Kalitesiz ve dibe vurmuş politikamızda yaşananları biraz şaşkınlık, çoğunlukla da midemiz bulanarak izliyoruz. Minicik adamızdaki koltuk kavgaları, politik ayak oyunları yüzyıl savaşlarını gölgede bırakmış durumda...
Dün bir arkadaşım şaka yollu şöyle dedi: “TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, İrsen Küçük’ü bizzat Ulusal Birlik Partisi’ni bitirmek için görevlendirdi.”
Vallahi bu değerlendirme, hiç de mantıksız gelmedi bana… Parti içinde kendisine muhalefet yapanların anlattığı faşist uygulamalara, kurultay sürecinden beri takındığı tavıra ve ilk parti başkanı olacağı zaman “bir defalığına” deyip de ondan sonra koltuğa Japon yapıştırıcısıyla yapışmasına bakılırsa, inatla yürüttüğünün bir misyon olduğunu düşünmemeye imkân yok. Erdoğan Küçük’ü UBP’yi bitirmekle neden görevlendirsin? Neden olacak: Annan Planı ve bu planla ilgili referandum döneminde, Ulusal Birlik Partisi’nin Erdoğan’a nasıl ağır laflarla karşı çıktığını, onun izlediği politikaya nasıl aykırı davrandığını hepimiz biliyoruz.
EN KARANLIK GÜNLERİMİZ…
Yukarda yazdıklarım şaka gibi görünse de, elbette ki; Ulusal Birlik Partisi’nin ve İrsen Küçük’ün iktidarda olduğu dönemde Kıbrıslıtürklerin tarihlerinin en karanlık günlerini yaşadığı bir gerçektir. Vatandaşlıklar ulufe gibi dağıtılmış, milli değerlerimiz yok pahasına satılmış, gençlerimiz ısrarla göçe zorlanmış, artık bir avuç kalan Kıbrıslıtürk kimliğinin son damlaları da pipetle yutulmaya çalışılmış, bu sorunlar yetmezmiş gibi çevre sorunlarının da bataklığına sürüklenmişizdir. Yok olmanın karanlık labirentlerinde dolandık. Popülizm, toplumsal ve kişisel dejenerasyon ve kirlenme tavan yaptı. Kendimize, Türkiye’ye, Avrupa Birliği’ne ve dünyaya güvenimizi yitirdik.
En temel haklarımız olan sağlık ve eğitim dibe çoktan vurdu. Kışta yağmurdan, yazda sıcaktan korkar olduk. Olduk da ne oldu?. Yeniden uzun, sıcak yaza girdik. Yakında aşinası olduğumuz yangınlar başlayacak. Ama hâlâ bir yangın helikopterimiz yok. Türkiye’den borularla su getirtiliyor ama, hâlâ lüks havuz yapımına son sürat devam ediyoruz. Su savurganlıklarımız sınır tanımıyor. Çocuklarımızın değil, torunlarımızın mirasını bile çoktan yiyip bitirmiş durumdayız. Ve bu liste daha çok uzar gider sevgili dostlarım… O nedenle biz Kıbrıslıtürkler artık imkânsızı başarmak zorundayız.
Öyleyse bunu nasıl başaracağız?
BU SEÇİM SİSTEMİYLE OLMAZ…
Şimdi gündemde erken seçim var. Peki, ama siz bu seçim sistemi ve devlet yönetim şekli ile bu ülkede bir şeylerin değişebileceğine inanıyor musunuz?
Ben düşüncemi kısa ve net söyleyeyim: “İ-nan-mı-yo-rum…”
Artık erimiş bir muz cumhuriyetinin ötesinde, hiçbir kural tanımayan bu oyuncak devlet ve hükümette, bu yasalarla, ya da yasasızlıklarla hiçbir şeyi değiştiremeyiz.
Şu dar bölge seçim sistemiyle yine en çok düğüne ve cenazeye giden, en çok özel açılışlarda ve törenlerde boy gösteren, toplu ziyafetleri en çok onurlandıran, en çok işe alma sözü veren, en çok kredi ve hibe vaadinde bulunan, en çok el sıkan kişi kazanmayacak mı? Yine bu kişi koltuğunu koruyabilmek adına bilgi ve becerisini geliştirmek yerine, ülke ve halk adına bir şeyler yapmak değil de, ahbap ve dostlarına elindeki imkânları peşkeş çekmeyecek mi? Bence çekecektir. Mevcut yoz sistem ve siyasal anlayış bunu öngörür.
Var olan delege sistemiyle partilerde tam bir lider sultası yaşanmaktadır. Kişi ne kadar bilgili ve becerili olursa olsun, parti lideri istemezse, delege o kişiye geçit vermez. Peki demokrasi, siyasi ahlâk ve toplumsal – ülkesel çıkarlar bunun neresinde Tanrı aşkına?..
Yozlaştırılan parlamenter sistemimize gelecek olursak… Milletvekili ve bakanların çoğu zamanını partililerini tatmin etmek ve koltuklarını sağlama almak için geçirmiyor mu? Her kurultayda ve her seçimde çaba bekleyen onca konu varken bakanlıklar altüst olmuyor mu? Milletvekilleri yasaları ve gündemi düşünecek yerde onun bunun iş takibini yapmıyor mu? Belki de erken seçimden hemen sonra bu seçim sistemini ve gerekli yasaları seçim kaygısı taşımadan düzenleyebilecek bir teknokrat bakanlar kurulunu, ya da bakanları denetleyecek bir senato sistemini ve tabii ki başkanlık sistemini düşünmenin zamanı gelmiştir.
Üçlü kararnamelerle ve her bakanla değişen müsteşar ve müdür olayları, müşavirlik kepazeliği… Artık tüm bunları da önemli ayrıntılarımız olarak ciddi ciddi düşünmezsek erken seçim bana göre yaraya sadece kısa süreliğine pansuman olacaktır.
UMUT YİNE KENDİMİZDE…
İşte bu şartlar altında eğer vakit olursa seçimden hemen önce, ki olmayacak gibi görünüyor; siyasetle uğraşanların seçimden hemen sonra el birliği yapıp sistemin bu sakat yanlarını düzeltecek yasaları geçirmesi gerektiğine inanıyorum. Ciddi bir hukuk komitesi oluşturulmalı, ülkedeki gerek seçim sistemimizi, gerekse devlet yönetimindeki diğer aksaklıkları düzeltmeliyiz. Dimdik durmayı öğrenmeli ve Kıbrıslıtürklerin çıkarlarını savunmalıyız.
Şu anda bu ülkenin en çok ihtiyacı olan konu seçim gibi görünse de; en başta hukukçuların, aydınların ve gerçek yurtseverlerin elbirliği ile yasal sistem değişikliklerinin yapılmasıdır. İşte o zaman, Kıbrıslıtürkler imkânsızı başaracaklardır… Yoksa 1976’dan beri süregelen ganimet sonrası popülizm kepazeliğinin sona ermesi çok zor olacaktır. Parmağımızın arkasına saklanmanın hiç gereği yoktur; bizi bitiren yine biziz.
Elbette ki bizi “biz” yapan ve esenliğe çıkaran yine “biz” olabiliriz.
***
Aşk Bunun Neresinde?
Ölümsüz Aşkın Timsali Taj Mahal’in ardındaki gerçek...
Hindistan’daki ünlü Taj Mahal’in büyük bir aşkın simgesi olarak yaptırıldığını biliyoruz. İmparator Shanjahan’ın karısı Mümtaz’a duyduğu sonsuz aşkın anısına ...
Peki ya bilmediklerimiz?
Mümtaz’ın İmparator Shahjahan’ın yedi karısından biri olduğunu...
Shahjahan’ın Mümtaz’la evlenebilmek için Mümtaz’ın kocasını öldürttüğünü...
Zavallı Mümtaz’ın ondördüncü bebeğini doğururkan öldüğünü. Yani kocasının onu öldürene dek doğurttuğunu...
Mümtaz’ın ölümünden sonra Shahjan’ın, Mümtaz’ın kızkardeşi ile evlendiğini...
Biliyor muydunuz?..
İşte şimdi hep birlikte öğrendik Taj Mahal’ın arkasındaki şaşırtıcı gerçekleri…
Ve sormak gerek:
Peki ama, o büyük aşk bu trajik öykünün neresinde?!..