Algı yönetimi, ne acıdır ki demokrasi ile doğru orantılı bir şeydir…
Şöyle örnek verelim; en demokratik ülkelerde bile algı yönetimi mutlaka hükümetlerin veya devleti yönetenlerin başvurduğu bir şeydir; ama örneğin Türkiye gibi ülkelerdeki kadar en üst seviyede değildir.
Ya da KKTC’deki kadar “rezil” bir durumda değildir.
-*-*-
Reklam bir algı yönetimi uygulamasıdır.
Manipülasyon, algı yönetiminin önemli ayaklarından biridir…
Yani insanları yönlendirme çabası…
Ve tabii ki manipülasyonun başarılı olması için “dezenformasyona başvurmak” çok kullanılan bir usuldür…
Kasten yanlış bilgilendirmedir “dezenformasyon”…
-*-*-
Reklamın amacı ticaridir…
Reklamda “yalan” ve “aldatmaca” olmaması için çeşitli denetim mekanizmaları kurulur…
Nerede?
Mesela Finlandiya’da…
Ama gariban demokrasilerde bu da yoktur…
-*-*-
Ancak propagandanın denetleyicisi olmaz…
Çünkü propaganda, yani insanları yanlış bilgilerle yönlendirmeye çalışmak; tarihin en derin ahlaksızlığıdır…
-*-*-
Kıbrıs meselesi…
Kıbrıs’ın gerek Güney gerekse Kuzey’inde veya Kıbrıs adası “Kuzey” ve “Güney” diye ikiye bölünmediği dönemde iki toplum içerisinde ağır propaganda hakim oldu…
Milliyetçilik propagandası…
Ve milliyetçiliğin hedefine ya Enosis ya da Taksim yerleştirildi.
Bu hedeflerin doğru olmadığını söylemek, bu iki hedefin aleyhine fikir üretmek de “ihanet” ya da “hainlik” olarak kabul edildi.
-*-*-
Ne ilginçtir, her iki toplumdaki aşırı milliyetçiler, ilk başlarda kendi içlerindeki “barışsever” insanları hedef aldı ve vurarak öldürdü.
Ya da en iyi ihtimalle, Kıbrıs Rum toplumu içerisinde “Türkçü” olarak suçlandı; Türk toplumu içerisinde de “Rumcu”…
-*-*-
Şu anda Ersin Tatar, hala bu jargonla siyaset yapmaktadır.
Her gün kendine çok yakın eski FETÖ’cü veya aşırı faşist birkaç kişiye, “Rumcular, solcular…” diye demeç vermekte ve “çözümü, barışı, federasyonu” savunanları aklı sıra “hain” ilan etmeye çabalamaktadır.
Bu bir utançtır, bu bir ayıptır ve bu toplumumuz adına Dünya’dan daha da uzaklaşmamıza sebep olan son derece geri kalmış bir davranıştır.
-*-*-
Bizlere çocukluktan beri, askere itaat, Türkiye’yi yönetenlere mutlak biat, puta tapar gibi bazı sembollere tapınmak öğretildi…
“Helal süt emmiş Türk çocuğu olmanın…” önemi vurgulandı…
Barış istemek, hele hele federal çözümü savunmak “vatana ihanet” kabul edildi.
Şiddet mi?
Ekonomik şiddet, sosyal şiddet çok uygulandı ama Kutlu Adalı’dan bu yana Allah’a çok şükür kimse vurulup öldürülmedi.
-*-*-
Çok ders aldığımızı düşünüyorum…
Almamışsak da almamızın artık kaçınılmaz olduğuna inanmaktayım…
Bu yüzden 23 Ocak 2022 tarihine büyük önem veriyorum…
-*-*-
Algı olayıyla ilgili bir hikaye yazayım…
İnternette dolaşan bir videodan aldım…
Türkiye’nin Doğu’sunda bir zamanlar bir vali, üç çocuktan fazla doğum yapmasınlar diye, kadınları bilinçlendirme programı hazırlamış…
Kadınlar topluca sağlık ocağına gitmişler, hastaneye başvurmuşlar derken hepsine spiral takılmış…
Eve geldikleri zaman kendilerine spiral takıldığını eşlerine anlatmışlar…
Eşleri, “kesin devlet bizi dinlemek için bir alet takmıştır” diyerek, akşam malum görev icrası sırasında, “vatan sana canım feda” temposunu tutturmuşlar ve bu arada da “komutanım ben emrinizdeyim” gibi sözler sarf etmişler…
-*-*-
Algıya hiç gerek yok…
İnsan, düşünen bir hayvan olabilir ama bazılarının krallıkları devam etsin diye kandırılarak güdülmeye çalışılmamalıdır.
Boykot mu tam tersi mi daha iyidir?
Seçimleri boykot meselesiyle ilgili fikir yürütmeye devam edelim…
Ve tekrar edelim, “boykot”, Dünya’daki tüm demokrasilerde veya demokrasi dışı ülkelerde son derece soylu bir tavırdır…
-*-*-
Ancaaak, KKTC’de 23 Ocak 2022’de yapılacak olan boykot; ne “Türkiye’nin etkinliği”nin veya “işgalci – istilacı – emperyalist” tavrının Dünya’ya duyurulmasını sağlayabilir; ne de sağlasa bile Türkiye’nin umurunda olur!
-*-*-
Ayrıca, zaten ülkedeki kayıtlı seçmenin en az yüzde 30’luk kısmı halen yurt dışında yaşamaktadır.
Zaten, pandemi başta olmak üzere, ekonomik nedenlerle de, sırf seçim için gelip de oy kullanmak zorlaşmıştır.
Haliyle yarış başlamadan yüzde 30’luk bir kayıp olduğu gayet açıktır.
-*-*-
Kısacası, bir önceki genel seçim ya da başka seçimlerdeki katılım oranı eğer baz alınırsa, örneğin 23 Ocak’taki katılımın yüzde 65 ve üzeri olması, ne yazık “boykot”un çok cılız kaldığını gösterecektir.
Ve eğer katılım oranı yüzde 55’in altına inerse; o zaman seçimde en çok kaybeden, boykotçuların olası oy verebileceği partilerdir ki bunların başında TDP’nin, sonra da CTP’nin geldiği gayet açıktır.
-*-*-
Bugüne kadar “ben boykotçuyum” deyip de bir önceki seçimde UBP veya YDP’ye oy verenine rastlamadım.
Haliyle boykot, “bunlar da tıpkı ötekiler gibi Türkiye’nin kuklasıdır” sonuç noktasına ulaşacaktır; bu açıkça UBP ve YDP dışındaki partileri cezalandırmak ve yine haliyle UBP ve YDP’yi ödüllendirmekten başka bir şey olmayacaktır.
-*-*-
Evet, boykot bir haktır…
Selamlarım.
Ama 23 Ocak 2023’te sandığı boykot etmenin, boykot etmemekten çok daha ciddi zarara yol açacağını iyi hesaplamak gerektiğini de belirtmek isterim…
Noel, her yıl 25 Aralık tarihinde İsa Peygamber’in doğumunun kutlandığı Hristiyan bayramıdır.
Noel, her yıl dünyadaki Hristiyanların çoğunluğu tarafından 25 Aralık'ta kutlanır. Bazı ülkelerde kutlamalar 24 Aralık'ta Noel arifesiyle başlar ve 25 Aralık bitimine kadar devam eder… Bizler 31 Aralık akşamı yeni yılın gelişini kutlarız… Londra’daki Kıbrıslı Türkler, 24 Aralık akşamında da kutlama yapmaya alıştılar… 15 yıl orada kaldım ve en önemli akşam sanırım 24’ünün akşamıydı… Ve Noel, Christmas ya da her neyse; kapitalizmin en çılgın dönemlerinden de biridir… Herkes, herkese hediyeler alır, tatillere gidilir, oteller, balo salonları doludur… Alkol su gibi akar, yemekler bol bol pişirilir… İnanan herkese İsa’nın doğum günü da kutlu olsun… Ucuz içki bulan içsin; şerefe… İngiltere’de bu yıl tarihte ilk defa Noel hediyeleri arasında, antijen testleri de yerini aldı…