Neriman Cahit
Bir türlü uyku tutmadığı gecelerde türlü ‘Olumsuz duygularla’ cebelleşme yerine, yeni bir deneyimde karar kıldım: Televizyon ya da bir kitapla merhabalaşmak…
Geçen gece de öylesi bir geceydi ve güzel bir tesadüf eseri olarak da TV’de: 1897’de İstanbul’da doğan Maria Yordanidu’nun İstanbul’da yaşamış ninesini konu eden ve dizi film şeklinde de çekilen ünlü “Loksandra” adlı romanıyla ilgili çekilen filmi izleme olanağım oldu.
Beni çok etkileyen bir yönü ise, 1990 yılının başında yaşamını yitiren – Yaşamı İstanbul’da geçmiş - yazarın, oldukça çileli ve dopdolu yaşamı oldu… Ölmeden önce yapılan son röportajı da çok etkileyiciydi… Özellikle de o upuzun yaşamında – hayata veda ederken bile… Giderayak – hâlâ, ‘Kadın Konusunu’ tartışmasıydı…
İLGİNÇ YAŞAMI…
Maria Yordanidu, 1897’de… Yani, Abdülhamit Dönemi’nde, İstanbul’da doğmuş… Romanının – Filminin kahramanı olan ninesi ise, ‘Abdülmecit Dönemi’nde, gençliğini sürüyormuş…
Televizyondaki söyleşide, ‘Profesyonel Devrimci olan ve kendi deyimiyle, “Onu, hep istismar eden kocasından söz ederken, kadının ‘Erkek Toplumu’ ile ilişkilerinden şikâyet ediyordu…
***
Loksandra’da, “başkaları için yaşayan kadını” anlatmıştı. Mutlu, huzurlu, dengeli, doygun ve biraz da ‘Safçaydı’ bu prototip… Orta yaşlılığına kadar, anne – babasına bakmış, kardeşlerini büyütüp evlendirmek için didinip durmuştu…
***
Sıra, kendine geldiğinde de, ‘Çocuklu bir dula’ varmış, onun çocuklarını da kendisininkilerle birlikte büyütmüştü… Hem de muazzam bir şefkat ve sevgiyle…
Bir yandan da 19. YY. İstanbulu’nda yaşamıştı…
Öğrendiğimize göre sosyologlar, psikolog ve çeşitli mesleklerden Feministler bu konuyu sürekli tartışırlar… Özellikle de: Klasik Kadın’ın, Yunan Edebiyatındaki bu en mükemmel örneğini…
Loksandra mutludur, çünkü, kadınlığının bilincindedir. Erkeği de onun kadınlığının bilincindedir ve birbirlerine karşı büyük bir sevgi ve saygı beslemektedirler…
ÇAĞDAŞ KADIN…
Hade gelin, çizgiyi – pek genellemezsek de – ‘Çağdaş Kadına’ çekelim ve sorunların altını çizelim: Çağdaş Kadının, klasik rolünden kopmasıyla ‘Sınıflı Toplumda’ kendine yeni ve kadınca bir rol bulamadığını… Dolayısıyla, hızla erkekleşmeye’ başladığını… Kadınlığına yabancılaşıp, erkeğe öykündüğünü… Orada da kadın olarak mutsuzluğu eklenir sonra da filimde…
***
Gelin, birlikte düşünelim: Kadının ya da genel olarak ‘insanın’ doğuştan gelen, “biçilmiş rolleri” var mıdır? “Kadının Doğası ya da Erkeğin Doğası” diye iki terim varsa, kadın ve erkeğin ‘günümüz toplumlarındaki yeri’ ne ölçüde doğaları ile çakışmakta, nerelerde çelişmektedir. Çoğu insana göre: “Yaş yetmiş iş bitmiş bir çağda hala yazmayı sürdürüyorsa… Daha da ötesi: “Yeni bir hevesle yazmaya başlıyorsa…” Bu konuda başkasına ne kadar iş düşer ki… Onu takdirle anıp, saygı duymaktan başka…
***
Bu konudaki tartışmalar sürüyor…
Hızını artırarak sürecek de…
***
“Yaş yetmiş iş bitmiş…” yerine…
Tanığı olduğum ya da bana aktarılan onca şey benimle birlikte: ‘Toprak olup, unutulup gitmesin diye yazıyorum…”
Toprağa, ‘Mer-ha-baa…’ diyene kadar da yazacağım… Demenin…
Hele de, “Onu gerçekleştirmenin: O müthiş heyecanıyla…
Ve sevgiyle…