazdıklarına önem vermemiz gerekiyor.
Zaten, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın son günlerdeki açıklamalarına bakacak olursak, bu dumanın yarattığı izleri es geçemeyiz.
Dionysiou’nun yazdıklarının hepsi olmasa da, birçoğu, Kıbrıs sorununun yerleşmiş bir dizi parametresiyle ya da uluslararası toplumun buna ilişkin duruşuyla alakalıdır.
Şimdi bunları daha anlaşılır bir şekilde yeniden okuyalım:
• Halen Kıbrıs’ta, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni oluşturan iki toplum otoritesi vardır.
KıbrıslıTürkler’in bunun dışında olduklarını ise bilmeyen yoktur. Dolayısıyla, Kıbrıs Cumhuriyeti KıbrıslıRumlar’ın kontrolü altındadır.
KıbrıslıTürklere eski anayasal sisteme ve koşullara dönün demiyoruz. Ama, o anayasal sistemde egemenliğin ortağı olduklarını, Kıbrıslı liderlere hatırlatmak isteriz.
• Mevcut durum (status quo) kabul edilemez ve sürdürülemez. KıbrıslıTürkler ve onların yönetimi mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti’nin federasyona dönüşmesiyle uluslararası hukuk içine girecektir.
KıbrıslıRumlar, Kıbrıs devletinin egemenliğini, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nde olduğu gibi, federal bir çatı altında KıbrıslıTürkler’le paylaşacaktır.
Yani “önce bizi en azından 24 saatliğine tanıyın (iki egemen devletin varlığını kabul edin), sonra KıbrıslıRumlar’la birlik oluştururuz” önerisi reddediliyor. Bunda ısrar etmenin bir faturası olacağı da hatırlatılıyor.
Ayni şekilde, “KıbrıslıTürklere özerklik verelim, fazlası devletin işlerliğini bozar” diyen tutumun da bir faturası olduğu hatırlatılıyor.
Bu faturaların ne içerdiğine yazının sonunda değineceğim.
Şimdi devam edelim:
• 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin federasyona dönüştürülmesi bir süreç içinde gerçekleştirilecektir. Yani tek bir hamle ile (Annan planında olduğu gibi), akşamdan-sabaha süren tek sıçrayışlı bir dönüşüm değil, bir dizi adımla gerçekleşecek kademeli-aşamalı bir dönüşüm söz konusudur.
Böylece, 25 Kasım 2019 tarihinde Akıncı-Anastasiadis-Guterres arasında yapılan Berlin zirvesinde mutabık kalınıp ifade edilen, “çözümün aşamalandırılması” fikrinin rağbet gördüğü anlaşılmaktadır.
Ama dahası var.
Dönüşüm tek yanlı olmayacak. İki toplum, 1960 Cumhuriyeti’nde ortak egemenlik anlayışı çerçevesinde, egemenliği paylaşmaktaydı.
Ayni anlayışla, bundan sonra federal bir devletin kurulması, iki tarafın rızasına bağlıdır.
• Müzakere masasında Merkezi-Federal hükümet için öngörülen Başkanlık sistemi tabu değildir.
Bunun yerine, yarı başkanlık (sembolik yetkilere sahip, halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanı’nın varlığı) veya AB içinde yaygın olan parlamenter sistem veya tarafların uzlaşacağı başka bir yürütme modeli de pekala tartışılabilir.
Ama, her durumda federal yürütme organı, yasama organında, KıbrıslıTürkler’in de katılımını içeren bir çoğunluğa sahip olmalıdır.
• Federal veya üniter olsun, tüm bağımsız devletlerde olduğu gibi, Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nde de dış egemenlik tektir. Bu nedenle dış politika, güvenlik, ekonomi yönetimi ve yabancılara vatandaşlık verilmesi ve benzeri konular, sadece bir toplumu değil tüm halkı ilgilendiren konular olduğu için federal hükümetin yetki alanında olacaktır.
Federal hükümetin yukarıda sıralanan sorumluluk alanlarına girmeyen konularda, federe devletler (toplum devletleri) uluslararası anlaşmalar yapabilirler.
• Tüm federal devletlerde olduğu gibi, federasyonu oluşturan birimler (kanton, eyalet, federe devlet, kurucu devlet, oluşturucu devlet veya isterseniz adına toplum devleti deyin) iç egemenliğe sahip olacaktır.
Bu iç egemenlik ilkesi, bir federal devlet olan İsviçre Federal anayasasında açıkça yazılıdır. Diğer federal devletlerin anayasalarında ise ise örtük olarak vardır.
Kendini oluşturan birimlerin iç egemenliğe sahip olmadığı herhangi bir federal devlet bulamazsınız.
• İşte ‘KıbrıslıTürk toplum devleti’ de, ‘KıbrıslıRum toplum devleti’ gibi böyle bir iç egemenlik hakkına sahip olacaktır.
Bunun diğer adı da, federasyonun temel ilkelerinden biri olan ‘otonomi hakkı’dır’.
• Eğer KıbrıslıTürk tarafı uluslararası alanda daha fazla görünür olmak isterse bunu spor alanında yapabilir.
Üniter bir devlet olan Birleşik Krallık’ta bile her bölge futbol dahil diğer spor dallarında kendi milli takımlarına sahiptir ve bu anlamda ilgili uluslararası kuruluşlara üye olabilmektedir.
Böyle bir uygulama Federal Kıbrıs’ta niçin olmasın!
• Güvenlik meselesi, yeni bir anlayışla ele alınacak. Bu yeni anlayışta üç temel unsur öne çıkıyor:
Bunlardan Birincisi, garantörlük sistemine son verilmesidir.
İkincisi ise, iki tarafın uzlaşmasıyla birlikte sınırlı sayıda asker dışında, yabancı askerlerin çekilecek olmasıdır.
Son olarak güvenlik meselesinin ilgili yönlerinin, 10 yıllık bir geçiş sürecine bağlı kılınması göze çarpıyor.
Anlaşılan, diğer konulardaki aşamalandırma düşüncesi ve bu anlamda atılacak adımlar güvenlik meselesiyle ilişkilendirilmiştir.
Bu üç temel unsuru Guterres Çerçevesi’nde de bulabilirsiniz.
• Toprak ve mülkiyet meselesinde de yeni bir durum yoktur. Meraklı olanlar Guterres Çerçevesine bakabilirler.
Ve gelelim Kıbrıs sorununun çözümünü sürüncemede bırakmanın veya üzerinde uzlaşılmış parametrelerden sapmanın faturasına.
Bilindiği gibi KıbrıslıRum tarafı federal devletin işlevselliği meselesini sürekli gündeme getirmiş ama siyasal eşitliği koruyacak şekilde devlete işlevsellik kazandırmayı öngören bir model de sunmamıştı.
KıbrıslıTürk tarafı ise Ankara’yla birlikte ve Ankara’nın yeni dış politika yönelimlerinin rüzgarına kapılarak artık ‘egemen eşitlik’ talep etmeye başlamıştı.
İşte, İngiliz planı adı altında, aslında taraflara yapılan ‘makul olun’ çağrısının en can alıcı noktası, bu iki konuyla alakalandırılmıştır.
Nasıl mı?
• Her federal devlette tartışmasız yer alan iki meclislilik ilkesi yerine tek meclisten oluşan bir federal yasama organı öngörülüyor.
Böylece devlette işlevselliğin bu şekilde sağlanacağı mesajı verilerek KıbrıslıRum tarafının bir beklentisi karşılanmak isteniyor.
• Ayni şekilde, KıbrıslıTürk tarafının egemen eşitlik talebine de toplum devletlerinin dış politika (buna güvenlik konuları da dahildir) ve AB konularına oybirliği gerektirecek şekilde katılımı öngörülerek yanıt veriliyor.
Ortada, mevcut BM parametreleriyle çelişen bir yaklaşım olduğu söylenemez.
Senato’nun varlığına ve özel düzeneklerle şekillendirilmiş işlevine son verilmesine ve böylece federal düzeyde yasa yapma süreçlerinin hızlandırılmasına karşılık federe devletler (toplum devletleri) federal hükümetin dış politika ve AB konularına ilişkin yetkilerine ortak yapılıyorlar.
Yani Federal devlet, kendi yetki alanında bulunan Dış politika ve AB’ni ilgilendiren önemli bir dizi stratejik konuda karar vermeden önce, her iki federe devletin onayını almak zorunda kalacaktır.
Taraflar ya bu faturayı veya bir benzerini ödemeyi kabullenirler ya da eldeki uzlaşılmış parametreleri artık sorgulamaktan vazgeçerler!
Başka bir seçenek bulunmuyor.
Mart ayında bir zirve olacaksa, buna BM parametreleri damgasını vuracaktır.