Barış Mamalı
Hukukun Üstünlüğü Hareketi
b.mamali@hotmail.com
1) Anayasayı Değiştirme Yetkisi Olan Halk Kasten Devredışı Bırakılmıştır.
Anayasalar toplumsal bir sözleşme niteliğindedir ve en önemli özelliği insan temel hak ve özgürlerini teminat altına almış olmasıdır. Anayasamızı değiştirme yetkisi de sadece halkımıza aittir. Meclisin böyle bir yetkisi hiç yoktur. Meclis bu konuda sadece aracılık yapabilir. Ancak meclis bu konuda halkı bertaraf etmiş ve bir yerde halkın iradesini gasp etmiştir. Bu değişiklikler halkın bilgisine getirilmeden, toplum ile paylaşılmadan kısacası bizleri hiçe sayarak hazırlanan ve şimdi de topyekün evet dememiz için empoze edilmektedir. İşte sırf bu sebepten ötürü hayır demenin en onurlu davranış olacağına inanmaktayız. Halkın değişiklikler hakkında bihaber olması da zaten bunun ispatıdır. Halkı hiçe sayan bu siyaseti sandıkta bırakmak bizim boynumuzun borcu olmalıdır. Hayır diyelim ki, oturup yeni ve kabul edilebilir değişiklikler için önce halktan başlayan bir çalışma yapsınlar. Hayır diyerek halkı önemsemeleri gerektiğini onlara hatırlatmamız gerekir.
2) Halkın Sorunlarını Çözme Yerine Kendi Servet Beyanlarının Gizli Tutulmasını Düşündüler.
Günümüz çağdaş demokrasilerinin en önemli özelliği devletin ve yöneticilerin şeffaf ve denetlenebilir olmasıdır. Bu nedenle seçimle işbaşına gelen ve halkın temsilcisi statüsünde bulunan milletvekillerinin kamuoyu karşısında özellikle mali yönden kapalı bir görünüm arz etmemesi gerekir.
Uzun bir meclis içi çalışmanın ardından Anayasayı değiştirme yeter sayısına ulaşan DP-UG, CTP ve TDP temsilcilerinin imzalarıyla halkın önüne 17 Nisan 2014 tarihinde bir Anayasa değişiklik önerisi getirilmiştir. Bu değişiklik önerileri içerisinde yer alan ve hukuk devleti anlayışını pekiştirecek önemli bir yeniliğin mayıs ayında meclisteki oylama esnasında yok edildiğini görmekteyiz.
3 siyasi partinin onayıyla halkın görüşüne sunulan ve övünülerek kamuoyuna duyurulan yeniliklerden biri “milletvekillerinin servet beyanlarının resmi gazetede yayınlanarak kamuoyunun bilgisine getirileceği” hususuydu. Anayasanın 81(3) madde fıkrasında milletvekillerinin hem kendilerine ait hem de eş ve çocuklarına ait para dahil tüm mal varlıklarını yemin etmeden önce sunmaları bir mecburiyet olarak getirilmiş ve en önemlisi de bu servet beyanlarının resmi gazetede yayımlanarak kamuoyunun bilgisine getirileceği düzenlenmişti.
Halkın kendisini temsil edenlerin mali portresini görebilmesi, sırasında vekilini denetleyebilmesi ve olası yolsuzluklar açısından ise hesap verilebilirlik açısından çok önemli bir düzenleme olan servet beyanlarının “resmi gazetede yayınlanması” hususu her ne olmuşsa son dakikada değişiklikler içerisinden çıkartılmıştır.
Hukukun üstünlüğü ve demokrasi ilkeleri açısından ilerici bir adımın mecliste kapalı istişareler sonrasında değişiklik önerilerinden çıkartılmış olmasının halka izahı yapılabilmiş değildir.
Bu düzenlemenin çıkartılmasıyla milletvekillerinin ve aile üyelerinin servet beyanlarının gizli kalması sağlanmış ve bir yerde halkın bu konuda bilgi edinmesinin önüne geçilmiştir. Mecliste oybirliği ile milletvekilleri servetlerinin halk tarafından öğrenilmesini istememişlerdir. Bu anayasal değişiklik mecliste önemli sayıda milletvekilini müthiş şekilde rahatsız ve tedirgin etmiş olmalıdır ki son anda değişiklikler içerisinden çıkartılma ihtiyacı vasıl olmuştur.
3) Temel Hak ve Özgürlüklerimizi İleriye Taşımadılar, Hatta Daha Korumasız Bir Duruma Getirdiler.
Mevcut 10. Maddede zaten var olan “dokunulmaz”, “devredilmez”, “vazgeçilmez” kelimeleri sanki yeni bir kazanımmış gibi gösterilmeye çalışılıyor. Mevcudun nerdeyse aynen tekrarı olan yeni 10. Maddeye sadece “insan onuru” kelimesi eklenmiştir ki, bu hiçbir şekilde yeni bir kazanım olarak algılanamaz. Keza insan onuru tanımı zaten “dokunulmaz” kelimesinin içeriğinde olan bir husustur. Sadece içerikte olanı kullanmışlardır.
Mevcut 11. Maddede bizlerin temel hak ve özgürlüklerinin (insan hak ve özgürlükleri) “kamu yararı”, “kamu düzeni”, “ulusal güvenlik”, “genel sağlık” amacıyla sınırlanabileceği belirtilmektedir. Bu kelimeler tamamıyla muğlak, soyut ve lastik gibi çekilerek iktidarlar tarafından istenildiğinde kullanılabilecek tehlikeli kelimelerdir. Yani bir hükümet “ülkedeki ulusal güvenlik için ben basın özgürlüğünü kısıtladım” deme rahatlığına ve bahanesine sahiptir. Yenilik yapılacaksaydı işte bu keyfilik yaratan kelimelerden kurtulmak gerekirdi. Ancak değişiklik adı altında bunların tümü yine aynen yeni versiyonda tekrar edilmiştir. Sınırlandırırken temel hak ve özgürlüklerin “özüne dokunulmayacağı” hususu ise yeni bir şey olmayıp mevcut 11. Maddede zaten var olan bir kelimedir.
Ancak burada çok önemli bir tehlikeye dikkat çekmek gerekir. Keza bu cümle ile insan temel hak ve özgürlüklerine eskiye nazaran çok daha kötü bir şekilde sınırlandırma yapma imkanı getiriliyor. Mevcut Anayasamızın 11. Maddesine 2. Fıkra eklenerek anayasamıza “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük ilkesine” uygun biçimde temel hak ve özgürlüklere sınırlama getirme kavramları eklemiştir. Fakat bu kavramlar mevcut anayasamızın veya değişiklik önerilerinin hiçbir yerinde tanımlanmamıştır. Bu yüzden 2. Fıkrayı anlamak için 2004 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince karara bağlanan Leyla Şahin v Turkey davasına bakmak gerekir. Bahsi geçen davada mahkeme Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne üye ülkelerin, sözleşme üyeliklerini sonlandırmaması için geliştirdiği ve ülkelere insan haklarını ülkelerinde arzu ettikleri gibi törpülemelerine olanak sağlayan “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük ilkesi” kavramlarını kullanmıştır.
Bu konudaki en önemli ve tek kazanım olan düzenleme ise önce değişiklik önerilerine konup halka gösterilen ancak meclisteki oylama esnasında sessizce yok edilen 3. fıkraydı. Önce biz halka “bakın bu maddeye ne güzel bir fıkra ekledik” deyip gözümüzü boyadılar, ardından ise bunu hiç sezdirmeden değişiklikler içerisinden çıkarttılar. Çıkartılan 3. Fıkra şuydu: “Sınırlama sebeplerinin, amaçları ve ölçütleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları dikkate alınarak yorumlanır” Yani iktidarlar insan haklarını keyfi bir şekilde sınırlandıramayacak, AİHM bu sınırlandırmaları nasıl uygun bulmuşsa ancak ona uygun davranılacaktı. İşte asıl kazanım bu olacaktı. Ama ne yaptılar? Önce bu varmış gibi bize gösterdiler, arkamızdan mecliste bunu ortadan kaldırdılar. Bu halka atılmış bir kazık, insan haklarına yapılmış büyük bir saygısızlıktır.
4) Çocuk Haklarını Budayıp Önümüze Öyle Getirdiler
Bu yeni bir madde olarak Anayasa’ya eklenmiştir. Olumlu bir düzenleme gibi görülse de sanki çocuk hakları Anayasa’da yer almazsa ıslahevi ve çocuk mahkemeleri kurulamayacak gibi bir akıl kandırması ve algısı yaymaya çalışmaktadırlar. Islahevi veya çocuk mahkemesi kurabilmek için iktidar istendiği anda yasa yapıp bunları derhal kurabilir. Anayasayı değiştirmesine gerek yoktur. Bunların gerçekleşmesine zaten Anayasa’da da herhangi bir engel yoktur.
Esas bize bu konuda meclis oylaması esnasında oynadıkları oyunları anlatsınlar. Altına imza atarak halka gösterdikleri taslaktaki güzellikleri neden kapalı kapılar ardında yiyip yuttuklarını açıklasınlar. Çocukların evrensel haklarını gösteren bölümleri son dakika oyunları ile mevcut maddeden çıkarttılar. Yani asıl önemli olan hak ve özgürlükleri çocuklarımıza layık görmediler. Uluslararası antlaşmalara atıf yapmak bir güvence değildir. Çünkü uluslararası antlaşmalar bir kanunla bizde yürürlüğe girdiği gibi yine bir kanunla ortadan kalkabilir. Önemli olan temel hak ve özgürlüklerin esasını Anayasa’ya yazarak teminat altına almaktır.
16 Nisan tarihli öneride yer alan aşağıdaki bölümler meclis içi dönen dolaplar ile ortadan kaldırıldı, değişikliklerden çıkartıldı:
a) Çocukların “eşitliği”
b) Çocukların her türlü “ayrımcılığa” maruz kalmaması.
c) Çocukların düşünce, vicdan ve din özgürlüğü
d) Çocukların ifade özgürlüğü
e) Mülteci çocukların hakları
Kuşa çevrilmiş ve herhangi bir ciddi hak ve özgürlük koruması tesis etmeyen bu madde nasıl övülebilir ki?
5) Milletvekili Transferini Yasaklamak Yerine Transfer Parasının Peşine Düştüler
Bu maddede yapılan değişikliğin “kamu görevlilerine siyaset özgürlüğü” getirildiği söylenmekte ve sadece bu husus ön plana çıkartılmaktadır. Oysa buraya eklenen yeni bir bölüm ile “milletvekili transferine” zımnen onay verilmektedir. Halkın beklentisi bu transfer olaylarının önüne geçilmesi iken buna yönelik hiçbir tedbir alınmamış, bilakis bu transferlerin önü şimdi daha çok açılmıştır.
Bir milletvekili bir başka partiye transfer olduğunda aldığı devlet katkısı da yeni partisine aktarılmaktaydı. En çok da bu katkının kaybedilecek olması siyasi partileri rahatsız etmekteydi. Anayasanın 70. Maddesinin sonuna eklenen yeni bir cümle ile artık milletvekili bir başka partiye transfer olsa dahi devlet katkısını yine eski partisi alacaktır. Yani partiler için yeni bir rahatlama getirilmekte “gidecekse gitsin zaten parasını devletten yine ben alacağım için sorun değil” şeklinde yeni bir anlayış yaratılacaktır.
Memura siyaset yasağının kaldırılması olumlu bir yeniliktir. Bu yasak kalkarken kamu görevlilerinin görevlerindeki “yansızlık ve tarafsızlık” görüntüsünün de zedelenmemesi çok önemlidir. Ancak burada yasak kalkarken bu siyaset özgürlüğünün çerçevesi net olarak çizilmemiştir. Memurun siyasetin içine ne kadar girebileceği tamamen hükümetin inisiyatifine bırakılmıştır. Bu ileride özellikle “sendikalar” açısından çok büyük bir tehlike yaratabilecektir. Partiye üye olup, buradan menfaatlerini koruma ve sağlama pozisyonunu yakalayan memurlar çifte aidat verme yerine sendikalardan istifa edip partilere kayabilecektir. Bu da çalışma hayatının ve sendikal mücadelenin yıkılmasına kadar gidecek bir yolu açmış olacaktır.
6) Anayasa Madem Ki Zor Değiştiriliyor, Bunu Neden Kolaylaştırmadılar?
Anayasanın değiştirilmesi meclisteki 2/3 çoğunluk nedeniyle zor değiştirilebilmektedir. Yani konunun halkoyuna gelebilmesi için mecliste en az 34 sayısını bulmak gerekiyor. Bu husus ileri sürülerek Anayasanın zor değiştirilebildiği ve bunun önemli bir fırsat olduğu evetçilerin en büyük argümanı olmaktadır. Mademki, bu 2/3 oranı büyük bir engeldir neden bu engeli aşmak ve Anayasa değişikliklerini kolaylaştırmak için hiçbir şey yapmadılar? Bu büyük bir sorunsa bahse konu 2/3 oranını 5/8 veya salt çoğunluk yapıp istenen değişikliklerin daha rahat halkoyuna sunulmasının önünü neden açmadılar? İşte bu onların ne kadar samimiyetsiz olduğunu ortaya koymaktadır.
7) İleride Başımıza Bela Olacak Yıkım Paketlerine Halkın Dolaylı Olarak Onay Vermesi İsteniyor.
Uluslararası antlaşmaların veya ikili protokollerin mecliste onaylanma zorunluğu mevcut düzenlemede bazı küçük istisnalar hariç zaten vardı. Sadece bu istisnalar çıkartılmıştır. Mevcut Anayasa’nın 90. maddesinde bu tür uluslararası antlaşmaların Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi yasaktı. Bu yasak şimdi yine aynen korunmaktadır. İşte esas yenilik bu protokollerin Anayasa Mahkemesi’ne götürülebilmesinin önünü açmak olacaktı. Bunu yaparak gerçekte halkın menfaatleri için ileri bir adım atmış olacaktınız. Oysa meclistekiler bunun devamına karar verdiler. Peki o zaman sorarım size: “Burada halkı koruyacak ne yaptınız ki övünüyorsunuz?” 90. Madde neredeyse aynen korunarak önümüze getirilmekte ve bunu tekrar onaylamamız istenmektedir. Bunun adı “sonradan gelecek yıkım paketlerine şimdiden halk olarak onay verip teslim olmaktır”.
8) Belediye Başkanlarına %10’luk Yolsuzluk ve Usulsüzlük Yaptıkları Halde Yargı Bile Dokunamayacak.
5 fıkradan oluşan bu maddenin neredeyse ilk 4 fıkrası mevcut Anayasadan copy paste yapılmıştır. Yenilik olarak görülen “yerel yönetim organlarına mahkeme kararı ile son verme” düzenlemesidir. Ancak bu düzenleme ile belediye başkan ve meclis üyelerine bir çeşit usulsüzlük yapma zırhı da getirilmiştir. Çünkü belediye başkan ve meclis üyeleri ancak yıllık bütçenin %10’unu aşacak kadar yasadışı iş yapıp belediyeyi zarara uğratırlarsa görevlerine son verilebilecektir. Bir başka değişle Bu %10 aşılmadıkça görevden alınabilmek için mahkemeye verilemeyeceklerdir. LTB’nin 2014 yıllık bütçesi 112 triyondur. Eğer 2014 yılında 11 trilyonluk usulsüzlük yapılırsa hiçbir makam belediye yönetiminin görevine son veremeyecektir. Bu bir nevi anayasal dokunulmazlıktır.
9) Sayıştay Başkan ve Üyeleri Madem Ki Hükümeti Denetleyecek, Peki O zaman Onları Neden Yine Hükümet Seçiyor?
Sayıştay kurumunun işleyişi hakkında yenilikler getirilmektedir. Ancak Sayıştay Başkan ve Üyeleri’nin doğrudan cumhuriyet meclisi yani hükümet tarafından seçilecek olması anlaşılabilir bir durum değildir. Çok daha etkisiz bir kurum olan Ombudsman, yargıçlardan oluşan adliye kurulu tarafından meclise önerilecek 3 kişi tarafından seçilirken, çok daha etkili ve yaptırım gücüyle donatılmış olan Sayıştay’ın başkan ve üyelerini neden direkt olarak hükümet seçmektedir. Yürütme organını denetleyecek olan kurumun yine hükümet tarafından seçilmesi kadar abes bir uygulama olamaz. Mecliste çoğunluğu elinde tutan hükümettir ve hükümetin istemediği bir kişinin Sayıştay başkan veya üye seçilmesi mümkün olmayacaktır. Yani bu makamlara seçilebilmek için mutlaka hükümete yanaşmak veya onlarla iyi ilişkiler içerisinde biri olmak zorundasınız. Bu da zaten Sayıştay’ın bağımsızlığını ve tarafsızlığını peşinen ortadan kaldıracaktır. Hükümete yakın olduktan sonra onun icraatlarını nasıl layıkıyla denetleyebileceksiniz?
10) Anayasaya Evet Diyerek Dünyaya Ayrımcı ve Irkçı Olduğumuzu Haykırmış Olacağız.
Buradaki tek yenilik “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı”nın getirilmesidir. Ancak bu hakkın tanınmasında “insanlar arasında ayrımcılık” yapılarak çok büyük bir insan hakkı ihlali yaratılmıştır. İnsan hak ve özgürlükleri ihlal edilen kişilere gidip Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapma hakkı tanınmaktadır. Konu insan hakkı olmasına rağmen sadece yurttaş olan insanlara bu hak verilmiştir. Yurttaş olmayan bireyler insandan sayılmamış, onların insan hakkı yok sayılmıştır. Yabancı düşmanlığı ve hatta ırkçılık yaratacak kadar bariz bir ayrıştırma ve diskriminasyon yaratılmıştır. Bir insanlık suçunu bu Anayasa’ya evet diyerek alnımıza kara bir leke olarak yazacağız. Dünyanın neresinde insanların bir kısmına mahkemeye gitme hakkı verilirken diğerlerinin suratına da yargı kapatılmıştır? Yoksa bunu Hitler’de mi yapmıştı? Bu insanlık ayıbına onay vermemek gerekir, evet diyen herkes bu insanlık suçuna ortak olacaktır. Bu düzenleme uluslararası arenada bizi rezil edecek kadar önemli bir hatadır. Bunun altına imza koymamak gerekir. İleride utanç duyacağımız şeyler yapmayalım.
11) Halkın Çıkarlarının Önüne Kendi Servet Beyanlarının Gizli Tutulmasını Koydular.
Günümüz çağdaş demokrasilerinin en önemli özelliği devletin ve yöneticilerin şeffaf ve denetlenebilir olmasıdır. Bu nedenle seçimle işbaşına gelen ve halkın temsilcisi statüsünde bulunan milletvekillerinin kamuoyu karşısında özellikle mali yönden kapalı bir görünüm arz etmemesi gerekir.
Uzun bir meclis içi çalışmanın ardından Anayasa’yı değiştirme yeter sayısına ulaşan DP-UG, CTP ve TDP temsilcilerinin imzalarıyla halkın önüne 17 Nisan 2014 tarihinde bir anayasa değişiklik önerisi getirilmiştir. Bu değişiklik önerileri içerisinde yer alan ve hukuk devleti anlayışını pekiştirecek önemli bir yeniliğin mayıs ayında meclisteki oylama esnasında yok edildiğini görmekteyiz. 3 siyasi partinin onayıyla halkın görüşüne sunulan ve övünülerek kamuoyuna duyurulan yeniliklerden biri “milletvekillerinin servet beyanlarının resmi gazetede yayınlanarak kamuoyunun bilgisine getirileceği” hususuydu. Anayasanın 81(3) madde fıkrasında milletvekillerinin hem kendilerine ait hem de eş ve çocuklarına ait para dahil tüm mal varlıklarını yemin etmeden önce sunmaları bir mecburiyet olarak getirilmiş ve en önemlisi de bu servet beyanlarının resmi gazetede yayımlanarak kamuoyunun bilgisine getirileceği düzenlenmişti. Halkın kendisini temsil edenlerin mali portresini görebilmesi, sırasında vekilini denetleyebilmesi ve olası yolsuzluklar açısından ise hesap verilebilirlik açısından çok önemli bir düzenleme olan servet beyanlarının “resmi gazetede yayınlanması” hususu her ne olmuşsa son dakikada değişiklikler içerisinden çıkartılmıştır. Hukukun üstünlüğü ve demokrasi ilkeleri açısından ilerici bir adımın mecliste kapalı istişareler sonrasında değişiklik önerilerinden çıkartılmış olmasının halka izahı yapılabilmiş değildir. Bu düzenlemenin çıkartılmasıyla milletvekillerinin ve aile üyelerinin servet beyanlarının gizli kalması sağlanmış ve bir yerde halkın bu konuda bilgi edinmesinin önüne geçilmiştir. Mecliste oybirliği ile milletvekilleri servetlerinin halk tarafından öğrenilmesini istememişlerdir. Bu anayasal değişiklik mecliste önemli sayıda milletvekilini müthiş şekilde rahatsız ve tedirgin etmiş olmalıdır ki son anda değişiklikler içerisinden çıkartılma ihtiyacı vasıl olmuştur.