İŞGALCİMİN MASASINA OTURMAKTA SAKINCA GÖRMEM AMA…

Sinan Dirlik

Dünya İnsani Zirvesi 173 ülkeden 55 devlet ve hükümet başkanı, 60 bakan, 40 uluslararası örgüt yöneticisi, 900 medya mensubu ve 9000 izleyicinin katılımıyla İstanbul’da gerçekleştirildi. Küresel insani sistemin karşı karşıya bulunduğu zorlukların ve çözüm önerilerinin ele alınacağı duyurulan zirveye Alman Şansölye Merkel dışında bugün içinde bulunduğumuz küresel sorunların sorumlusu olan zenginler kulübünün temsilcileri katılmadı. Pek çok uluslar arası kuruluş temsilcisi de “çözüm değil laf üreteceği” eleştirisiyle zirveye katılmayı reddetti. Haksız değillerdi. Nitekim zirveye ev sahipliği yapan Türkiye, her zamanki gibi uluslar arası organizasyonları iç propaganda malzemesi yapmaktan öte görmeyen malum yaklaşımıyla zirve sonuç bildirgesine imza koymadı.
Zirve sonunda yayınlanan temenniler demetinin bile altına imza koymaktan kaçınan Türkiye’nin samimiyetsizliği bir yana, aslında insani sorunların çözümüne katkı olabilecek milyonlarca doların harcandığı bu tür organizasyonların işlevsizliği bir kez daha ortaya çıktı. Günün sonunda “dostlar alışverişte görsün” hesabı gerçekleştirilen organizasyonlardan biri daha geride kaldı.
Zırvaya dönüşen zirveden geriye, birkaç gün kemirmemiz için elimize tutuşturulan keçiboynuzu dışında Türkiye’de ve dünyada pek fark edilmeyen, henüz sonuçlarını kestiremediğimiz bir kriz kaldı. Zirveye resmi sıfatı ve resmi bayrağı ile katılan Kıbrıs Cumhuriyeti ile son dakikada apar topar özel uçak gönderilerek zirve kapanış yemeğine davet edilen KKTC lideri Akıncı’nın katılımıyla ortaya çıkan tuhaf krizden söz ediyorum.
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Anastasiades, zirve kapanış yemeğine KKTC lideri Akıncı’nın katılması üzerine önce yemeğe katılmaktan vazgeçti, ardından İstanbul’daki temaslarını kısa keserek, ilan edilen tarihten bir gün önce şehri terk etti. Krizin artçısı, Cuma günü yapılacağı önceden duyurulan görüşmenin de ertelenmesi oldu.
Dünya İnsani Zirvesi’nde temsil edilmeyen ve zirveye gayrı resmi olarak bile davet edilmeyen KKTC lideri ne oldu da zirve kapanışına apar topar özel uçak gönderilerek “getirtildi”?
Türkiye içerisindeki tahkim operasyonunu aşağı yukarı tamamlayan ve bütün bu hengame içerisinde gözünü Kıbrıs’tan bir an olsun ayırmayan Erdoğan’ın hem Kıbrıs’a hem AB’ye verdiği bir mesajdı bu. CTP-UBP koalisyonunun kaşla göz arasında alicengiz oyunuyla sonlandırılmasını sağlayan Türkiye, son dönemde kopma noktasına gelen AB ilişkilerine de küçük bir çentik daha atma ihtiyacı hissetti anlaşıldığı kadarıyla. Erdoğan, mülteci sorunu ile gelinen noktaya ilişkin hoşnutsuzluğunu artık saklama gereği duymadığı AB ile ilişkilerde bütün köprüleri atmaya hazır olduğunu bir kez daha gösterdi. Bir yandan Kıbrıs’ta “patronun kim olduğunu” hatırlatırken, diğer yandan da AB’ye elindeki tek kozun mülteciler kozu olmadığını hatırlattı.
Osmanlıda oyun çok olmasına çok da… Erdoğan’ın uzun süredir AB’den uzaklaşan tutumu mülteciler sorunu ile güçlenirken, Kıbrıs’ta yaptığı bu “küçük hatırlatma” operasyonuna Kıbrıslı iki liderin de malzeme olması çok acı.
Akıncı’nın Erdoğan’a “hayır” diyememesi ve her türlü protokolü ve temaülü bir yana bırakarak gönderilen uçağa apar topar binip İstanbul’a gitmesi eleştiriyi hak ediyor da, müzakere masasına oturmakta sıkıntı görmeyen Anastasiades’in yemek masasına oturmaktan kaçınması eleştiriyi hak etmiyor mu?
Her türlü dış müdahaleye karşı “Kıbrıslı bir çözüm” peşinde koştuklarını her fırsatta ifade eden iki liderin, bu ucuz Osmanlı oyununa düşüp kendilerini dosta düşmana güldürmeleri eleştiriyi hak etmiyor mu?
Akıncı, “dünyaya karşı” ülkesinin ve kendisinin temsil edilmediği bir zirvenin kapanış yemeğine “lütfen” davet edilmesi karşısında “teşekkürler sn. Erdoğan ama oturumlarına davet etme nezaketi göstermediğiniz bir zirvenin kapanış yemeğinde yerim yoktur” diyememesi acıdır doğru… Zirveye neden davet edil-e-mediğini gayet iyi bilen Akıncı’nın kapanış yemeğine davet edilmesi gibi ucuz bir oyuna gelmesi ne kadar acıysa, “resmen katılamadığı” zirvenin kapanış yemeğine gitmesi halinde Anastasiades’in olası tepkisini hesaplayamaması da o kadar yadırgatıcıdır bu da doğru…
Ama ya Anastasiades? Birleşik Federal Kıbrıs için görüşmeleri “Kıbrıslı ortağıyla” sürdürmekte sıkıntı görmeyen bir liderin, bir zirve yemeğinde aynı masaya oturmayı zul kabul etmesi neyle açıklanabilir?
Pardon ama, “işgalcinin masasına oturmakta sakınca görmüyorsunuz da ortak vatanı yeniden birleştirmek için çaba harcadığınız Kıbrıslı Türklerin lideriyle aynı masada oturmakta ne sakınca görüyorsunuz?” diye sormazlar mı adama?
Kıbrıslı bir çözüm isteniyorsa ve dünyanın da bu çözüme destek vermesi isteniyorsa, Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türklerin artık uluslar arası camiada “birlikte” bir görüntü vermesi gerektiğini anlamayanların çözüm konusunda samimi olduklarına inanmamızı kim bekleyebilir?
Siz uluslararası camiadan Kıbrıs sorununun çözümüne destek vermesini isteyeceksiniz ama uluslar arası hiçbir organizasyonda bir arada görüntü vermeyeceksiniz? Daha da trajikomik olan durum, işgalcinizin ülkesinde, işgalcinizin ev sahipliğinde her türlü organizasyona katılmakta sıkıntı görmeyecek, işgalcinizle her türlü ortamda aynı masayı paylaşacaksınız fakat o işgalin aynı zamanda mağduru ve kurbanı da olan, ortak vatanı birlikte kuracağınızı ilan ettiğiniz Kıbrıslı Türklerle hiçbir ortamda bir araya gelmeyeceksiniz? Bunu bırakın dünyaya, kendinize nasıl anlatabiliyorsunuz Bay Anastasiades?
Erdoğan’ın AB’ye aba altından sopa gösterme oyununa kötü biçimde düşen iki liderin artık gerçekten Kıbrıslı bir çözüm isteyip istemedikleri konusunda kendi halklarına ve tüm dünyaya samimi bir tutum sergilemeleri zamanı gelmedi mi?
Samimi değilseniz oyalamayın artık kimseyi lütfen!
* * *
ÇIPLAK HEYKEL…
Sait Faik, “çıplak heykeller yapmalıyım, çırılçıplak heykeller, nefis rüyalarınız için” der yıllar önce yazdığı ve sonra Nadir Göktürk’ün bestesiyle Ezginin Günlüğü’nün seslendirdiği nefis şiirinde…
“Çıplak heykeller yapmalıyım, çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için çırılçıplak heykeller
Bir kere duyursam güzelliğinin tadını
Sonra ah oturup hüngür hüngür ağlasam
Boş geçirdiğim, bağırmadığım günlere
Kiraz mevsiminin sevişme vakti olduğunu
Sana nasıl bulsam, nasıl etsem, nasıl söylesem
Meydanlarda bağırsam, sokak başlarında sazımı çalsam,
Anlatsam şu kiraz mevsiminin para kazanma değil
Sevişme vakti olduğunu…”
1953’e takvimli şiirin tam 63 yıl sonra hatırlanmasına sebep, İzmir’de İspanyol sanatçı Almacino Gonzales Andres’in müstehcen bulunan “müzisyen” heykelinin AKP’lilerce önce örtülmesi ardından da balyozla parçalanması. Afganistan’da Taliban’ın, Suriye’de IŞİD’in heykel parçalama eylemlerinin bir benzerinin İzmir’de gerçekleşmesinin neye işaret olduğu ortada. Her ne kadar “münferit şeyler bunlar” algısı yaratılmaya çalışılsa da iş öyle değil; İslamcı faşizm artık utangaçlığı bir yana bırakıp, elini korkak tutmaktan vazgeçtiğini ilan ediyor bu eylemlerle. “10 yılda on beş milyon er” yaratmakla övünen 1930’ların tek parti rejimine karşı “14 yılda 1 milyon imam hatipli” ile övünen 2016’nın tek parti rejiminin kindar rövanşının ürünü bunlar.