Dünya ülkelerinin İngilizceye yeterlilik seviyelerini gösteren “İngilizce Yeterlilik Endeksi (EF-EPI)” açıklandı. Tahmin edeceğiniz gibi bu endekste KKTC yok… Ancak diğer dünya ülkelerinin ve buna bağlı olarak da Türkiye’nin yeri aşağı yukarı bizim yerimiz hakkında da ipucu verir diye düşünüyorum.
Dünya ülkeleri “Avrupa”, “Latin Amerika”, “Orta Doğu-Kuzey Afrika” ve “Asya” olmak üzere dört ayrı bölgede incelenerek beş seviye grubunda indekslendi. Listenin ilk sıralarında İskandinav ülkelerinin tamamı yer aldı. 60 ülkenin bulunduğu endekste; 1’inci İsveç, 60’ıncı ise Irak oldu.
Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında son sırada, tüm ülkeler sıralamasında ise 41’inci sırayla “düşük” grubun alt sıralarında yer aldı… Endekse göre “Orta Doğu-Kuzey Afrika” grubunda yer alan ülkelerde İngilizce yeterliliği en iyi olan ülke, Avrupa’da en kötü İngilizce yeterliliğine sahip ülkeden bile daha kötü durumda…
Gelelim bize… Çocuklarımız kolejlerde okusun diye çırpınıp dursak da, tüm üniversitelerimiz İngilizce dilinde eğitim veriyor olsa da, İngilizce yeterliliği açısından durumumuzun pek parlak olmadığı aşikar…
İlköğretim sıralarında “- What is your name? - My name is...” ile başlayan İngilizce maceramız, lisede de fazla ötesine gitmeden sonlanıveriyor. Genellikle 40-50 kelime olup kalıyor hafızamızda öğrendiklerimiz. Ne derdimizi anlatıyoruz, ne de İngilizce konuşan birinin derdini anlayabiliyoruz… Liseden sonra ülkemizdeki üniversitelere devam eden öğrencilerimiz için sonuç bu durumdan çok da ileride olmuyor…
Genel ortaöğretimde, komşumuz Güney Kıbrıs haftada 4 saat yabancı dil eğitimi yaparken biz tam iki katını; 8 saat yapıyoruz… Ancak ne hikmettir bilinmez, öğrencilerimizin, İngilizce dilini onlar kadar etkin kullanamıyor… Ne yazık ki eğitimdeki maksimum süreyi yabancı dil eğitimine kullanıyor olmamız, İngilizce öğrenmemize yetmiyor...
Öncelikle şunu açıkça belirteyim; özellikle ortaöğretim kademesinde çok nitelikli İngilizce öğretmenlerimiz var… O zaman, “Sorun nerede? Neden İngilizce öğretemiyoruz?”
Hiç kuşku yok ki bu soruların ilk akla gelen yanıtı gramere dayalı bir yabancı dil anlayışının eğitim sistemimize hakim olmasıdır. Bir diğeri de etkin bir yabancı dil eğitimi yerine, yabancı dilde eğitimi tercih etmemizdir. Bütün dersleri İngilizce okumak, İngilizceyi öğrenmek için yeterli olduğunu düşünüyoruz. Oysa yabancı dil öğretimi kendi başına özel ve önemli unsurlar taşıyan ayrıcalıklı bir disiplindir. Dolayısıyla kendi içinde bir dinamiği olan dil, karşımıza sonsuz yeni malzemeyle çıkar. Bunun hızı kendi dilimizde daha yavaş olabilir, ancak yabancı dil öğrenmede sürprizlerle karşılaşma hızı çok yüksektir.
Öte yandan yabancı dil öğretiminde önemli bir yer tutan 4 (hatta yeni anlayışlara göre 5) beceriye dayalı ölçme-değerlendirme uygulaması bir türlü eğitim sistemimize entegre edememiş olmamız da ciddi sıkıntılar doğurmaktadır. Çünkü bir dili nasıl öğretirseniz öyle de ölçmeniz gerekir. Eğer herhangi bir dil için; okuma, yazma, dinleme ve anlama becerilerinden yoksun bir ölçme-değerlendirme hâlâ daha eğitim yapılanmanızda yoksa o dili öğretmede de bu becerileri dikkate almıyorsunuz demektir…
İşte bütün bunlar İngilizce öğretemiyoruz, dolayısıyla da İngilizce konuşamıyoruz anlamına geliyor…
-------------------------
Buraya Dikkat
Ya Siz Kullanacaksınız Ya da Sizi Kullanacaklar
Gazetelerde okuduğumuz, televizyonlarda izlediğimiz haberlerin, günlük sohbetlerimiz temel konusunun bizim dışımızda gelişen ama bizi derinden etkilen olaylar olduğunun farkında bile değiliz çoğu zaman… Kafamızın içinde duran beyin, bize ait değil sanki…
Oysa her şey orada başlar ve orda biter. Başarı, mutluk, huzur… Her şeyden o sorumludur… Belki de bu kadar önemli olduğu için başımızın üstünde yeri vardır. Ancak çoğumuz onu nasıl çalıştırmak gerektiğini bir türlü öğrenemiyor. Böyle olunca da, o da kafamızın içinde kafasına göre çalışıp duruyor…
Avrupa Beyin Komisyonu, 2014 yılını “Beyin Yılı” ilan etme kararı aldı. Aslında insanoğlunun beyinle ilgilenmesi yeni değil. Ancak beyni anlamaya yönelik çalışmalar son yıllarda büyük önem kazandı. Beynin nasıl çalıştığını anlamamız, onu nasıl kullanacağımız anlamında da büyük ipuçları veriyor. Bu durum eğitim bilimciler tarafından dikkatle izleniyor. Birçok çağdaş eğitim sistemine “beyin temeli öğrenme” yaklaşımları entegre edilmiş durumda… Öğrenme beyinde gerçekleştiğine göre, öğretimin de onun çalışma doğasına uygun olmalı… Bu yaklaşım beraberinde birçok yeni kuramın ortaya çıkmasına da neden oldu… Örneğin eski zeka anlayıştaki IQ inanışı ortadan kalktı, Prof. Howard Gardner tarafından ortaya atılan Çoklu Zeka Kuramı, çağdaş eğitim sistemlerinin temel yapılandırma yaklaşımı haline geldi…
Bugün yaşadıklarımız, beynimizin nasıl çalıştığını öğrenemememizin bir sonucu olabilir… Beynimizi kullanmanın ilk adımı olan “düşünme” işlemini yerine getirmezsek olduğumuz yerde durup bakıyoruz olacağız… Kısacası, ya beynimizi biz kullanacağız ya da beynimiz üzerinden bizi kullanacaklar…
-------------
Anlayana - Gülmece
Suçlular Belli
Bütün emniyet müdürlüklerine yurt çapında aranan suçlunun bir adet cepheden ve iki adet farklı yanlardan çekilmiş profil resmi gönderilir...
İki gün sonra karakolların birinden bir mesaj gelir:
- "Suçlulardan ikisini yakaladık. Üçüncüsünün yakalanması an meselesi"