‘İnsan odaklı’ ekonomi

Sami Özuslu

 

Dünyada kapitalizmin tartışmasız bir zaferi var. ‘Zafer’ derken ‘başarı’ anlamında değil… ‘Kendini kabul ettirme’ manasında bir ‘zafer’ bu…
Sosyalist modelin 1989’da ‘çöküş’ yaşamasının ardından dünya sadece coğrafi ve devlet yönetimi anlamında ‘tek kutuplu’ hale gelmedi. Aynı zamanda küresel bir ‘tek tip ekonomik model’ algısı da kafaları işgal etti.
Farklı ekonomik sistemler hala var dünyada, ancak kapitalist modelin dışındakilere pek ilgi gösterilmiyor. Bizim içinde bulunduğumuz coğrafyada  değişik bir örnek olmadığı gibi, KKTC’de zaten dünyanın başka yerinde eşine pek rastlanmayan bir ekonomi idaresi (ya da idaresizliği) hüküm sürüyor.
Dolayısıyla hiçbir ekonomik sistem, hiçbir ekonomi teorisi, hiçbir ekonomik akıl bu ülke koşullarıyla kolay kolay örtüşemiyor.
‘Dışa bağımlı ekonomiler’ var elbette… ‘Uydu devlet’ler de az değil…
Lakin bizimkisi bunun da ötesine geçti, çoktan…

***

KKTC’de ekonominin neden bu hallere geldiğiyle ilgili uzun uzadıya hikaye anlatılabilinir. Kıbrıs Lirası’nın bir gecede 36 TL’ye konvert edilmesinden tutun da, bavul ticareti, ucuz işgücü için kimlikle giriş, kooperatifçilik, özelleştirme girişimleri, yüzde 100’ün üstündeki devalüasyonlar, Rum mülkleriyle ilgili çelişkili kararlar ve yasalar ve daha pek çok alt başlık sıralayıp “nereden nereye geldik” sorusuna tarihsel perspektifle yanıt vermek mümkün…
Geçmişi bir tarafa bırakıp bugünün fotoğrafına baktığımızda ne görüyoruz peki?
Şöyle bir ‘anket’ sorusuyla yanıt arayalım soruya:

SORU: KKTC ekonomisini aşağıdaki hangi kavram anlatır?
a) Gelişmiş
b) Gelişmekte
c) Gelişmemiş
d) Belirsiz
Sizin yanıtınız nedir bilmem ama, benim bu soruya cevabım ‘d’… Yani ‘belirsiz’…
Hatta öyle bir şık olsaydı veya açık uçlu soru verilseydi ‘kaos’ derdim.

***

Tam bir bilinmezlik var ekonomide… Başta TL’nin döviz karşısındaki durumu olmak üzere, sürekli bir ‘belirsizlik’le yaşıyoruz.
‘Acaba’ların sonu gelmiyor.
Risk yönetimi ticaretin içinde vardır ama ‘bilinmezler’ yanında ‘bilinenler’ de olmalıdır ki risk alırken en azından bir hesap, bir öngörü, bir projeksiyon yapılabilsin…
Sadece işletmeler değil, ev ekonomisi bakımından da bu böyle… Karanlıkta yön bulmaya çalışmaktan başka iş yapamıyor kimse bu kaos ortamında…
Değil ev geçindirmeye çalışan aile bireyleri…
Değil iş insanı, esnaf, sanayici, çiftçi, hayvancı, üretici…
Ülke yöneticileri bile hesaplayamıyor ne olacağını, planlayamıyor geleceği, kestiremiyor bir yıl sonrasını bile…
Yok ki 5 yıl, 10 yıl sonrasını!..

***

TC’ye bu denli bağımlı durumdayken çok da yapacak bir şey yok aslında bu sistem içinde…
Ve galiba da sihir tam da burada: Mevcut sistem, yani ekonomiye bakış açısıyla bir yere gidemedik bugüne kadar… Her gelen hükümet ‘dönüşüm’ dedi, ‘ilerleme’ dedi, ‘kalkınma’ dedi, ama ne oldu?
Aslında her biri bir öncekinin devamı olan Ankara patentli ekonomik paketleri uygulamaya çalışan her bir hükümet, ilk seçimde muhalefete düştü. Yerine gelen bir sonraki seçimi kaybetti. Onun yerine işbaşı yapanın sonu aynı oldu. Ve peşi sıra bu devam ediyor.
‘Çıkış yolu’ bulamıyor kimse…
Peki ama neden o tutulan ‘yol’un ‘çıkış’ olup olmadığını sorgulamıyoruz ki biz?
Sorum şudur: İnsanların alım gücü geriliyor, iş bulamıyor, geçinemiyor, borçlanıyor, batıyor, yaşam standartları aşağıya düşüyorsa eğer, nedir ama bizim yaptığımız?
‘İnsan odaklı’ olmayan, yani bireyi hayatın merkezine koymayan, ‘kamu maliyesi’ odaklı program ve protokollerle nereye götürüyoruz ki biz bu toplumu?
‘Beyaz bayrak’ mı çektik yoksa?
Hele sol!..
Ha?