Önce git “alçak orman arazilerini” işgal et; ekin ek; sonra da eşekler zarar verdi diye onları yok etmeye kalk…
Tıpkı Kızılderililer’in topraklarını işgal edip; onları yok etmek için her türlü insanlık dışı saldırıyı gerçekleştiren Amerikalılar gibi…
Tıpkı tüm işgalcilerin yaptığı gibi…
Salı günün Yenidüzen’inde tam sayfa yer aldı bu Karpaz’daki bitmeyen katliam haberi…Onlarca özgür eşek yavrularıyla birlikte vurularak öldürüldü… (hem de, av tüfeği dışında daha büyük bir silahla).
Çevre Dairesi Genel Müdürü de, Turizm ve Çevre Bakanı Kemal Dürüst de olaydan haberleri olmadığını; en kısa zamanda araştırmalara(!) başlayacaklarını söylemişler… Şaşırmadım!
Karpaz eşeklerinin herhangi bir koruma altında olmadıklarını da ifade eden Kamer, eşeklerin zarar görmeleri halinde uygulanacak caydırıcı bir ceza da bulunmadığını sözlerine eklemiş... Yine şaşırmadım!
Yeşil Barış Hareketi Başkanı Doğan Sahir ise eşek katliamı ihbarlarını yılın bu zamanında hemen hemen her gün duyduklarını ifade etmiş ve şu çarpıcı gerçekleri vurgulamış: “Bu ihbarlar bize sürekli geliyor, bu katliam bilinçli yapılıyor. Her yıl ekin zamanı aynı senaryo karşımıza çıkıyor. Bu civarda yaşayan köylüler, eşeklerin yetiştirdikleri ürünleri yediğini iddia ederek buna karşılık devletten tazminat alıyorlar. Biz bu konunun doğruluğunu araştırmak üzere bilimsel bir çalışma yaptık ve Trakya Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden 4 uzman getirdik. Maksadımız iddialı araştırmaktı. Doğa bilimci, ekolog ve biyologlardan oluşan ekibimizle konuyu araştırdık. Yaptığımız çalışmanın sonuçlarına göre, eşeklerin köylülere aslında iddia edildiği kadar zarar vermediğini sadece belli bölgelerdeki ürünlerin zarar gördüğünü tespit ettik. Bu bölgeler de orman arazi olup, köylülerin zaten ekmemesi gereken bölgelerdir. Geçmişte köylülerin köy meydanı içinde tazminat talep ettiğini duymuştuk. Maalesef yapılan bu bilinçli eşek katliamının yine eşeklerden duyulan rahatsızlıklarla ilgili olduğunu düşünüyorum.”
***
Lefkoşa’nın çorak ovalarında (birkaç torpilli otel dışında) anlamsız kat sınırlandırması sürerken UBP Hükümeti’nin Girne Emirnamesi’nde değişikliğe giderek, arsaların büyüklüklerine göre binalara serbest yükselme hakkı vermesi; hiçbir yerleşim merkezinden geçmeyecek olmasına karşın, Kuzey Sahil Yolu’nu (henüz el değmemiş Davlos-Erenköy arasındaki doğayı tahrip etme pahasına) sahilden uzatma çabalarının ısrarla sürdürülmesi bu ülkenin doğasıyla, hayvanıyla, insanıyla YOKEDİLMEYE çalışıldığının resmi değil mi?
“Ortamı yumuşatalım” telaşına girenler bu YOKEDİŞ sürecini görmüyor mu?
2 MART’taki mitingi sulandırmaya çalışanlara karşı tüm bu gerçekleri daha yığınsal bir şekilde haykırmazsak; sonumuza boyun eğip oturmaktan öte yapacak bir şeyimiz kalmayacak…
Artık “Günü Kurtarma” hastalığından vazgeçip; ayaklanma günü gelmiştir… Hatta geçiyor… Uyanalım ve ayağa kalkalım… Bu son seçeneğimiz… Başka bir SİSTEM, başka bir KIBRIS mümkün… UNUTMAYALIM…
***
Bu YOKOLUŞ sürecinde, sözde VAROLUŞ umuzun Resmi Tarihini yazanların çelişkileri öyle büyük ki; her fırsatta açığa çıkıyor…
Salı günün iki gazetesinde “İlk Elçi Krizi”yle ilgili okuduğum iki farklı anlatıyı yorumsuz olarak aktarmak istiyorum sizlere…
Aydın Samioğlu’nun anlattıklarını aktaran Filiz Besim, İlk Elçi (emin Dırvana) krizini Yenidüzen’deki yazısında şu satırlarla yazar(15-02-2011 Yenidüzen)
“1961 yılında Cemaat Meclisi bir karar alarak 15 Haziran gününün Kıbrıslıtürkler tarafından Milli Mücadele Günü ilan edilmesini yasallaştırır. 15 Haziran 1958 tarihi Türk Basın Ataşeliğinin bombalandığı gündür. 1961’in 14 Haziran günü Türk Cemaat Meclisi İcra Heyeti Üyeleri Dr. Necdet Ünel, ki o günlerde Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Raif Denktaş adada olmadığı için Cemaat Meclisi’ne başkanlık etmektedir, Dr. Şemsi Kazım, Dr. Burhan Nalbantoğlu ve Hazım Remzi, Aydın Samioğlu’nu ziyaret ederek 15 Haziran’ın Milli Mücadele günü olarak kutlanacağını ve gereğini yapmasını isterler. Aydın Samioğlu, o günlerde Maarif Dairesi’ne bağlı Özel Eğitimden sorumlu şube müdürüdür. Elbette ki bu görev bir yerde kamuflajdı. Esas görevi Bayraktarlık koordinatörlüğüydü. Kutlama bütün Türk okullarında Türk Bayrağı çekilerek yapılacaktı. Aydın Samioğlu, tüm okulları telefonla arayarak 15 Haziran’da Türk bayrağı çekmelerini bildirir. 15 Haziran günü Aydın Samioğlu, TC Elçiliğinden Başkonsolos tarafından aranarak bayrakların indirilmesi istenir. Aydın Samioğlu konsolosa, İcra Heyetinin aldığı bu kararı iptal etme yetkisinin olmadığını söyler. Bunun üzerine Dr. Necdet Ünel İcra Heyeti Başkanı olarak elçiliğe çağrılır. Büyükelçi Emin Dırvana ondan da kararın iptal edilmesini ister. Ancak Dr. Necdet Ünel “Bu halk bu bayrak için mücadele etti. Anayasal hakkımızdır. Kararı iptal etmemiz söz konusu değildir” yanıtını verir. Bu yanıta karşılık Dırvana, “Eğer bu kararı iptal etmezseniz, TC’nin Türk Cemaat Meclisi’ne her yıl yaptığı 100 bin KL’lık yardımı vermeyeceğiz” der. O günlerde Türk Cemaat Meclisi’ne 400 bin KL Merkezi Hükümet’ten, 100 bin KL’da Türkiye Cumhuriyeti’nden gelmekteydi. Türkiye Cumhuriyetinden gelen para ile Cemaat Meclis’ine bağlı memurlar ve öğretmenler ödenmekteydi
(..)Olayın sonrasında Türkiye Cumhuriyeti Dırvana’yı görevden alarak Kıbrıs’a elçi değil maslahatgüzar atar.”
Aynı gün Kıbrıs gazetesindeki köşesinde, aynı konuyu (Tarihin tekerrürden ibaret olduğu yargısıyla) işleyen Ahmet Tolgay ise, aynı olay için bambaşka bir gerekçe ve tarih verir…
“Türk halkıyla Ankara arasında bir sıkıntılı dönem de DP’nin ihtilalle devrilmesinden sonra başlar. Başbakan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu Yassıada’da idam istemiyle yargılanırken TMT’ye koydukları katkılardan dolaylı olarak suçlanırlar. İhtilal Konseyi’nin Büyükelçisi olarak Lefkoşa’ya atanan Emin Dırvana, Kıbrıs Türk Liderliği ve basın mensuplarıyla ciddi olaylar yaşar. Dırvana, şoven yayın yaptığı gerekçesiyle Büyükelçilikte gazeteci tokatlar. 1961’in 9 Eylül’ünde, Lefkoşa’nın Türkler tarafından fethi dolayısıyla Türk okullarına bayrak çektirten Cemaat Meclisi Başkan Vekili Dr. Necdet Ünel de şovenizmle suçlanır ve Dırvana’yla tartışması sonucunda görevinden istifa eder. Muhalif avukatlar Ayhan Hikmet ile Ahmet Gürkan’ın öldürülmeleri Dırvana ile durumu kontrol edememekle suçladığı liderlik arasındaki gerginliği daha bir tırmandırır. Onun yerine büyükelçi olarak gönderilen Mazhar Özkol döneminde ilişkilerde hızlı ve ahenkli bir gelişme başlar ama bu kez de 1963 olayları patlak
19-02-2011
( Bu yazı iki yıl önce yine bir Şubat günü yazılmıştı… Bu yılın Şubatı’na da yine Karpaz’da katledilen eşek ve doğa haberleriyle girdik… Ercan’ın devredilişinde imzalanan SÖZLEŞME(!), Külliye temel atma töreninde VİLAYET olduğumuzun ilan edilişi; adamızdaki “Genel İşgal”in; derinleştirilerek kalıcılaştırılmaya çalışılmasının yalnızca açık iki örneği…. Perşembe gün Bayındırlık Bakanlığı önünde yaptığımız Protesto Eyleminden ayrılırken bu haftanın yazısını planlarken; yazacağım satırları iki yıl önce zaten yazmış olduğumu hatırladım… Bu konuda yeni bir yazı yazmaya gerek yok… İŞGAL ve YOKEDİŞ giderek derinleşiyor… Onlar çoğalıp arsızlaşırken; biz azalıp suskunlaşıyoruz… İşgalci bundan hoşnut; işbirlikçi şebeklerin keyfi yerinde…
Kaçımız farkında bilmiyorum ama; biz kafamızı kuma soktukça; kıçımız daha fazla çıkıyor açığa…)