İngiltere’nin Kıbrıs’ı devralması ve Edward Vizetelly’nin Kıbrıs’ta geçen yılları... (1)

Sevgül Uludağ

Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız, akademisyen-yazar, grafik sanatçısı, “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” internet sayfasının kurucusu Konstantinos Emmanuelle, Illustrated London News’ün sahiplerinden birinin oğlu olan Edward Vizetelly’nin Kıbrıs’ta geçirdiği dört sene hakkında geniş bir araştırmayı kaleme aldı... Biz de Konstantinos Emmanuelle’in bu yazısını okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle, şöyle yazıyor:

***  1878 yılında maceracı genç bir gezi yazarı olan Edward Vizetelly, Kıbrıs’ın İngiltere’ye ilhak edilmesini duyduğunda Atina’da bulunmaktaydı. Vizetelly, Illustrated London News dergisinin kurucularından ünlü Henry Richard Vizetelly’nin oğluydu. Hiç zaman yitirmeden büyük, deri seyahat çantasını toparlayarak bu yeni Britanya mülküne doğru yola çıktı ve bu arada Glasgow Herald’a mektuplar göndererek karşılığında ödenek almak için anlaşma da yaptı. Vizetelly, 1878 ile 1882 yılları arasında dört sene boyunca Kıbrıs’ta kalacaktı.

***  Vizetelly gibi bir avuç gezi yazarının bulunmasına müteşekkirim, bazan ırkçı görüşler savunuyor olsalar dahi, geçmişe harika bir bakış atmamızı sağlamıştır bunlar. Bu paylaşımımda, Edward Vizetelly’nin ana gözlemlerini aktarmaya çalışacağım...

***  Türkiye’nin Sultanı’nın Kıbrıs adasını 1878’de İngiltere’ye devretmiş olmasına dair haber, tüm Ortadoğu ve Avrupa’ya hızla yayılmıştı. Adada zengin bir altın madeni bulunduğu yönünde çıkan haberler de heyecanı arttırmıştı. Britanya gazetelerinden biri saftirik şekilde her gün dağlardan akan derelerden büyük altın parçalarının yuvarlanıp gittiğini dahi yazacaktı!

***  Temmuz 1878’de büyük bir İngiliz-Hint ordusu Larnaka’ya inmiş ve “Union Jack” denen İngiliz bayrağını göndere çekmişti... Türk yetkililere işlerini yoluna koyarak adadan ayrılmaları için 45 gün süre tanınmıştı. Yüksek Komiser Sir Garnet Wolseley, Kıbrıs’ın altı ile bölündüğünü görmüş ve bunu bu şekliyle bırakma kararı almıştı – yalnızca Türk valiler ve vali yardımcıları görevlerinden alınarak yerlerine İngiliz subaylar atanmıştı – bunlar sivil komiserler ve sivil komiser yardımcıları olarka görev yapacaktı. Pek çok insan, Britanya’nın Kıbrıs’ı işgalinin nedeninin, Akdeniz’de kendine bir dayanak noktası daha yaratarak Rusya’nın Konstantinopol’ü (İstanbul’u) işgalini önlemeye çalışması olduğuna inanmaktaydı.

***  Edward Vizetelly Larnaka’ya Ağustos 1878’de bir yaz sabahı erken vakit varmıştı, S.S. CERES gemisiyle gelmişti, gemi İstanbul ve İzmir’e uğrayarak yolcu almıştı. İzmir’deki Yunan Konsolosluğu’nun bir hafta içerisinde Kıbrıs için 1200 pasaport çıkardığını, buraya seyahatin o kadar rağbete bindiğini öğrenmişti... Gemi Larnaka’ya vardığında yeni göçmenler hevesle küçük teknelere biniyordu, tenkeler geminin etrafındaydı, kıyıya bunlarla çıkılabiliyordu çünkü o günlerde liman yoktu. Burada büyük bir kalabalık karşıladı kendilerini, çoğu Larnaka’daki yabancılardı, “hemen gideceğiniz yere gidiniz” diyorlardı. “Burayı terkediniz! Burada yapacak bir şey yok!” Meğer Larnaka yabancılarla o kadar çok dolup taşıyordu ki fiyatlar üç katına çıkmış ve kalacak küçük bir ahır bulmak bile imkansızlaşmıştı.

***  Kentteki aşırı nüfusa karşın Vizetelly ve ona eşlik eden hemşehrisi bir evde boş bir oda bulmayı başarmışlardı. Vizetelly’ye göre “Oda, bir insanın yaşayabileceği bir yerden çok, bir ahıra benziyordu...” Kira ucuzdu, ayda bir Türk lirası idi. Ancak Vizetelly kiranın Osmanlı döneminde bunun üçte biri fiyatına olduğunu keşfedecekti. M. Zarrafi adlı İstanbul’dan tanınmış Yunan bankacısına dair bir öykü vardı... Kıbrıs’taki acentesine 20 bin sterline mümkün olduğunca çok mülkiyet satın alması talimatı vermişti.  Açlıkla boğuşmakta olan Kıbrıslılar’ın çoğu da mülklerini Bay Zarrafi’ye satmaktan menundu... Pek çok mülk arasında Zarrafi ayrıca denize nazır köşede büyük bir ev satın almıştı 300 sterline.

***  1878 yılında Larnaka cıvıl cıvıldı, Avrupalılar’la dolup taşıyordu, pek çok İngiliz vardı, tepeden tırnağa beyaz giyiniyordu bunlar, beyaz takım elbiseler, kanvas ayakkabılar ve beyaz şapkalar takıyorlardı. İngilizler ve Hintiler’den oluşan 10 bin kişilik bir de ordu vardı adada, adadaki tüm kamu binalarında Britanya bayrağı dalgalanmaktaydı.  Vizetelly askerlerin kaldığı kampı gezerek onların adaya dair izlenimlerini de almıştı. Askerler, “ekmeğin düşük kaliteli bir unla yapıldığını, kumla dolu olduğunu ve tam pişmemiş olduğunu” söylüyorlardı. “Danalar besili değildi, kirliydiler, yıkayacak yerler yoktu onları. Patateslere gelince, yamuk yumuktular ve pek çoğu hastalıklıydı...”

***  Vizetelly, Larnaka’da Hristofidis adlı akıllı bir Rum’la tanışacaktı, bu adam yurttaşlar adına hükümete çeşitli dilekçeler yollamaya hevesliydi. Hristofidis pek çok dili çok güzel konuşabiliyordu ancak bunları yazamıyordu ve böylece Vizetelly’den yardım istemişti. Kısacası bir anlaşma yaptılar: Hristofidis müşterileri bulacaktı, Vizetelly de küçük bir ücret karşılığı, onların dilekçelerini kaleme alacaktı.

***  Larnaka’daki ana gezinti yeri olan “Hurmacıklar” (Finikudis) hakkında Vizetelly’nin yazıklarını okumak harikaydı... “Bu mesire yeri uzun bir yol, bir tarafta deniz var, kıyıya çıkılacak noktalar da buradadır, deniz suyunun aşındırdığı ahşap direklerin üstünde bulunuyor bunlar... Diğer tarafta kabaca yapılmış taş evler var, bunlar genelde tek katlıdırlar, çok büyük Roma tarzı kemerler vardır girişlerinde, giriş katı pencereleri ise demir parmaklıklarla kaplıdır. Burada postaneyi, liman müdürlüğünü, Eastern Telegraph (Doğu Telgraf) Kumpanyası binasını, Bölge Komiseri’nin rezidansını, belediye binasını gördük. Konak vardı (Konakta hapishane ve mahkeme binası vardı), gümrük binası ve iş çevrelerinin binaları vardı... Aralarında Bond Street’ten Henry S. King & Co., F.O. Harvey and Co., Truefitt gibi firmaların yanısıra İstanbul’dan Williams ve Zaharia Williamson ve Liverpool’dan Janion gibi İngiliz firmaları, Kıbrıs’a servet kazanmak üzere alel acele gelenler arasındaydı. Bu gezinti yerinde ayrıca Türk ve Rum kahvehaneleri, Fransız kafesi, İngiliz barları, birkaç çökmüş İngiliz beyefendi tarafından yürütülen bir de Kulüp vardı.”

***  Vizetelly, Kıbrıs’taki İngilizler’in çok büyük miktarlarda gıda ve öte beriyi İngiltere’den ithal etmekte olduklarını keşfedecekti. Tonlarca konserve, domuz eti, binlerce şişe macun, marmelat, kutu südü, çay, kakao, kahve, hindiba, alkollü içecekler, şarap ve bira; binlerce varil soda ve diğer alkolsüz içecekler; büyük kasalar dolusu Britanya yapımı çatal-bıçak, kadeh ve tabaklar, gazyağı lambaları, demir yatak başlıkları, pipolar, tütünler, ilaçlar, tarımsal araç gereçler getiriyorlardı. İngiliz göçmenler her sabah süngerle banyo alırken  yerliler pek az yıkanıyorlar ve Vizetelly’ye göre sabunu lüks birşey olarak görüyorlardı. Kıbrıslı bir hanımı şöyle derken duymuştu bir keresinde: “Bu İngilizler de amma kirliymiş ha! Sürekli yıkanıyorlar temizlenmek için!”

***  Yiyeceğe gelince Vizetelly, Kıbrıslılar’ın “keçi eti ve pilav, tuzlu ançuvez ve zeytin, domates, hellim, hıyar ve incir” yemekten memnun olduğunu “ancak Britanyalı göçmenlerin esas olarak binbir çeşit kutu yemeğine bağlı olduğunu, bunlar arasında bolibiften tutun da Liebig’s Extract’ın bulyon/et suyu ekstreleri bulunduğunu, çoğu zaman da bol bol viski ve birayla bunların mideye indirildiğini” yazmaktaydı.

***  Vizetelly’ye göre Larnaka’ya yeni gelenler ve göçmenler yapılacak pek fazla iş ya da iş olanağı olmadığı için sıkılıyorlardı... “Gün içerisinde bir bardan diğerine gezinip duran bu kayıp ruhlar konuşuyor, şarkı söylüyor ve içiyordu... Geceleri ise İskenderiye’den “hafif” bir Fransız kadını tarafında çarşıda çalıştırılan Müzik Holü’ne gidiyorlardı. Kulüp’te buluşuyorlar ya da aniden ortaya çıkmış olan otellerin girişlerinde birlikte oturuyorlardı. Buralarda kağıt oyunları oynuyorlardı... Kraliçe’nin şerefine kadeh kaldırıyorlar ve bağıra bağıra şarkı söylüyorlardı... Bol bol içip, bol bol sövüyorlardı...”

***  Larnaka’ya yeni gelenlerin alkole dadanması olağandı, özellikle aşırı Kıbrıs sıcağında... Bir öykü anlatılmaktaydı - bir muhasip birkaç kasa şampanya alıp kendini bir odaya kapatmıştı. Bir gece alçak bir trabzana takılıp merdivenlerden düşmüş ve boynu kırılmıştı... Adada şişede satılan tek bira İngiltere’de Bass and Co. Adlı ünlü şirketin şişelediği biralardı, bunlar gemiyle gönderilmekteydi adaya... Bir litre bira bir şilin ve altı peni idi, altı peni ise büyük bardak biranın fiyatıydı. Nihayetinde bir şişe biranın fiyatı adada iki peni’ye kadar düşecekti.

***  Herşeyin fiyatı üç kat artrmıştı fakat yine de bir tavuk bir şiline satılıyor, en iyi et ise – ki pek de iyi değildi – libresi dört peniye satılmaktaydı. Ekmek olması gerekenden daha payalıydı ancak her tür sebze satın alınabilecek düzeyde bir fiyattan satılmaktaydı. Bir peni karşılığında bir satıcı size babutsa satıyor ve parmaklarınıza diken batmasın diye bunları sizin için soyuyordu, Kıbrıs şarapları ise şişesi iki peniye satılmaktaydı... Mor üzümlerin fiyatı ise birbuçuk peni idi...

***  1878’in o aşırı sıcak yaz aylarında Vizetelly öğle yemeğinde salata yemeyi tercih etmekteydi, bu salatalar tuzlu ançuvez, dörde bölünmüş beş-altı domates, iki-üç kaynanmış yumurta ve altı tane doğranmış soğandan oluşmaktaydı. Vizetelly salataya sirke, biber ve tuz yerine, yağ koyup ekşi sıkmaktaydı. Kıbrıslılar’a gelince, Vizetelly onları pek de övmüyordu: “Kıbrıslılar hiç memnun olmayan insanlardır” diye yazıyordu... “Her zaman söyleniyorlar...”

***  1879 yılında Vizetelly artık Kıbrıs’a iyice yerleşmişti. O günlerde Livadya köyünde iki odalı bir kulübe kiralamış vaziyetteydi, bu ildeki en sağlıksız ev olarak tarif ediyordu burayı... İngiliz donanması ayrılmıştı, neredeyse tüm askerler de geri çekilmişti çünkü ateşli hastalıklar onları kırıp geçirmişti... Artık göçmenler de Kıbrıs’tan ayrılmışlardı, eve geri dönebilmek için yol parasını karşılamak üzere ellerinde ne varsa satmışlardı... Bazı tüccarlar dükkanı kapatmışlar, Çarşı’daki Müzik Holü dahil, içkili yerlerin çoğu da kapanmıştı... Vizetelly, “Kıbrıs’a alel acele koşuşturmak, delice bir koşuşturmaydı... Devam ettiği sürece askerler ve denizciler ile 500-600 kadar alelade insan ellerinde nakit parayla sokakları dolaşıyor fakat yapacak bir şey bulamıyordu” diye yazacaktı.

***  Vizetelly, Livadya’da tavuk yetiştirmeye ve dafodil ekmeye girişti... Hasat zamanı sabah erkenden horozu ve tavukları kalkıp yarım mil ya da daha ötesinde tarlalara giderek ortalığa saçılmış buğdaylarla besleniyorlardı, güneş batarken horoz eşliğinde eve dönüyorlardı mutlaka. İlkbaharda Vizetelly’nin kulübesinin açık kapısından ve penceresinden kırlangıçlar uçarak içeri giriyor, oturma odalarının köşelerine yuvalarını yapıyorlardı. Bir ayak uzunluğunda birkaç alizavro çatıda yaşıyor ve sık sık güneşlenmeye çıkıyorlardı...

***  Vizetelly de ateşli bir hastalığa yakalanıp bir deri bir kemik kalacaktı. Bir gün titremelerle yatakta yatırken ev sahibi, köy papazıyla ona gelecekti... “Hafif uykum dağılmıştı. Yatağımın iki yanına oturup nasıl hissettiğimi sordular bana. Öleceğimi zannetmişlerdi... Birbirlerine Rumca olarak bunu söylediklerini duyuyordum...” Vizetelly birden papazın elinin yastığının altına doğru kaydığını hissetmişti... Ateşle yanıp zayıf düşmüş olduğu halde, Vizetelly papazın neyin peşinde olduğunu anlamış ve tüm serveti olan 18 sterlini barındıran çorabı, papazın erişemeyeceği bir yere doğru çabucak  kaydırmıştı...

***  Çok şükür Kıbrıslı köylülerin ekşi ağacının taze yapraklarından hazırladığı çaylar etkili olmuş ve Vizetelly yavaş yavaş sağlığına kavuşmuştu... Tavuklarını sepetlere doldurmuş ve sepetlerle eşyalarını evsahibinin arabasına yükleyerek gerisin geri Larnaka’ya dönmüştü...

***  Kentin temizlenmesinden esas olarak Kraliyet Ordusu’ndaki Kraliyet İskoçlar bölüğünden Albay White’ın sorumlu olduğunu öğreniyoruz. 1879 yılında Albay White, kentteki sivil komiser idi ve “Çarşı’da artık hayvan sakatatı satılmayacak, sokaklarda çöp yığınları olmayacak” şeklinde tebliğler yayınlamaktaydı. Sokakların tamir edilip geceleri benzin lambalarıyla güzelce aydınlatılmasını emretmişti... Sokaklar her gün yıkanıp süpürülecekti. Ayrıca Larnaka sokaklarına isim verilmesinde de ısrarcıydı... Anlatılanlara göre okuma-yazması olmayan Maltalı bir ressama bu iş verilmişti. Bu zavallı insan neredeyse hiç okuma-yazma bilmiyordu ancak ısrarı ve özgüveni onu ileri götürecekti. Çabaları çocukça diye tanımlansa da, Larnaka’ya büyük Latin harfleriyle Viktorya Sokağı, Wolseley Sokağı, Beaconsfield Sokağı, White Sokağı ve “Strand” (“Sahil”) yazıp donatmayı başaracaktı.

***  1878 yılında Larnaka’da düzgün bir mezbaha yoktu, böylece Albay White Mısır’dan iki Fransız yapıcıyı bu işle görevlendirecekti – isimleri Thial ve Jean idi, ayrıca Marsilya’dan Beynet adlı bir Fransız kasap da onlarla birlikte mezbahayı yapmakla görevlendirilmiş olacaktı. Tüm bunların masrafını karşılamak üzere Albay White, Larnakalı kentlilere çeşitli vergiler getirecekti. Aslında bu yasal değildi ancak adamın umurunda değildi bu. Larnaka’nın geleneksel İhtiyarlar Heyeti ve Muhtarı’na yol verip yerine tüm beledi işlerden sorumlu olmak üzere Dr. Heidenstam’ı atayacaktı. Heidenstam’ın harç oranları ve vergileri belirleme hakkı vardı, ayrıca ödeme yapmaktan kaçınanlara ceza da kesebiliyordu. Tüccarlar ve dükkan sahiplerine yıllık iki ile on lira arası bir yıllık vergi getirilecekti, yaptıkları ticaretin niteliğine dayalı olarak... Kısaca “Doktor” olarak bilinen Heidenstam, çok kısa sürede birkaç bin sterlinlik bir kar elde edecekti. Bu da ona Lefkoşa’ya giden yol üstünde Avrupa stilinde özel bir rezidans inşa etme olanağı sağlayacaktı.

***  Heidenstam Paris’te tıp okumuş ve İyonya adalarından çok güzel bir Yunan kızıyla evlenmişti. İşgal esnasında Türkler’in yönetimindeki Larnaka’da Sağlık Görevlisi idi. İngilizler adaya geldiklerinde Heidenstam’ın hem İngilizce, hem Rumca, hem de Türkçe konuşan ender kişilerden biri olduğunu keşfedeceklerdi, böylece yetkililer için bu eşsiz bir fırsattı. Aslında Heidenstam altı dili konuşabiliyordu, kendi dilinden başka ancak tümünde de doğru düzgün yazamıyordu – yazmakta zayıf olduğu dillerden biri de İngilizce idi. Bu yüzden bir sekretere ihtiyacı vardı, böylece Rafael aldı genç bir Yahudi buldu, Portsmouth’tan gelmişti bu genç, arkadaşları terzilik mesleğindendi...

***  İşgalden önce Kıbrıs’ta Yahudi yokmuş, Vizetelly şöyle yazıyor: “Yahudiler, Rumlar arasında yaşayamazlar, çok fazla akıllıdırlar, aynı Ermeniler’in, Rumlar’a kıyasla çok akıllı oldukları gibi...” Pek çok Yahudi, 1878’deki o furya içerisinde Kıbrıs’a gitmişti. Yakın Doğu dillerini anlayabilenler, çevirmen olarak iş bulabilmişlerdi. Ancak İngiltere’den bir iş kurmak üzere gelen fakat geldikten kısa süre sonra vefat eden genç bir Yahudi’yle ilgili üzücü bir öykü de vardır. Ortodoks Rumlar, bu gencin gömülmesi için naaşını kabul etmiyorlardı, Müslümanlar da kabul etmiyordu onu ve Katolikler de kabul etmiyordu. Adadaki birkaç Protestan’a gelince, bunların da rahipleri, kiliseleri ya da mezarlıkları yoktu. Belki de yerli dini grupların sempati yoksunluğuna canı sıkılan bu ölenin iki arkadaşı, onu kendileri gömmeye karar vermişlerdi. Onu deniz kıyısında bir yere gömmüşlerdi ancak bir gece başıboş köpekler gömüldüğü yeri çıkarıp cesedini ortaya çıkararak parçalamışlardı...


10 Ağustos 1878 tarihli Illustrated London News'ün kapağı...

(TALES OF CYPRUS’tan (“Kıbrıs’tan Hikayeler”) Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).