Korona günleri -2
Küresel bir salgınla karşı karşıyayız. İnsanlığın varlığı için, düne göre daha iyi bir yaşamı, geleceği, dert ediniyoruz.
Kapitalist sistemin yarattığı büyük felaket insanlar arası eşitsizliği ciddi anlamda körüklediği gibi, yanlış yönetilen küreselleşme bu eşitsizliğe değil çare, tam tersi etki yarattı. Piyasanın her şeye çare olacağı yönündeki düşünce sistemi ya da ideoloji, fakirliğin, açlığın, ekolojik sistemin daha da bozulmasının önünü açtı. Sendikalaşmaya saldırı, örgütlü toplum yerine uzmanlaşma dayatmaları, katılımcı demokrasi modelleri yerine teknokrasi, bireyi müşteriye indirgedi. Doğal kaynaklar tükendi veya kirlendi. Sağlık gibi bir alanda iş birliği yapamayan siyaset dünyası, bilim adamlarının her yıl yaptığı salgın uyarısını 2019’da da yok saydı.
Biz ne sadece kuzey Kıbrıs’a ne de dünyaya odaklanabiliriz. Yaşadığımız topraklar öncelikli olsa da, kendi insanımız esas olsa da, kurtuluşu dar anlamda kendimizi kapattığımız bu alanda bulamayız. Olabildiğince dünyaya entegre, olabildiğince evrensel ve dayanışmacı olmalıyız. Varlığımız dünyaya dairdir, dar alanda bu topraklarla sınırlı değil. Bunu gözetmeli, siyasi vizyonumuzu bu bağlamda kurgulamalıyız.
* * *
Salgının küresel boyutu veya şu ana kadar yaygınlaşmaması, memleketin doğru yönetildiği, işlerin iyi gittiği anlamına gelmiyor.
Hatırlayalım, Tatar hükümeti büyük bir heyecanla kurulmuştu. Dörtlü koalisyon hükümetinin kendi ifadeleriyle beceremediklerini halledip, ülkenin önünü açacaklardı. Çok mutluydular. Doğu Akdeniz’de büyük diplomatik manevralar gerçekleştirip, KKTC’nin varlığını ispatlayacaklar, haklarımız üzerinden kendimizi dünyaya anlatacaklardı; Türkiye ile mükemmel ilişki kurup kaynak akışı yaratacaklar; imzalayacakları protokolü eksiksiz uygulayacaklar; önemli yasa değişikliklerine gidecekler; örneğin cezaevini tamamlayıp, Mağusa-Yeniboğaziçi-Yeni İskele İmar Planını hayat geçireceklerdi. Yurttaşlık yasasını geçireceklerdi. Belediyeler değişiklik yasası yanında Yerel Yönetimlerin Birleştirilmesi ile ilgili yasal düzenlemeyi meclise taşıyacaklardı… Evet, bir de sosyal konut yapacaklardı. Daha niceleri…
Bugüne bakabilmek için, Tatar hükümetinin öncelikle Cumhurbaşkanlığı seçim süreci ve ardından gelen küresel salgına kadar olan dönemde oldukça başarısız bir performans sergilediğini not etmemiz gerekir. Elbette bazı günlük çalışmalar yapıldı ancak özellikle İmar Planında yaşanan basiretsizlik, yönetim zafiyeti hükümetin içinde bulunduğu durumu bize açık bir şekilde ortaya koymuştu. Farklı çıkar gruplarının etkisi altında, kamu yararından uzak bir düşünceyle İmar Planında kilitlenmiş bir yönetimle karşı karşıyaydık.
Yine partisi içerisinde yaşanan farklı oyunların varlığı da, Sayın Tatar’ın sadece kabine, hükümet bütünlüğü bağlamında değil, içi içe geçmiş sorunlarla boğuştuğuna işaret ediyordu. İç sorunların çözülmesi yönündeki büyük iddialarını kısa sürede bir kenara iten Tatar’ın Cumhurbaşkanlığına sevdalanması, hükümeti ciddi anlamda etkisizleştirerek yapılacak acil işlerin hayata geçirilmesi bakımından topluma hizmet açısından ciddi boşluklar yarattı. Kendisini Cumhurbaşkanlığı konusunda cesaretlendirip, büyük bir stratejik kamusal yönetim zafiyetine neden olanlar, bu nedenle yaşanan dağınıklığın, konsantrasyon ve hedef kaybının yarattığı bu çöküş karşısında, kendilerini de içine çeken büyük girdap bağlamında ne yapıyorlar, merak ederim.
Bu gerçekler ışığında iki arada bir derede, ne dış siyasette ne de iddialı olduğu iç siyasette ve özellikle ekonomide iz bırakacak hiçbir adım atılamadı. Gün yönetildi, gün geçildi, gün kaybedildi. Meselenin özü kısaca budur.
Böyle bir ortamda karşılaşılan küresel salgın krizi yönetiminde elbette büyük zafiyetler baş gösterecekti…ki gösterdi. Tıpkı salgından bir süre önce gerçekleşen Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi yangınının yönetilememesi gibi.
Merkezi kriz yapısı kurgulanamadı. Bu durum aslında mücadelenin planlı, sonuç odaklı, bilimsel ve etkili olarak sürdürülmesinin birinci adımıydı; kaçırıldı.
Kriz aşaması için ekonomik önlemler paketi olarak sunulan ve aslında zaman kazanmaktan başka hiçbir işe yaramayan, kamu emekçisinin cebinden tırtıkladığı üç beş kuruşun az bir kısmını özel sektör çalışanına ayırma gibi, ayakları yere basmayan hamleler, toplumsal adalet duygusunu yerle bir eden sözde özveri/dayanışma siyasetinin yükünü özellikle çalışanlara yıkmaya çalışması ne kabul edilebilecek ne de göz ardı edilebilecek bir tavır oldu. Yine büyük sermayenin, finans sektörünün korunduğu bir sorumsuzluk siyaseti ile karşı karşıya bırakıldı toplum. Çok büyük çoğunluğu borçlu olan vatandaş, küçük ve orta ölçekli esnaf grubuna dair, önlerini görebilecekleri radikal adım atılmadı. İstenmedi. Yani kamu yararı yerle bir edildi.
Çeklerin tahsili ile ilgili, mevduatı olmasına rağmen çekini ödemeyenlere yönelik ahlaksızlık yapıldığı söylemi işin en kolayıydı. Sistemin kamu yararı gözetilmeden ahlaksızca kurgulandığı bir yapıda, denetlemeyi aklına getirmeyenlerin yapılanların ahlaksızlık değil hırsızlık olduğu düşünülmedi, kamuoyuna açıklayıp deşifre edilmeyenler için yargı yoluna da gidilmedi. Yapanın yanına kaldığı, gücün yettiğine sözün geçebildiği çarpık sistem aynen devam etti.
İşten durdurmanın yasaklanmasını ilk günden öne çıkararak, ekonominin daraltılmasının önüne geçmek gerektiğini, insanların evine ekmek götürmesinin birincil konu olması gerektiğini söyledik…ama sulandırılmış yöntemlerle özel sektöre iki aylık kısmi destek ortaya koyarak milletin gözünü boyanmaya kalktılar. Kötü mü yaptılar, hayır ama yetersiz ve anlamsız.
Hükümet aklı yanlış çalışıyor. Çünkü görünen o ki bu kriz erken bitmeyecek. Ve haklı olarak vatandaşlar, devlete ödediği verginin karşılığını talep edecekler. İkincisi, ekonominin ana sektörü Turizm ciddi anlamda darbe yiyecek. Yüksek Öğretim keza. Tarım bu tür krizlerde çok önemli…hareket planı ne? Belli değil…
Oysa böyle bir durumda, hükümetin memleketi kolektif bir akılla yönetmesi, Parti Başkanları, emek ve iş örgütleri, uzmanlar ile kurumsal hatta organik bir çalışma ortamı yaratması, sorumluluğu paylaşması ve ortak akıl ile çalışılması beklenirdi. Yapılmadı.
Ancak yapılmamış olması, sorumluluğu Sayın Tatar ve UBP-HP hükümetinden almış olmuyor. Tam tersi beklentileri toplumsal düzeyde karşılayacak adım atmalarını sonuna kadar toplum olarak, vatandaş olarak isteyeceğiz. Halkla ilişkilerden ve kriz yönetiminden sınıfta kalan bir hükümetin sıkı denetimi olmazsa olmaz.
Görünen o ki, Sayın Tatar ipleri elinden kaçırmak üzere. Bugün için bunun vebali büyük olur.
* * *
Bu noktada, bugün ve yarın için çare demokrasiyi her düzeyde çalıştırmaktır. Etkili ve içerikli siyasettir, toplumsal katılım ve örgütlü toplumdur. Siyasetin tabana yayılmasıdır, dünyaya açılmak ve Federal Kıbrıs hedefi ile uluslararası hukuk sisteminden kopmamaktır.
Çare, siyasal sistemi, tek adam üzerinden otoriterleştirmek üzerine kuran bir anti demokratik anlayış değildir. Evet, anti demokratik çünkü sadece belli bir düşünce şekli ve sistemine sahip kesimlere iktidar yolunu açan düzenlemelerin toplumsal gelişme ve sosyal dinamizm yaratma olasılığı yoktur hele de bizimki gibi olağanüstü rejimlerde ! Burada da halkçılıktan bahsedemeyiz. Seçkinciliğin yüceltilmesinin ve teknokrasinin zararlarının daha da açığa çıktığı bir dönemde, aklımızı başımıza almalı, demokrasi güçleri olarak savrulmamalıyız