İrade Tesliminin Panzehri Politik Örgütlenmedir

Aslı Murat

Her neslin kendine özgü özellikleri, yaşam koşulları, örgütlenme (ya da örgütsüzlük) yöntemleri ve siyaseti anlamlandırma haritaları var. Tabi ki aralarında özellikle ekonomik güç manasında nüanslar mevcut ama bu durum geçmişe nazaran siyasi hareketleri yoğun bir şekilde etkilemiyor. Yani bir işçi çocuğu ile orta ve üstü sınıfa mensup bir genç arasında, toplumsal meselelere yönelik farklı bir bakış açısı gelişmesi o kadar kolay değil. Çünkü hangi koşulda olursa olsun, “Amerikan rüyasına” erişebileceğine yönelik bir sistem bombardımanına maruz kalıyor. Hâlbuki bu, kocaman bir yalan balonu, zehirli örümceğin ördüğü manipülasyon ağı.  Gerçi bu mali koşullarda orta sınıfın ortadan kalktığını da söylemek mümkün. Gelir makası iki keskin uca doğru gittikçe açılıyor.

Ekonomik ve sosyal problemlere yönelik çözümler, toplumun büyük bir kesiminin ilgisini çekmiyor. Yaşanılan sorunun kökenine ulaşmaktansa, ondan çıkmak için kestirme yollar aranıyor. Böyle deyince, Gülten Akın’ın İlkyaz şiirindeki dizeleri geliyor aklıma: “Ah kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya…”. Yüzeysel yaklaşımların, günü kurtarma “politikalarının” kurbanı oluyoruz. “Dünyayı ben düzeltecek değilim ya, elimden bir şey gelmez. Zaten ne değişecek ki?” cümleleri çok kolay dökülüyor dudaklardan. Ben bunu bir nevi irade erozyonu olarak da tanımlıyorum. Günümüzün insan zihni, kendine ölesiye odaklanmış ama iç güvenini tesis edememiş bir hapishane adeta.

***

Diğer tarafta da, varoluşu “biz değil ben” odaklı şekillendirirken, çeşitli entrikalara başvurmaktan çekinmeyenler var. Takiye yapmanın her kapıyı açacağı inancını içselleştirerek, birbirinin omuzuna hatta kafasına basarak yükselmeye çalışan pek akıllı muhteremler. Fazla derinlere dalıp hakikat denizinde yüzmektense, “sığ suların efendisi” olmanın “başarı” olarak tanımlandığı bir döneme denk geldik maalesef. Ezberlenmiş şekilde bunu tek bir kuşağa bağlama hatasına düşmeyeceğim. Çünkü geçmişteki dayanışma geleneği ve mücadele yöntemleri, her geçen gün az önce saydığım hususların yaratıcısı olan “çürüme ve vasatın egemenliğine” yerini bırakıyor.

Tabi ki teknolojik gelişmenin bu denli dünyayı sardığı bir dönemde, muhafazakâr bir biçimde, eski mücadele yöntemlerini, sekter dili veya üslubu kutsayacak değilim. Yazının başında da işaret ettiğim gibi, her neslin kendine has bir yapısı var ama bu durum; teslimiyete, bir nevi sinizme ortam yaratacağız anlamına gelmiyor.

***

En önemlisi de taraf olabilmek. Bilinçli olarak üretilen toplumsal kutuplardan bahsetmiyorum. O zaten sistemin egemenleri tarafından kullanılıyor bir şekilde. Özellikle iki gruptan biri marjinalleştirilip anlamsızlaştırılıyor. Hangi grup dersiniz? Aşırı sağın bu denli yükselişe geçtiği bir dönemde, kime yarar kutuplaşmanın daha da derinleştirilmesi? Pek tabi ki adalet ve eşitliği yok etmeye ant içmiş karanlık zihniyete. O yüzden stratejik davranarak, esasında tarafımızca kurgulanmayan oyundaki rolümüzü reddetmekle işe başlayabiliriz. “Siz Türkiye’ye, Türkiyelilere, iş verenlere (yani yatırıma), yabancılara vb karşısınız” saptamasına karşı inatla cevap olarak:

“Hayır, biz emeği sömürmenize, yerel üretimi yok etmenize, insanların milli ve dini duygularını politik malzeme hâline getirmenize, nüfus hareketlerini herhangi bir denetlemeye tabi tutmadığınız için (her ne hikmetse mülteciler söz konusu olduğunda sınır güvenliğini çok iyi sağlıyorsunuz)  toplumsal düzenin sürekli bozulmasına ve suç oranlarının artmasına, durmadan artan eril şiddeti, çocuk istismarı ve ihmalini bilinçli bir şekilde önlememenize, sosyal devletin en önemli göstergesi olan anayasal kamusal hizmetleri (sağlık – eğitim – barınma gibi) eşitliğe dayalı bir şekilde sunmamanıza, birkaç kişinin cebini doldururken işsizliği ortadan kaldıracak hiçbir önlem almamanıza, dağı taşı betonla donatıp ekolojik dengeyi tahrip etmenize – nefes alacak toprak parçası bırakmamanıza, siyasi iradeyi ayaklar altına alan keyfi vatandaşlıklara, Kıbrıs’ın kuzeyini hiçbir karşılığı olmayan zeminsiz politikalarla dünyadan koparıp bizi yalnızlaştırmanıza ve en sadık kukla olma görevini harfiyen yerine getirmenize karşıyız…” diyebilmeliyiz.

Can Yücel’in şiirini müthiş bir ezgi ile dillere dolayan Yeni Türkü’nün parçası var, hatırladınız mı? “Başka türlü bir şey benim istediğim…” diye başlardı. İşte o hesap. Yaratılan kutup tuzağına düşmeden; emekten, insandan, doğadan yana daha eşit bir düzen kurabilmek için daha çok politika yapmalı, hakikati parmağımızın arkasına saklanmadan deşifre etmeli ve daha çok örgütlenmeliyiz. Çünkü aşırı sağ Avrupa’da da, memlekette de her geçen gün güçlenip, kılcallardan sızıyor. Peki, biz ne yapıyoruz?