Bildiğim bazı şeylerin yanlış olabileceği ve bazı bilmediklerimin inandığım hikâyeyi büyük oranda değiştirebileceği fikri hep germiştir beni. Çoğu zaman da öğreneceklerimin beni daha da acıtacağını düşünmemin verdiği korkudan, gerçeğin peşine düşmekten vazgeçmiş beni halihazırda acıtmakta olan hikâyeyi karanlıkta bırakıp yüzümü başka tarafa çevirmişimdir. Şimdilerde içim böylesi kırık, yarım kalmış hikayelerle dolu bu yüzden. Gerçekte olan neydi? Benden birden yüz çeviren birisi bunu neden yapmıştı? Bir başkasının kafasından neler geçiyordu? Bir yerde bir yanlış anlama, yanlış anlamlandırma mı gerçekleşmişti? Benim bilmediğim bazı ayrıntılar mı vardı? Bazı gerçekleri beni çok acıttıkları için görmezden mi gelmiştim? Ben aslında başkalarının gözünde başka biri miyim? “Kendindir kendinin görünmediği tek yer/ yanılgısında yalancı aynaların” demiştim Düş adlı şiirimde. İnsan olmak ne zor zanaatmış.
Bu ruh halini pek çok insan da benim gibi yaşamıştır mutlaka. Gittikçe daha da karmaşıklaşan insan ilişkileri dünyanın en önemli dertlerinden biri bana kalırsa. Kırılgan ruhlarımız her türlü yaraya açık ve biz de bunu başkalarına yapıyoruz bilinçli ya da bilinçsiz biçimde. Hepimiz insanız, benzer deneyimlere sahibiz ama tam olarak anlayamıyoruz birbirimizi.
Kendimizi anlayabiliyor muyuz peki? Kimi zaman kelimelere dökemesek de ta içerden bildiğimiz bir hakikat vardır kendimize dair diye düşünüyorum. Belleğin karanlık noktalarına ittiğimiz bazı ayrıntılar, kendimize bile itiraf etmek istemediklerimiz, derin suçluluk duygularımız da söz konusu ama. Kendi hakikatimizi gölgeleyen, kendimizi bir netlik içinde görmemizi engelleyen bir iç karmaşası yaratabiliyor bunlar.
Hayatın sırrını çözmüş gibi duran, yaşanan her bir şeye basit tanımlar veren insanlara bakıp sorun bu insan ruhunu ve yaşantısını didik didik etmeye eğilimli entelektüel duruşta olabilir diye düşünüyorum bazen. Sonuçta her şey çok basittir belki de, kimi insanların öyle fazla bir derinliği filan yoktur ve bazı pragmatist saikler yön verir davranışlarına.
Hayat vahşi bir orman galiba. Hayvanlarla ilgili belgesellerde olduğu gibi, kendine yer açma, kendi avını mideye indirip varlığını idame ettirme, soyunu sürdürmek için diğer rakiplerini ekarte etme peşinde insanoğlu ve insankızı da.
Bazen yazdığım, söylediğim bir şeyin ne kadar farklı algılandığını, kimi insanların ironi, metafor denen şeyin ne olduğu hakkında en ufak bir fikre sahip olmadığını, pek çok yazılanı düz ya da kendi karanlık filtrelerinden geçirip okuduklarını hayretle görüyorum. Çok gençken içimi acıtır, boğazıma bir yumru yerleştirirdi bu… Anlaşılmamak adaletsizliğin yolunu açardı çünkü… Bir de o zamanlar herkes beni anlasın ve sevsin isterdim. Pek de bu dünyaya ait biri sayılmazdım aslına bakılırsa.
Şimdi daha mı aitim sanki? Hayatını dünyada geçiren bir varlık olarak her gün yeni yaralarla devam etmeye çalışıyorum yoluma. Çocuk gibi kanıyorum bazen bir tatlı gülüşe, bir güzel söze. Bir masal istiyorum ya, bazı ayrıntıları görmezden gelerek masallar kuruyorum kendime. Karşıma canavarlar çıkıyor ama onları yenerim sanıyorum, Kaf dağını aşarım her türlü belayı atlatırım sanıyorum. Bütün bunların ne kadar çocukça olduğunu fark etsem de büyümeyi kirlenmekle özdeşleştirdiğimden bunu başaramıyorum bir türlü. Masalda kalayım ve masumiyetimi orada koruyayım istiyorum.
İnsan türlü türlü kötülükle karşılaşınca afallıyor ama. Birileri kendine yer açmak için seni iteklemeye, var olabilmek için seni yok etmeye yönelebiliyor. Masumiyetin yalnızca yenilgi demek olduğunu görebiliyorsun bir noktada ve uysal atın sert çiftesini savurmaktan başka seçeneğin kalmıyor. İyi bir kalbin varsa hem kendin hem de yaraladıkların için yas tutmaya başlıyorsun bunun ardından. “Onlar kötü. Sana yaptıkları ise korkunç. Görmüyor musun?” diyorlar. Evet, kötü onlar. Dünya da insanın iyi olmasına pek de izin veren bir yer değil zaten. Kötülerden hızla uzaklaşmak en doğru seçenek bu durumda.
Yaralarını biraz da kendi derinleştiriyor insan. Onlara hak ettiklerinden fazla anlam yükleyerek, acıtan yerlerini düşünmeye devam ederek yapıyor bunu. Oysa acıyı savuşturmanın en etkili yollarından biri onu yok sayıp düşünceyi başka bir alana çevirmek. Her zor deneyim insanı olgunlaştırır fikrinde küçük bir avuntu bularak yola devam etmek en doğrusu bu durumda.