İnsan nasıl zehirlenir?

Cenk Mutluyakalı

Kimileri “makam körlüğü” der, kimileri “statü zehirlenmesi.”
Bana sorarsanız ikisi de…
Hatta bir üçüncü var.
Yetkinlik, etik, donanım, kapasite sorunu…

***

İnsan bir koltuk için nasıl bu hallere düşer, nasıl zehirlenir, kendini, bilincini, benliğini nasıl yitirir, aklım almıyor.

Bunun maddi menfaatle ilgisi olduğunu da düşünmüyorum.
Asıl mesele o “statü” sanırım.
Güç elde etmek!
Buna kişisel özellikleri değil bir makamla sahip olmak…

Özel şoför tarafından aranmak, en tepede oturmak, kabuller yapmak, törenlerde kürsüye çıkmak, hep önde yer almak, insanlara tepeden bakmak, kendini göstermek, arka kapının kapısını tutmak, nutuk atmak…

Tamam da…
Bunlara sahip olabilmek adına bir insan kendini bu kadar küçük düşürür mü?
Böylesine rezil eder mi?

Kimsenin inanmadığı bir fenalaşmayla hastaneye düşmeler, makam önerilince mucizevi iyileşmeler, koşa koşa geri gelmeler, istenmediği yerde durmalar, tutanak değiştirmeler, ret oylarının çoğunluğuna rağmen “kazandım” demeler…

***

Defa defa üstelik…
İnsan, istenmiyorsa bir görevde, seçilmiyorsa, reddediliyorsa, bunu anlar bir yerde…
Uzatmaz böyle…
Gider!

***

Makamın gücüyle kimi insanlar gerçeklerden kopuyor bazen…
Hayatın gerçekliğinden kopuyor…

Roma’yı yakan Neron’dan taht için rakiplerini ortadan kaldıran İngiliz Kralı Richard’a kadar tarih onlarcasını tanımıştır böyle…

Ama sonuç hep aynı olmuştur.
Makam körlüğü ya da iktidar zehirlenmesi sonunda kimse o koltuklarda oturamamıştır.
Tarihe utançla kazınmıştır isimleri…

***

Yine de üzülüyorum.
Böylesi bir utanç ülkemde yaşandığı için!
Siyasi pozisyonu değişecek, haksız menfaatleri kaybolacak ya da konfor alanı sarsılacak diye nice insanın bu çürümeye sessiz kaldığını gördüğüm için…
Yitirilen yıllarımız için…

***

İnsan nasıl zehirlenir böyle!
Bir ülke nasıl zehirlenir…


Kim inanır buna?

UBP Genel Sekreteri Hasipoğlu söyledi.
“Kıbrıs Türk halkının takdiri ile iki devletli çözümü savunarak seçilmiş ve doğal olarak da Kıbrıs Türk Halkı’nın görüşmeci misyonunu üstlenmiş Cumhurbaşkanı Tatar…”

Bu cümlede inandırıcılığı son derece kırılgan iki tanım var:
1- Kıbrıs Türk halkının takdiri ile seçilmiş…
2- Kıbrıs Türk Halkı’nın görüşmeci misyonunu üstlenmiş…

Ne demokratik olarak seçildi, ne de görüşüyor çünkü…

***

Ne zor bir iş bu siyaset…
Onca yalanı, gerçekmiş gibi söylemek…

Şimdi bekliyorum, “Meclis’in yüce takdiri ile Meclis Başkanı seçilmiş Töre” de der mi acaba?


Tabipler Birliği bu durumu araştırmalıdır

Ülkemizde - özellikle kamuda - hastalık izinlerinin nasıl alındığı ortak sırrımızdır.
Biliyoruz, hepimiz…
Birbirimize anlatıyor, yol gösteriyor, mış gibi yapıyor, ortak bir yalanı birlikte söylüyor, hep birlikte inanıyoruz.
“Hasta Raporu” bazen gerçekten bir hastalığı anlatıyor.
Bazen de “izin belgesi” oluyor sadece…

***

Şeffaflık olmadığı, istatistik tutulmadığı, veriler paylaşılmadığı için sorgulama şansı olmuyor.

Örneğin kamu ya da özel sektör çalışanları arasında “hasta raporu” kullanımı anlamında fark nedir? En fazla hangi hastalıklar yaygındır? Kaç rapor kullanılıyor, her sene ve hangi dönemlerde?

Uzatmayalım…
Şuna geleceğim, Meclis’te yaşanan utanç seçiminde, iki milletvekilinin önce “hastanelik” olması, rapor alan vekillerin, 24 saat geçmeden oylamaya katılması toplum çoğunluğu tarafından “inandırıcılıktan uzak” görülmüştür.

Üstelik de biri eski Sağlık Bakanı iki vekili kamu hastanelerini tercih etmemiştir nedense… Elbette özel hastaneler de bu ülkenindir. Ama bu tavır hem bir güvensizlik sebebi olmuş, hem de soru işaretlerini artırmıştır.

Kıbrıs Türk Tabipler Birliği bu sürecin araştırılması için sorumluluk üstlenmelidir.
Bu kokuşmuşluğa tıp biliminin ortak olmasına izin verilmemelidir en azından…