Neriman Cahit
Bir yağmur çiselese de… Ara ara ‘bahar havasını’ çağrıştıran ne güzel, güneşli günler yaşıyoruz…
Böylesi günlerde, en mutlu olan da küçük köpeğimiz Bobiş… Çünkü, ne kadar işim olursa olsun, güneşin en dost saatinde onu, yürüyüşe çıkaracağımı bilir ve bunun coşkusunu yaşar…
Yürüdüğümüz yerler, inanılmayacak bir kirliliğin kapladığı bir halı gibi… Bobiş, yine de halinden çok memnun… Dışarıda olduğu süre hep kuşların ve kedilerin peşinde…
Kendi evimizin bahçesindeki dağınıklığı Bobişe ve onun candan dostları kedilere yüklesem de… Onlarda, benim de payım olduğunu kabul ediyorum…
Özellikle, Bobiş ve dostlarına çıkıştığımda…
SADE AŞKLAR DEĞİL…
Cemal Süreyya, bir şiirinde: “Aşklar da bakım ister / öğrenemedin gitti” der ya…
Sadece aşklar değil… Herşey bakım ister…
Bunları yazarken ‘Çehov’ giriyor araya…
Ve, ‘İvanov Oyunu’ndaki’ Saşa- parmağını yüzüme sallaya sallaya: “Aşk ne kadar emek isterse… o kadar da güzelleşir…
Anlıyor musun… O kadar da daha iyi hissedilir…” diyor.
Ama ben, Cemal Süreyya’nın dizelerini daha çok seviyorum…
Aşklar da, dostluklar da, çiçekler, kuşlar, çocuklar… Heyecanla beklediğimiz ‘bayramlar da’ bakım ister…
***
Kendi kendime söz verdim…
Bahçemi, ‘gelin kız’ edeceğim çiçeklerle…
Bazen, onlarla şakalaşıyorum: “Ben biliyorum, sizi ne kadar ihmal etsem de… Bahar bir gelmeye görsün… Minicik filizlerle, onun şölenine katılırsınız…
Ya kuşlar…
Bahar, onları da canlandıracak…
Havalar biraz daha ısınsın da seyredin onları… Nasıl, hep birden, solo ve koro konserlerine başlayacaklar…
***
Komşuların bahçelerindeki, önce çiçek sonra da meyveyle donanan ağaçlara takılıyor gözlerim…
Adeta, büyülü bir şenliğe hazırlanıyorlar…
HİÇ DE KÜÇÜMSENEMEZ…
Son zamanlarda, ardarda gelen önemli konuları, derinine düşünmek insanı adeta hasta ediyor…
Artık, bu konularda tartışmak yerine, başarı konusunda hayli yol almış – sayıları az da olsa – Belediyelerimize daha çok özen göstererek, yardımcı olarak: “Örnek Belediyeler” yaratmak zorundayız… Maalesef bu konularda hayli geç kaldık… Çünkü Dünya, biz farkında olmasak da – her ülkeyi derininden izler…
Yerel Yönetimi, yani: Kendi ülkesi ve bulunduğu yerdeki ‘basit işleri’ yönetmeyi beceremeyen bir halkın…
Ülke çapında, demokrasi oynamaya kalkışması kadar gülünç bir şey olamaz…
Şu önemli gerçeğin altını önemle çizelim: K.K.T.C, bu konuda, “azgelişmiş” denen birçok ülkeye göre hayli şanslı sayılabilir:
“Köy ve hatta Belediye Yönetimi” alanındaki birikimimiz hiç de küçümsenemez…
***
Ama ben, hiçbir konuda “Umutsuz” değilim… Çünkü…
Her şey bize bağlı…
-------------------------------------------------------------------------------
ÖZNE BİREYLER…
Hiç, ‘tarih üzerine’ düşünmeyi denediniz mi?
Tarih nedir, kim yapar, nasıl yapılır?
Bu konuda uzun uzun kafa yorarsanız, sonunda benim gibi, “Resmi Tarih / Gayri Resmi Tarih” ikilemine girersiniz…
Aslında, gerçek tarih hangisi?..
Bu noktada, son okuduğum, İtalyan Tarihçi: VİCO’nun sözleri aydınlatıcı gibi geliyor: Kuşkunun, muazzam okyanusu üzerinde sığınılacak biricik ada: “TOPLUMSAL – SİVİL DÜNYADIR… Biz, ayaklarımızı ancak, bu ada üzerinde sağlamca yere basabiliriz…
Aslında, Vico’nun sözünü ettiği Toplumsal – Sivil alana bakınca: “Resmi Tarih / Gayrı Resmi Tarih ikilemi”, açıklayıcı olmaktan çok kapayıcı görünüyor… Zira, bu iki tarih yorumu, aynı paranın iki yüzü gibi… İkisinde de, “tekil failler” var: BİREYLER… ÜSTÜN – SEÇKİN BİREYLER, ÖZNE BİREYLER…
***
Evet, tarihi bireyler yapar…
Ama, bilindiği üzere, kendi seçtikleri koşullar içinde değil, verili buldukları, içine doğdukları ve bilinçlerini belirleyen koşullar içinde…
Tarihe böyle bakınca: “Resmi Tarih / Gayrı Resmi Tarih” ikilemi geçerliliğini yitiriyor… Tarihi yapan bireyler: “Ya üstün bir birey” yapmış… Ve eşyanın tabiatı gereği: ‘Çok iyi bir tarih’ yapmış…
Bunun tersi de: “O ülkenin tarihini ‘despot’ bir birey yapmış… Ve, yine eşyanın gereği olarak: Kötü bir tarih yapmıştır…
YA ÖTEKİ BİREYLER…
İster istemez akla şu soru geliyor:
Peki, bu tarih yapılırken, “ÖTEKİ BİREYLER” – bu memleketin insanları – neredeydi? Tarihleri yapılırken onlar ne yapıyorlardı?
***
YANİ: SİVİL TOPLUM…
--------------------------------------------------------------------------
HEP SÖMÜRGEYDİ BİR YANIMIZ…
Otlar toplar kaynatıp içirirdi annem
tütsü yakar kem gözlere tutardı
hep bir şeyler mırıldanır gibiydi dudakları
hiç çıkmadı belleğimden
yüzüne kazınan o derin hüzün…
Tanıdık acıların alacasını dokurdu
analarımız tezgahlarında
satıp da, bize bubbalar, goggolar alacak
neneler Cuma Pazarından…
Giyinirdik günle gelen yorgunluğu
ki, hep sömürgeydi bir yanımız…
Arasta esnafı tekmil acemi
nerden bilecek bir çocuğun
üşüyen yüreğini…
ekmekten önce goggonun geldiğini…
O duru su bir daha akmayacak
biliyorum…
ve usulca örtüyorum çocukluğumun üstünü…
Neriman CAHİT