Bu hafta sonu Türkiye’de gerçekleşen gelişmeler çok önemlidir. Irak Kürt Yönetimi Başkanı Sayın Barzani, Kürt sanatçı Şivan Perwer Diyarbakır’a, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte gittiler. Başbakan Erdoğan Diyarbakır Belediyesini ziyaret etti, Belediye Başkanı Sayın Osman Baydemir ile görüştü, buluştu. On binlerce insan, barış ve Türk- Kürt kardeşliği temelinde büyük bir heyecanı yaşadılar ve herkese yaşattılar…
Kim ne isterse desin, bu gelişmenin oluşmasının önemli bir aktörü de BDP ile PKK, yani Kürt hareketidir. Özellikle BDP, Kürt sorununun çözümü yönünde, bilinenin dışına çıkan siyasi açılımları gerçekleştiren bir siyasi güç oldu. BDP, sürece olumlu katkı yaptı. Zor ve çetin bir var oluş mücadelesi içinde olan BDP, Türkiye genelinde demokrasi ve farklıkların demokratik birliği için mücadele ederken, bunu önce kendi içinde yaptı..
Bir yandan Türk solu ve Türkiye sosyalist güçleri, öte yandan demokrasi ve özgürlük temelinde, İslamcı kesimlerle ortak bir değer üretti. Düşünün ki Selahattin Demirtaş, Ertuğrul Kürkçü , Ahmet Tan, Sırrı Süreyya Önder, Gülten Kışanak , Ahmet Türk ve benzeri isimler, ayni platforum da ortak ideallerin zemininde buluştu. Ortak dil, ortak hareket hattı oluşturma zenginliğini yarattılar ve bunu yaptılar. Yani Türkiye’nin demokratik birliktenliğini hedefleyenler, öncelikle kendi içinde demokratik birliği geliştirdiler.
Bunda, Sayın Abdullah Öçalanın rolünü görmemek için kör olmak gerekir.. Bu barış sürecinin gelişmesinde de MİT’in ve Sayın Fidan’ın katkısını görmemek de kör olmayı gerektirir.
Elbette ki isteyen istediğini söylesin, Türkiye Hükümetinin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın eleştirseniz de takip ettiği ve bilinenin dışında, kendi siyasi meşrebine dayalı değişim çizgisi de bu sürecin gelişmesinin esas merkez dinamiğini oluşturdu. Vesayet rejiminin çatırdatılması, bunun gelişmesini hızlandırdı. En azından MİT’in bu süreçte oynadığı rol, sivil siyasetin düzenleyici ağırlığının öne çıkmasının sonucudur.Bu, Diyarbakır buluşmasını selamlamamak için gerçekten kör olmak gerekir..
Çünkü bırakın geçmişi, 10 yıl evvel dahi bunları düşünmek olanaksızdı. Üstelik bu gelişmeler, 40 bin Türk ve Kürt gencin hayatlarının kaybettiği bir çatışmanın, daha taze olan izleri üzerinde gelişmektedir. Kanın ve ölümün üzerinden çözüm olamayacağını, Türkiye siyaseti yaşadı ve yaşatıyor.
BİZDE HALA MEZARLIKLARDA NUTUKLAR
Düşünün, bizde hala, hem Kuzeyde hem de Güney’de Federal çözüm ve barış düşüncesinin karşısında öne sürülen görüşlerini, 1964- 1974 savaşlarında hayatlarını kaybeden insanların acıları ve anıları üzerinden yükseltmeye çalışmaktadırlar..
İki tarafın siyasi liderlerinin en keskin demeçleri ve söylemleri, EOKA ve TMT şehitlerinin mezarları başında yapılmaktadır. Çatışmalar da hayatlarını kaybedenlerin anma törenlerinde, en keskin mesajlar vermek, Elen ve Türk milliyetçiliğine vurgu yapan konuşmalar yapmak, siyasi liderlerin meziyeti sayılmaktadır.
İşte bu bakımdan, 40 bin insanını daha çok yakın zamanda, çatışmalarda kaybeden Türkiye için, Türk’ü, Kürt’ü için bu barış sürecinde, zorluklara, siyasi zıtlaşmalara karşın geliştirilen barış dili çok önemlidir. Bu çözüm sürecinin daha taze olan acılara rağmen ilerlemesi önemlidir.
Gerçekte Barzani’nin ve Şivan Perwer’in Başbakan Erdoğan’la Diyarbakır’daki buluşması ve Başbakan’ın Diyarbakır Belediyesi’ni ziyareti, törenlere BDP yetkililerinin katılması, bir nevi Güven Artıcı Önlemdir de. Bu süreci geliştirecek, besleyecek olan ciddi bir besiyer, bir akarsu olmaktadır..
İşte bu aşamada biz, Kıbrıs sorununda şu anda görüşmelerin başlaması için görüşme yapma maskaralıkları ile zaman yitirirken, Türkiye’deki bu gelişmeden dersler almalıyız. Barış dilini ve klasik olanın dışına çıkma yollarını geliştirmeliyiz. Güven Artırıcı Önlemleri, Bütünlüklü çözüm hedefi ve amacının önüne koymadan, onu hızlandıracak etkinlikte bunları geliştirmeliyiz.
Sol ve demokratik güçler, toplumun en geniş kesimlerini kucaklayacak, harekete geçirecek önlemleri ve fikir tartışmalarını, yaşamımız kuşatan ve bizi esir alan, kısır sorunların siyasi darlıkların dışında geliştirmelidir.
NEDİR BE BU HAL?
Nedir be bu hal? Bittik tükendik söylemleri eşliğinde, statükonun bize çizdiği sınırların içinde, kendini yeniden üreten sorunların arkasından debelenip durmak. Bunu kırmak, aşmak şarttır. Tutun Maraş konusundan, asker azaltılmasına, AB ilişkilerine kadar, Güven Artırıcı tedbirleri öne almalıyız. 1964 ve 1974 statükolarının sınırları içinde siyasi açılım yapmak olanaklı değildir.
Bunu ele almalı, Kıbrıs Türk Toplumunun dinamiği içinde bunu ele alırken, bunun Kıbrıs Rum Toplumunu da sarması için çaba ve gayret içinde olmalıyız.
Bakın, BDP’ nin bu süreçlerin gelişmesinde etkenlerden bir olan siyasi deneyimini, önce biz yaşadık. B.M.B.P kapsamında ve onun merkezinde Ticaret Odası ve diğer tüm kesimlerle, dilde, ortak hedefte sağlanan demokratik birliktenlik, bu ülkede dünyanın hayret verici bakışları arasında, büyük bir demokratik enerjiye yol açtı. Bunu birlikte yaşadık ve gördük.
CTP, bu sürecin özverili ve paylaşımcı gücü oldu. Daha sonra geliştirilen ve günümüzde bazılarının dudak büktüğü Birleşik Güçler açılımı da bu sürecin siyasi en önemli dinamiğini geliştirdi. Şimdi Türkiye’de BDP ve benzeri gelişmelere bakınca, Kıbrıs Türk halkının bu yolları daha evvel ele aldığını söylerim.
Şimdi ise CTP hareketi bırakın kendi dışındaki güçleri ortak değerlerde buluşturma dinamiğini, kendi içindeki demokratik birliktenliğini geliştirme ve ilerletme sıkıntısı yaşıyor. Çünkü statükonun o kahrolası düşünce biçimi, bizi de kuşatmak üzeredir. Onun için Kıbrıs’ta demokratik ve barışçı gelişme için öncelikle CTP’ye, kendi devrimci dinamiği içinde büyük görev düşer.
Bunun için demokratik birliktenliğini süratle geliştirirken, bunun da farklılıkların demokratik birliğini öne alarak yapmalıdır. Kendi içinde hem bireyin özgünlüğüne saygılı ve ona değer veren, hem de ortak değerlerin yaşama geçmesi için örgüt sorumluluğu sınırları içinde, ortaklaşa davranma kabiliyetini geliştirecek anlayışı yeniden üretmelidir. Gurpcuktur, ekipçiktir kısırlığı ve darlığı içine girmeden. Kurullarının dinamiğini ve ağırlığını öne alan, bunun içinde katılım noktasını daha da açacak yaklaşımlar üretmelidir.
TÜRKİYE’DE AÇILIM DİLİ, KIBRIS’TA STATÜKO DİLİ OLMAZ.
Bu arada yazamadan geçmeyeceğim. Türkiye’de Kürt sorununun çözümü için, alışılmışın dışına çıkan Türkiye Hükümet yetkililerinin, Kıbrıs söz konusu olduğunda, Türkiye’de Kürt açılımı için geliştirdikleri barış dilinin dışında, bu topraklara ayak bastıkları anda ya da Türkiye’de bulundukları zaman Kıbrıs ile ilgili verdikleri mesajlarda bilinen ve bu statükoyu yaratan milliyetçi dille demeç vermeleri ve konuşmalar yapmaları da çok yanlıştır.
Türkiye’ de Kürt sorununu yaratan milliyetçi dili eleştirmelerine ve dar milliyetçi söylemlere karşı çıkmalarına rağmen, Kıbrıs söz konusu oldu mu, dar milliyetçi dili ve vesayet rejiminin geliştirdiği statükocu Kıbrıs dilini kullanmaları da son derece yanlıştır.
Bu üstelik, kendilerinin aşmaya çalıştığı milliyetçi dili de beslemekten başka bir sonuç yaratmaz. Ne yarım demokratlık olur, nede yarım dille statükocu ve vesayetçi rejimlerin milliyetçi mantığı geriletilir. Evet, demokrasi sürecinin gelişme yolu ve vesayetçiliğin aşılması Diyarbakır’ dan geçer. Ama ayni yolun devamı da Kıbrıs’tan geçer. Yarım yolla giden gemi, hedefine geç ulaştığı gibi, yarım yol hedefe ulaşmamayı da getirir. Unutmayın ki Özel Harp Dairesinin ilk çalışması Kıbrıs’tı. Kıbrıs’ta barış ve çözüm, demokratikleşmenin, Kürt sorunun çözümü gibi diğer dinamiğidir.
Evet, biz görüşmelerin nasıl başlayacağına dair görüşme yaparak, gün yerken, Türkiye’de barış süreci yolunda inanılmaz gelişmeler yaşanıyor. Diyarbakır bunun örneği oldu.
Artık, farklıkların demokratik birliktenliğinin yol açtığı büyük enerjiyi yeniden yaratmak için tümümüze de görev düştüğünü iyice anlamamız gerekiyor.