Işığa Tutunmak

Tacan Reynar

 

“Neden anne?
Neden hiçbir şey beklediğimiz gibi olmuyor?
Neden?
Neden çaresizce çürümek zorundayız, acı ve arzularla ikiye bölünerek?”

Tanınmış Yunanlı senarist Theo Angelopoulos “Eternity and a day” filminde, annesiyle vedalaşan adama bunları söyletir.
Yaşlı kadın yatakta hasta yatmaktadır.
Ölüme benzer bir andır, yakın hem de çok yakın.
Adam bu soruları sorar, sürgünlükten, ülkesinden dem vurur, sonra annesinin ışığını kapatır ve kapıyı kapatıp gider.
Ana’yı bırakıp gitmek.
Yurt ile ana toprak, annenin gözlerinde büyür çoğu zaman.
Adamın bıraktığı ve söndürdüğü ışık yurttur aslında. Yorgun düşen bir “ana”yı bırakıp gitmek...

Ne çok öfkelerimiz var değil mi?
Sanki bir romanın içinde yaşıyoruz gibi geliyor bazen.
Çünkü bu bir romandan başka bir şey olamaz değil mi, biraz komedi, biraz savaş vesaire.
Tüm yaşadıklarımız.
Acılarımız, yüzleşmelerimiz hep bu masmavi gökyüzü altında, sanki bizler de bu oyunun bir figüranı gibi.
Gerçek ötesi bir fantazya, bu ada.

Oysa başka neresi var ki?
Sanki yurt bir bataklık da, mücadele ettikçe bizi içine çekiyor gibi...

Ama vazgeçemeyiz!

Kelimelerimizi ve hüzne batmış kahrımızı çıkarıp bir yerlerde bırakmadan önce,
Belki bir küçük slogan, belki sadece bir bakış,
Öyle sadece kardeşliği aralayan,
Düşmanca değil, cesaretle,
Ve korkakların yaptığı gibi değil,
Sakın!
Her kara bulutlar geldiğinde ve havadaki kurşun kokusu her yanı bastırdığında,
Pencereleri kapatmak yerine,
Kapıları açıp, bir birimize koşarak,
Kaç statüko yıkılacaksa ve kaç kahpe sol ve sağ tandans düşünce, kötülüğün ve bencilliğin dilinden ve eyleminden savrulacaksa üstümüze,
Ve,
Kaç bahar daha geçecekse, bir Beşparmaklardan, bir Trodos’a kaç kuş daha uçacaksa, bizim lanetle örülmüş tembel tenekeden sınırlarımıza,
Ki,
O sınırlarda, daha kaç cop, kaç küfür, kaç kötücül gazdan silahlar havaya ve gözlerimize uçuşacaksa,
Ya da,
Kaç kere daha yeni gelmiş bu ada yarısına, bir çocuk, onun gözlerine polisten insan, askerden üniforma nedir diye öğreteceksek,
Bitmeyecek,
Bu dizeler ve bu sadece içinde sevgi olan bağ.

Bak,
Kim kime dum duma, sağırlaştırılmış, sinsileşmiş, sağaltılmış adeta !
Bu ada !
Ey sen, çok okuyan çok yazan,
Ey sen, özlü sözlerden beyitler alıp, parmaklarınla bu sahte kodların ama gerçek acıların görüntüsünün duvarında paylaşan,
Sen,
Belki artık zamanı gelmiştir de, geçiyordur,
Sen, ben, o olmadan önce, ortak bir vatan kuramazsak beraber.

Yarın,
Birbirimizin cenazelerinde ağlaşacağımız ey sen, dost bildiklerimiz.
Neden duruyorsun hala?
Yürünecek ne kadar yol varsa yürümek zorundayız işte.
Kaç nefreti ve kini aşacaksak, kaç kere daha batacaksak ve kurtulmak için yine bir birimize tutunacaksak, kaç defa daha,
Tutunacağız!

Sadece el vermeyi bilmek gerek,
Çünkü gerisi laf-ı güzaf,
Çünkü gerisi perde oyunu,
Çünkü ötesi...
Yok.
Çünkü, “O ışığı” kapatmamalıyız!