Halil DURANAY
halilduranay@kultnesriyat.com
Şiddet makineleri işlevsel şekilde çalışmaya devam ediyor. Tıkır tıkır, bilinçdışlarında zor zapt ettikleri kontrolsüz gücü önce kendilerine ve ailelerine, sonra yakın çevrelerine yönlendirmekten sakınmıyorlar; olanaklarını buldukları vakit fiziksel olarak uygulamaktan çekinmeyecekleri şiddeti epistemik olarak hergün zaten dışa vuruyorlar. Trafikte, banka kuyruğunda, market kasası kuyruğunda, iş yerinde, devlet kurumlarında, hastanenin acil servisinde. Sonra her köşe başını tutmuş doksofozların şuursuzca ürettikleri kanaatlerle, epistemik şiddete üremesi, yayılması, bulaşması için kanaat yuvaları açmaları. Akademi de, sanat da, politika da, ekonomi de şiddete olanak sağlama işletmeleri olarak arzu pompalıyorlar.
Şiddetin fiziki tatmini için de kendimizi bireysel medya sahalarına kanalize ediyoruz. Son iki aydır kan gölüne dönmüş kadrajlarda, vecd ile insan başı kesen İŞİD videolarına tiksintiyle yaklaşanlardan daha fazla korku ve haz arası yaklaşan izleyicilerin sayısı azımsanmayacak derecede fazla. Bu bile o haz dürtüsünü sürekli içine bastıranların, kamusal alanda bir gün içlerindeki şiddet makinesini çalıştırabileceklerine ilişkin tedirgin edici bir emaredir. Zaten medya tüm insan hakları romantizmine karşın, bu şiddet pornografisini körüklemekten sakınmıyordu. Anaakım medya sansür baskısına karşın şiddet pornografisini erotizm hafifliğinde olabildiğince bastırıyordu ama bireysel medya kurumsal bir baskıdan kendini arındırıp, şiddet pornografisini tüm sertliği ile doğal bir seyirlik olarak sunmaktan sakınmıyor; daha doğrusu güdüsünü bastırmak yerine, onu tüm hazzıyla dışavurmak için tüm olanaklarını seferber ediyor. Anaakım medya şiddeti olağanlaştıran bir platform işlevi görürken, bireysel medyalar kontrolsüz birer mezbahane olarak iletişimde.
Bataille, mezbahalar üzerine şunları söylüyordu:
Mezbaha, dinle ilişkilidir, eski çağ tapınaklarında, ibadet ve öldürme gibi iki ana amaca hizmet ederdi. Bir mezbaha sonuç olarak, kesinlikle mitlerin gizleriyle rahatsız edici bir yakınlaşma ve kan akıtılan bu yerlerin tipik uğursuz ihtişamı demekti. W. B. Seabrook’a esefle şunu söylüyordu; burada ayinsel zevk dolu yaşamın devam ettiği görülüyor ancak kurban kanı bu sefahat alemlerinin kokteyllerinin bir parçası değil, aksine geleneğin tatsız bir parçasıdır. Bugün, mezbaha lanetli ve veba-taşıyan bir gemi gibi karantina altına alınmış bir yer. Şimdi, bu lanetli yerlerin kurbanları ne kasaplar ne de hayvanlar, aksine şimdiye kadar bunu teşvik etmiş, ellerinde yalnızca kendi uygunsuzlukları olan iyi halktır, temizlenmenin sağlıksız bir ihtiyaç ile orantılı uygunsuzluğu, çabuk öfkelenen alçaklıkları ve sıkıntılarıyla birlikte. (1)
Bataille’ın bahsettiği ellerinde yalnızca kendi uygunsuzlukları olan bu iyi halkın zaptettiği ve içine bastırdığı güdüleri şimdi uyandırmaları ve hayvanı serbest bırakmaları bana pek de iş kazası değilmiş gibi geliyor. Mezbahaların müşterileri şimdi yeniden iyi halkın kendisi, üstelik siyasal alanın sponsorluğunda gösteriyi sunup, izliyorlar. Ne diyordu Baker:
Bir yanda; işgal, şiddet, terör ve soykırım, diğer yanda “uluslararası barış”ın güçsüz, paramparça kurumları var. Siyasi faaliyet alanının bu iki ucu arasında “ehven-i şer”i kabullenme buyruğunun baskısı altındayız…Siyasal alanın daralmasının bir tezahürü. Şunu sorabiliriz, eğer bunalım yeniyse neden “İslami köktencilik” gibi eski klişeleri kullanıyoruz? Bu siyasal alanı yeniden üretmek zorunda olan Aydınlanma retoriğinin “olgusal” olarak iflas ettiğini gösterir. (2)
Aydınlanma retoriğinin “olgusal” olarak iflas edişi: yani merkez aktörün yeniden belirlenişi. “Yeni çağın önünde duran görev, tanrının gerçekleştirilmesi ve insanileştirilmesi, teolojinin antropolojiye dönüştürülmesi ve onun içinde eritilmesidir” (3). Feuerbach'ın 19. Yüzyıl üzerine yaptığı bu değerlendirme bir açıdan modernizmin temel doktrinlerinden birinin eleştirisi olarak da görülebilir. Modernizmin, Tanrı fikrini dünyanın merkezinden alıp yerine insanı koyması; Feuerbach'ın bahsettiği kutsal merkezin, antropocentism'le (insan-merkezli) olan takasıydı. Kant'ın, yeni doğan bu dünya için yaptığı Aydınlanma tanımı da Feuerbach'ın bahsettiği takasın dayanaklarından. Ne diyordu Kant: “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin-olmayış durumundan kurtulup aklını kendisinin kullanmaya başlamısıdır.”(4)
Kant’ın Aydınlanan ve aklını kullanmaya başlayan insanı, her ne kadar Nietzche’nin öldürdüğü tanrı karşısında “insan-merkezli” bir egemenlik kazanmış olduğu varsayılsa da, modern toplumların karşılaştıkları bu inanç ve yer değiştime şoku; aklın, özgürleşmenin ve ilerlemeciliğin aynı zamanda hem başlangıcını hem de sonunu temsil ediyor. Bauman sonradan modern diye anılacak olan toplumun ortaya çıkışının “ürküten, vertigo ya da boşluk korkusu yaratan bir keşfin, o zamana kadarki inancın yaslandığı teolojik temelin altının boş olduğunu keşfetmenin bir sonucu olduğunu savunuyor.”(5) Aslında bir bakıma insan, ilahiyatın aşkın yaratıclarının ve öte dünya mesellerinin deneyimlenen bu dünyanın gerçekliğini tehdit etmelerine karşı, aklı savunurken, aklın yarattığı bir gerçekliğin ne kadar palyatif olduğunu ve bu geçiciliğin de öte dünyanın ikizi olduğunu şüphesiz kestiremedi. Tanrıyla, merkez konumunu takas edip, akla yatırım yapan Aydınlanma insanı şimdi hem rasyonellikten vazgeçme eşiğinde ve dolayısıyla şiddet gibi doğasına hakim güdülerini daha fazla bastırmaya ihtiyaç duymuyor, hem de bir zamanlar merkez noktasından kaydırdığı kutsal erki vecd ile geri çağırıyor. Tanrı’nın yeryüzündeki gölgeleri, elleri, kılıçları, yeniden erk konumlarına dönüyor. Artık dolaylamadan kendini halife olarak ilan eden otoritelerin yüzyılı olarak anılacak 21. Yüzyıl.
Amenábar'ın Agora'sındaki kaos öncesi düzenin yavaşça tahrik edilmesini hatırlayın; İskenderiye Serapeum'u Hypatia ile en görkemli zamanındadır ancak alt sınıflar arasında yayılmaya başlayan Hıristiyanlık, diğer sınıflar karşısındaki öfkeli yerini, paganlara diş bileyerek netleştirmeye başlar. Kamusal alanda verilmeye başlanan vaaz ve fetvalar, eski dine karşı şiddetten kaçınmayan tahrikler. Sonra bir gün bir Parabalani kesesindeki taşı çıkarır ve bir pagan ölür. Kentte başlayan karmaşa ileride Roma'nın resmi dini olacak Hıristiyanlığın ilk tahrif edici hamlesidir. Eski dünyanın görkemi ve bilgisini temsil eden İskenderiye Serapeum'una giren Hıristiyanlar ilk saldırdığı şey papirüsler ve sanat eserleri olur. Serapeum yerle bir edilir, kısa zamanda keçilerin kapatıldığı büyük ahıra dönüşür. Bu tahrif dönemi boyunca konutlarda ve resmi binalarda izole edilen ve azınlığa dönen paganlar için değişen düzene karşı korunup kollanan yegane değer kadın filozof Hypatia'dır ancak Hypatia'nın varlığı yeni Hristiyan düzenini en çok rahatsız eden unsurdur. Öyle ki açık hedefe dönüşen Hypatia Parabalani'lerce kiliseye getirilip, kilise yasalarına göre yargılanır ve recm ile idam edilir. Kendi halinde görünen normal insanların büyük bir savaş ve yıkım makinesinin neferlerine dönüşmesi aslında keseden çıkarılıp, atılacak tek bir taşa bakar, saliselik bir uyarılmaya.
Dipsiz bir girdap var, tetiklendiğinde kapısını açıp her şeyi yok edebilecek kendi yok oluşu pahasına imhayı sürdürecek arzu/korku güdümlü bir istenç. O istenç eli silah tutan resmi bir üniformalıdan ya da bir gerilladan daha güçlü bir biçimde sıradan insanların içinde var, kamusal alanda, iş yerinizde, ofisinizinde hatta bizzat evinizin içinde. Akıl devre dışı kalıp, alanı hayvansal güdülere bıraktı. Şiddet kutsalın pratiği olarak en arsız ve obur haliyle bizi kuşattı. Ne ironik ki, James DeMonaco’nun The Purge: Anarchy filmi de bu yıl yayınlandı. Şiddetin her halinin ve cinayet dahil her türlü suçun bir arınma biçimi olarak, devletçe yılda bir gece serbestçe yapılmasına izin verildiği çok yakın çağa ilişkin bu kurguya disütopya diyenler, tek bir gün içindeki tüm düşünce ve eylemlerini gözden geçirsinler zira gidişat düşünüldüğünde DeMonaco’nun karanlık önerisi çoğunluk tiranlığı için bir gayet romantik bir ütopya vazifesi görüyor.
----------------------------------------------------------
Alıntılar
(1) Bataille, G. (2013). Acéphale içinde. Hazırlayan: Halil Duranay. Kült Neşriyat.
(2) Baker, Ulus. Devlet İyiliği Temsil Eder, İyilik Yapmaz. Hayvan Dergisi , Cilt:5, Sayı: 39, Sayfa: 52–53.
(3) Feuerbach, L. (2009). Geleceğin Felsefesinin İlkeleri. Alter: İstanbul.
(4) Kant, I. (1784). Aydınlanma Nedir-Türkçe Çeviri: Nejat Bozkurt (1983).
(5) İlter, T. (2006). Modernizm, Postmodernizm, Postkolonyalizm: Ben-Öteki İlişkileri ve Etnosantrizm. Küresel İletişim Dergisi.