Irkçılık, Toplumsal Cinsiyet ve Bir Haykırışa Kulak Vermek!

Niyazi Kızılyürek

Irkçılık sadece bir renkte veya bir toplumsal grupta “aşağı insanlar” görmek değildir. Başkaları (yabancılar, göçmenler, siyahlar, azınlıklar vs.) karşısında imtiyaz sahibi olmaktır. Hatta imtiyazlı konumu fark edemeyecek kadar doğallaştırıp normalleştirmek ve imtiyazlı olduğunu unutmaktır.  Bu yüzden dünyanın her yerinde beyazlara “beyaz olmak nasıl bir şeydir” diye sorulduğunda, “bilmiyorum, bu konuyu hiç düşünmedim” derler.


Irkçılık ve toplumsal cinsiyet konuları akrabadır. Bu kavramlarda akraba baskılar, eşitsizlikler aşağılamalar ve imtiyazlar saklıdır.

Irkçılık sadece bir renkte veya bir toplumsal grupta “aşağı insanlar” görmek değildir. Başkaları (yabancılar, göçmenler, siyahlar, azınlıklar vs.) karşısında imtiyaz sahibi olmaktır. Hatta imtiyazlı konumu fark edemeyecek kadar doğallaştırıp normalleştirmek ve imtiyazlı olduğunu unutmaktır.

Bu yüzden dünyanın her yerinde beyazlara “beyaz olmak nasıl bir şeydir” diye sorulduğunda, “bilmiyorum, bu konuyu hiç düşünmedim” derler.

Ataerkil yapılarda, ki bu yapılar bütün toplumlarda baskındır, heteroseksüel erkeklerin konumu bundan farksızdır. Kadınlar ve eşcinseller karşısında imtiyazlı beyaz adam olduklarının farkında bile değiller. Haksız yere veya başkalarına haksızlık yaparak güç ve iktidar sahibi olduklarını düşünmek istemezler.

Bu yüzden bugün köşemi, bu acı gerçeği Kıbrıs özelinde haykıran bir yazıya bırakmak istiyorum.

Umut Bozkurt’un sosyal medyada paylaştığı anlamlı yazısını köşeme alırken, aklıma Rosa Parks geldi. Amerika’da toplu taşıma araçlarında siyahların koltuklarını beyazlara verme yasasını delen ve 1955 yılında otobüste oturduğu koltuğu beyaz birine vermeyi reddettiği için yargılanan o siyah kadın geldi aklıma...

Ataerekil toplumumuzda da koltuklarda oturma hakkına sahip olan, kadınların oturmasını engelleyen, otururlarsa da oradan onları kaldıran çoğu zaman erkekler değil mi?

Hem Umut Bozkurt, hem de Rosa Parks karşısında imtiyazlı biri olarak, utanç içinde “köşemden” kalkıyorum ve yerimi Rosa Parks’ın saygın anısına Umut Bozkurt’a veriyorum.

***

“44 yaşındayım. Şimdiye kadar birçok kişiyle siyasi tartışmaya girdim. Bir kereden bir kereye tartıştığım insanın kişiliğini rencide edici bir şey söylemişliğim yoktur.

Şimdi gelin biraz da bu ülkedeki solcu erkek sorunundan bahsedelim.

Farklı bir tavır içinde olanları tenzih ediyorum. Ama anlatacağım tarife uyanlar, siz kendinizi biliyorsunuz.

Onların yıllardır siyasi partilerde, gazetelerde, sendikalarda, devlet kurumlarında, üniversitelerde onca bedeller ödeyerek verdikleri mücadeleleri vardır. Aslanlar gibi kavgalar vermişlerdir, çok büyük bedeller ödemişlerdir. Meyhaneler, sokaklar onlarındır nasılsa; gece, gündüz oralarda siyaset mesaisi yaparlar.

Siyasetteki muhatapları esasen erkeklerdir. Muhataplarını “adam değilsin”, “erkeksen dışarı çık” gibi ifadeler üzerinden eleştirirler. Ağızlarından düşürmedikleri dik duruş bile ne kadar fallik (phallic) bir ifadedir. Dik duramayanlar, “adam olamayanlar”, “karı gibi kıvıranlar”dır neticede.

Bu tarz adamların birlikte yürümeyi yeğledikleri kadınlar da onları eleştirmeyen kadınlardır. Zira onlar strateji belirleyecekler, siz onları alkışlayacaksınız. Biat severler. Onların tercihlerini sorgulamayacaksınız. Sorguladığınız zaman, sizi saygı duydukları bir muhatabı olarak görüp sizinle bir diyaloğa girmek yerine size had bildirmeye çalışırlar. Onca yıldır kamusal alanlarda edinmiş oldukları deneyimlerini sizin başınıza kakarak, üzerinizde bir tahakküm kurmaya çalışırlar. Öyle ya, onların kahramanlıklarla bezeli bin yıllık deneyiminin yanında sizin deneyiminiz ne ola ki?

Kendini bildi bileli siyasete ilgi duyan ve bu konuda sözünü söyleyen bir kadın olarak benim de bu tavırla çok karşılaşmışlığım vardır. Yıllardır çalıştığım alanlarda imtihana çekilmişliğim, siyasetin çetrefilliğinin farkında olmayan saf, iyi niyetli kızcağız olarak tanımlanıp sözümün kıymetsizleştirildiği, bu tarz erkeklerin tercihlerini eleştirme cüreti gösterdiğim zaman entelektüel yeterliliğimin sorgulandığı bir sürü tatsız anı biriktirdim. Birçok kadın arkadaşımın da benzer deneyimleri olduğunu, farklı bir söz söyledikleri zaman marjinalleştirildiklerini çok iyi biliyorum.

Artık dünya değişiyor. Kıbrıs da değişiyor. Kadınlar güçleniyor, siyasette sözlerini söylemeye başlıyor. Siyasette çevreci, feminist, LGBTI, azınlıklar, göçmenler, uluslararası öğrencilerin hak ihlallerini dile getiren yeni bir nesil sesini yükseltiyor. 

Siyaseti bir boys club olarak gören solcu erkeklerimiz, siyasette kadınları ve bu yeni aktörleri görmezden gelen bir tavır izliyor. Onlar tarafından eleştirildikleri zaman ise çok tahakkümcü, üstten bir dille bu aktörlere had bildirmeye çalışıyorlar.

Bu özelliklere sahip solcu erkeklerimize şunu söylemek isterim.  Öncelikle şunun farkına varın. Bu toplumda inanılmaz imtiyazlara sahipsiniz. Tüm ev işlerini, çocuk bakımını karınızın sırtına yüklerken kamusal alanda dilediğiniz gibi at koşturabilmeniz bir imtiyaz.

Kadınların hayatı ekseriyetle özel hayatlarındaki “başarılarına” göre (evlenmek, anne olmak) değerlendirilirken, sizlerin çocukluğunuzdan itibaren kamusal alanda yer almaya yönelik yetiştirilmeniz bir imtiyaz.

En vasat olanınızın bile devasa birer egoya sahip olabilmesi da bu toplumda erkek olmanın getirdiği imtiyazla ilgili.

Bir başkası üzerinde tahakküm kuruyorsanız, siyasette orta yaşlı erkek olmayan tüm aktörleri ya ciddiye almıyor ya da had bildiriyorsanız, bu sizin sol ideolojiyi aslında özümsememiş olduğunuzu gösteriyor.  Kişisel iktidar ihtiraslarınızı siyasete yansıtarak, emek en yüce değerdir gibi sloganları dilinize pelesenk ederek ama kendinizi dönüştürmeden, başkalarının üzerinde tahakküm kurmamak konusunda bir farkındalık geliştirmeden dünyayı dönüştüremezsiniz.

Artık dünya değişiyor, siyaset sizin tekelinizde değil. Siyasette bir sürü farklı aktör var ve bu aktörlerle siyaset sahnesi dönüşüyor. Alışacaksınız, hazmedeceksiniz. Karşındakine gol atmaktansa onun deneyimini anlamaya çalışan bir tavır geliştireceksiniz. Mücadelenin baş kahramanı olma fantezilerinizi bir tarafa bırakın, çünkü hiç kimse tek başına dünyayı değiştiremez. Ancak dayanışma içinde omuz omuza durursak, bu ülkedeki farklı grupların hak ihlallerinin önünde durabilir, daha eşitlikçi, daha özgürlükçü, daha yaşanabilir bir dünya yaratabiliriz.”