İNSANLIĞIN YAZGISI VE BENGİ DÖNÜŞ

“kollektif bir özne” yani “insanlık” küreselleşmenin, kapitalizmin, sömürgenin her türlü haksızlığın ve zulmün hüküm sürdüğü modern dünyada Covid 19 ile mücadelesinde insanlık başarılı olabilecek mi?

Özlem Onar

onarozlem@gmail.com

                Son bir yılda dünyada olanlar ve yaşadıklarımız, şu an yaşıyor olduklarımız ve ileride dünyamızın başına gelecek olanlar insanlığın yazgısı mıdır? Yoksa tüm bunlar tamamen insanın özgür iradesinin ürünleri midir? Ya da bazı şeyler insanın değiştiremeyeceği olduğu gibi kabul etmesi gereken durumlar iken bazı şeylere de özgür iradeyle müdahale edilebilir mi? Günümüzde olduğu gibi gelecekte de bu sorular, insan zihnini meşgul etmeye devam edecektir, diye düşünüyorum. Kısacası “kader” ve “özgür irade” problemi felsefe tarihinin her döneminde çekiciliğini korumuştur. Özgür iradenin dışında, içinde bulunduğumuz toplumun coğrafi, kültürel ve siyasi koşullarının tarihsel yazgımızı belirlemedeki etkisini yadsıyamazsak da tüm olanların ötesinde önceden belirlenmiş ve ne kadar çaba gösterirsek gösterelim sonunda boyun eğdiğimiz mutlak bir yazgı var mıdır? Yoksa özgür irademizle seçimler yaparak kendi kaderimizi kendimiz mi belirliyoruz? Yazımdaki amacım; insanın kaos, belirsizlik ve anarşi durumlarında bedel ödeyerek; büyük hüzünler, yoğun acılar çekerek, bir nebze de olsa özgür iradesinin sayesinde varoluşunu gerçekleştirebileceğine değinmektir.

                Günümüzde içerisinde bulunduğumuz pandemi süreci, tarihsel yazgımızın ne olacağı sorusunu gündeme getirmiştir. Tüm dünyada Covid 19 ile insanlığın savaşı, bilim insanlarının yoğun aşı  çalışmalarıyla devam etmektedir. Bir yandan da Corona virüs mutasyona uğrayarak, yayılma hızında büyük oranda artış göstermektedir. Dolayısıyla “kollektif bir özne” yani “insanlık” küreselleşmenin, kapitalizmin, sömürgenin her türlü haksızlığın ve zulmün hüküm sürdüğü modern dünyada Covid 19 ile mücadelesinde insanlık başarılı olabilecek mi?

   Konumuzdan fazla uzaklaşmadan, kader veya yazgı kelimesinin sözlük anlamına bakacak olursak; değişmez bir karar ile kimi vakit iyilik ve en çok fenalık hazırlamış bulunduğuna inanılan doğaüstü kuvvettir. (1) Kader kelimesinin, sözlük anlamı ile günlük dildeki kullanım şeklinin birbiriyle örtüştüğünü düşünüyorum. Siz ne dersiniz? Başımıza felaketler geldiği zaman adı kader, milli piyangodan para çıktığı zaman ise adı talih olur. Öte yandan, farklı kültürlerin tarih anlayışlarının ve kadere olan bakışlarının da farklı olduğunu görürüz. Samilerin kültürüne bakacak olursak; Samiler çok eski zamanlardan bu yana tek Tanrılı dinlere inanırlar. Samilerin kültüründe ruh göçü inancı yoktur. Her insanın bir yaşamı vardır. Önemli olan ruhun bedenden bedene gezmesi değil, tek otorite olan Tanrı’nın buyruklarına uyması, nihayetinde de cennete gitmesidir. Bu kültürde tarih dümdüz bir çizgi şeklinde ilerler. Tanrı’nın evreni yaratmasıyla birlikte tarih ve evrenin kaderi de belirlenmiştir. Evrende bir düzen vardır. Yaşanan her olayın, tüm yaratılan varlıkların bir nedeni vardır. Hint ve Avrupa kültüründe ise geçmiş zamanlarda çok tanrılı inanışlar söz konusuydu. Bu kültürlere göre tarih daireler şeklinde ilerler. Doğum ve ölümün, gece ve gündüzün, mevsimlerin birbirini izlemesi gibi tarih de dairesel hareketlerle sürekli kendisini yineler. Dolayısıyla kader çizgisi daireseldir. Dairenin başı ve sonu yoktur. Evrende sonsuz bir döngü söz konusudur. Ebedi dönüş diye adlandırılan bu kozmolojik ideye göre; bir kaostan doğan evrenin yeniden doğacak şekilde kaosa dönüşeceği düşüncesi hakimdir. Ölüm sonrası ruhlar başka bedenlere girerek yeniden doğarlar. Yunanlı filozof Platon da reenkarnasyona (ruh göçüne) inanmaktaydı. Platon, iyi ve kötü ruhların tekrar tekrar doğarak aynı yazgıyı yaşadıklarını savunmuştu.  Antik Yunan’da kader ya da yazgı anlayışı mutlaktı. Sadece ölümlülerin yazgısı değil, tanrıların bile değiştirilemez yazgılarının olduğunu kabul ediyorlardı. Yunanlı Homeros’un yazdığı İlyada ve Odysseia destanlarında geçen mitolojik olaylarda belirgin olarak tanrıların yazgılarına karşı gelemediklerini görürsünüz. Sophokles de “Kral Oidipus” adlı eserinde Oidipus tüm gayretlerine karşın, Tanrı Apollon tarafından belirlenen, belki de insan evladının başına gelebilecek en trajik yazgısından kaçamaz. Fakat yazgısıyla yılmadan savaşması onu unutulmaz bir tragedya kahramanı yapmıştır. Bu eser dünya görüşü, tanrı anlayışı bakımından incelenmeye değerdir. Eserdeki davranışlarıyla denilebilir ki, daha ziyade XVIII ve XIX yüzyıllarda kendini iyice belli eden, tanınmış fikir adamlarında ifadesini bulan dünya görüşünün, her şeyi aklın, muhakemenin süzgecinden geçiren anlayışın öncüsüdür. (2)

  Dünyanın düzeninin yekpare, biricik bir amaca yönelmiş olduğunu söyleyen felsefi ve dini öğretilere karşıt bir öğreti olan ebedi dönüş anlayışının modern çağdaki en önemli temsilcisi, Friedrich Nietzsche’dir. Onda nihilizm problemi ve dolayısıyla üstün insan ve amor fati (zorunluluk sevgisi) kavramlarıyla ilişkili olarak gündeme gelen ebedi dönüş (bengi dönüş) düşüncesi, değerleri yeniden değerlendirme, kendimize yönelik bir değerlendirme, kendimizi tanıma ve kendimizin üstesinden gelme imkanları sunan bir etik düzen olma niteliği taşır. Buna göre onda ebedi dönüş düşüncesi, zamanın akıp gitmekte olan sonsuz hareketinin varoluş deneyimine işaret eder. (3) Her varoluş bir kısırdöngüden ibarettir diyerek, bu noktada “özdeş ben”in geri dönüşüne işaret eder. Düşünün. Tekrar tekrar doğuyor ve ölüyorsunuz. Her defasında da aynı hayatı yaşıyorsunuz. Ne hissederdiniz? Kanımca hayatın anlamının ve amacının olmadığını düşünürdünüz. Aynı tiyatro sahnesinde, aynı oyuncularla, aynı metni sürekli oynuyorsunuz. Hayat absürd bir oyundan ibaret. Her doğduğumuzda hafızamız silinmiş, oluyor. Aynı acılar ve aynı mutluluklar karşısında duyarsızlaşıyorsunuz. Nietzsche’ye göre bu durumu sezgiyle rastlantısal olarak kavradığımız an, yaşamı aşırı yoğunlukta yaşıyoruz. Duyarsızlıkla aşırı duyarlılık arasındaki orta yol uyuşmaktır. Yani kaderimize razı olmak ve kaderimizi sevmektir. Ebedi dönüş bir yandan da benliğin dönüştürülmesine zemin hazırlar. Hayatı acılarıyla, kayıplarıyla ve felaketleriyle kabullenmek, kolay değildir. Nietzsche’ye göre acılar yaşanmalıdır. İnsan yaşadığı hayattan memnun değilse, eylemlerini düşünerek gerçekleştirip, bengi dönüşten kurtularak geleceğe yolculuk yapabilir.

  Sonuçta Nietzsche’nin de dediği gibi “Bizi öldürmeyen acı, güçlendirir.” Yaşadığımız acılar, felaketler bizleri yok olmaya da var olmaya da götürebilir. Acılardan kurtulmanın yolu bizim yaşama tutunmamızı sağlayacak değerler oluşturmamızdır. Bu değerler mümkün olduğunca çıkarlardan uzak, insanlık ve dünyamız için olmalıdır. Belki de insan dünyadaki felaketlerin sorumlusudur. Fakat dünyamızı iyileştirecek olan da sadece insandır.


*İllustrasyon: Davide Bonazzi

KAYNAKÇA

1) (Mehmet Ali AĞAKAY, TÜRKÇE SÖZLÜK, Ankara, T. D. K. Yayınları, 1959, s.410)

2) (SOPHOKLES, Çeviren: Bedrettin TUNCEL, KRAL OİDİPUS, İstanbul, TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2010, s.5)

3) (AHMET CEVİZCİ, Büyük Felsefe Sözlüğü, İstanbul, Say Yayınları, 2017, s.645)

Dergiler Haberleri