Halbuki yazı işlerine yabancı değilim. Ayrıca Naci hakkında, ölümünden sonra Yenidüzen’de çok yazılar yazmıştım.
1967 yılından beri tanıdığım, siyasi ve özel yaşamımızda hiçbir kırgınlığa uğramayan karşılıklı sevgi ve takdire dayalı ilişkimize halel gelmesinden korktum. Ölmemiş ve benim yazımı okuyacakmış gibi “hatasız’’ yazmalıydım. Beğenmezse, kaşlarını biraz oynatarak dik dik gözlerime bakacak, dudaklarıyla değişen gülüşü kızgınlık ve hayal kırıklığı saçabilecekti. Kabalaşmadan, nazikçe “Beni iyi tanıdığını sanıyordum Fatoş, yanılmışım!” deme ihtimali vardı. Mahcubiyet ile karışık üzüntümü görünce de beni teselli etmeye çalışacaktı.
Naci hakkında yazılan tüm yazılarda onun liderliği, sol hareket içindeki yeri ve tabii CTP’ye yaptığı katkılar anlatılır. Bunların hepsi doğrudur. Esas tartışılması gereken, Naci genç yaşta ölmeseydi, CTP’ye ne gibi açılımlar getirme ihtimali vardı? Belki de bugün farklı bir parti ile karşı karşıya olurduk.
Ben Naci’yi kendi değerlerim içinde mükemmele yakın bir birey olarak görürdüm. Solculuğu ve bu gruplar içindeki liderliği benim tercih ettiğim “Doğal Liderlik’’ kavramına uygundu. Bu nedenle onun olduğu dönemde Ankara’da öğrenci olsaydım mutlaka iyi bir militan olabilirdim!
O CTP’ye başkan olamadı ama doğal lideri olarak algılandı. Bu özelliğinin farkında olmasından ve kendine olan güveninden, Özker Özgür’e başkanlığı hediye etti. Özker Özgür ise ona ölmeden önce başkanlığı vermeye yanaşmadı. 1990 Kurultayı’nda Londra’da tedavide olan Naci’ye, bir “son görev’’ olarak başkanlık verilmesi gerektiğini bizzat Özker’e söylemiştim. O da bana “Vazgeç yahu, hasta adam başkan olabilir mi?’’ demişti. Aslında hasta ve ömrü aylarla sınırlı olduğu için verilmeliydi. Peki “hasta adam’’ aynı kurultay’da nasıl genel sekreterliğe getirilmişti?
Siyaset, maalesef, böyle bir şey de olabiliyor. İkisi de rahmetlendi. Değer miydi?
Naci, insanları kırmadan, üzmeden, saygı ile her şeyi halletmeyi severdi. Onu bir örnek insan ve politikacı olarak görmemin nedeni, hümanist, sosyal adaletçi, yardımsever, değişimci, Türk dilini, beden dilini çok iyi kullanan bir insan olmasındandır. Eski solcu tüfeklerin“küçük burjuva zevkleri’’ diye küçümsediği edebiyat ve sanata düşkündü. Yazıları, kuru ve renksiz ideolojik bildiri metinlerinden çok farklıydı. Kıbrıs kültürünü ve değerlerini insanlarıyla bire bir yaşayarak, onlarla diyalog kurarak özümserdi. Makalelerinde bu izleri göreceksiniz.
Şunu da unutmayalım, Naci iyi bir profesyoneldi. Bazı dönem arkadaşları gibi, devrimci, Marksist görevlerini bahane ederek üniversiteyi bırakmadı. Erenköy’e de çıktı ama Hukuk fakültesinden mezun olup avukatlığı bir süre için de olsa icra etti. Zeki ve yetenekli insanların her alanda başarılı olacaklarına inananlardanım. Berberoğlu’nun yanında staj yaptı, sonra kendi yazıhanesini açtı. Kısacık meslek hayatında da başarılı oldu.
Tek başına zeka ve bilgi, liderlik yapmaya, toplumları etkilemeye, başarılı olmaya yeterli değildir. Zekanın etik ve sosyal olması lazımdır. Naci’nin biraz da Lefkoşa kültürü ve aile terbiyesi ile görgü kurallarına ve insani değerlere, her zaman uygun davrandığını söyleyebilirim. Makalelerinden bazılarında göreceksiniz; ideolojik düşmanı olan Sn. Denktaş, onun bulunduğu ortamlarda acımasızca onu hırpalarken, o “kurumlara saygı gereği o mekanı terk etmedim’’ diyor. Solculuğun ve komünistliğin korkunç bir kimlik olarak algılandığı dönemde, KTFD Kurucu Meclis’inde dönemin UBP milletvekili Hacı Ahmet “Komünistlerden çok hoşlanmam, ama bu Naci’ciği çok severim’’ derdi. CTP’de sekreterliğini yaptığı ve hukuk hocası saydığı Berberoğlu’na karşı hürmette hiç kusur etmedi. Özker Özgür’e de saygılıydı. Onu eleştirdiğine hiç tanık olmadım.
Naci ile önce arkadaş, sonra fikirdaş sonra da partili olduk. Avukatım da oldu. Birlikte milletvekilliği yaptık. Meclis’te kadınlar üzerine yapacağım ilk konuşmamı yazmaya yardımcı olmuştu. Eşi Vesile, benim en yakın arkadaşımdı. Eşim Bekir ise CTP’de genel sekreter yardımcısıydı. Ben TKP’de iken, daha sonraları, Bekir Azgın CTP’den istifa ettiğinde de dostluğumuz hiç yaralanmadı. Çocuklarımız da yakın arkadaş oldu.
Naci ile ilk karşılaşmam 1967 yılı olacak sanırım, sınıf arkadaşlığının ötesinde yakınlığım olan Vesile’nin nişanlısı olması, ve Naci’nin bacağındaki problemini çözmek için birlikte İstanbul’a tedaviye gelmeleriyle oldu. İkisi de Ankara’da öğrenciydi. Naci’nin bacağında problem vardı, ameliyat için gelmişlerdi.
Sessiz, gür ve bal renkli uzun saçlı, güzel, matematikçi ve sporcu arkadaşım Vesile ile, hastahane ziyaret saatleri dışında İstanbul’u gezerken, Naci hakkında bilgi edinmeye çalışırdım.Türkiye üniversite gençliğini etkileyen 68 sol hareketinin bir parçası idi ve Ankara’daki Kıbrıslı öğrencileri örgütlüyordu. Doğrusu, onların aşktan gelişen ve nişanlılıkla resmileşen ilişkilerini biraz erken bulmuştum. Henüz üniversite bitmemişti. Üstelik, Naci gencecik yaşında, kişisel yaşamını ikinci, hatta üçüncü planda tutacak toplumsal sorumluluklar üstlenmişti. Seçtiği yol, güle oynaya bir hayat yerine, baskı, şiddet, hapislik ve parasızlıkla geçecek bir ömür vadediyordu. Vesile bir aşkla başlayan bu ilişkinin ikinci mağduruydu. Sonra çocuklar geldi.
Sıkıntılar tam da sona eriyordu ki asla düşünemediğimiz kanser hastalığına yakalandı ve bu “ışıklı adam” dünyadan göçtü gitti.
Kanser teşhisi konmadan burun etrafındaki kızarmış şişlikler, sinüzit sanılmış ve reçetesi ile eczaneme gelmişti. Antibiyotik iğneler yazılmıştı. İğne yapılmaktan çok korktuğunu söyledi. Ona enjeksiyonları benim yapacağımı ve kendisini hiç acıtmayacağımı söyledim. Kaderin bir cilvesi sonucu, iğneden korkan Naci kanser tedavisi için ne ameliyatlar geçirecek, kemoterapi belası çekecek ve yine ne enjeksiyonlar yiyecekti.
Bir gözünü ameliyatla alıp ona “pad” taktıkları zaman inanılmaz acı duydum. Gözleri onun kimliğini belirleyen önemli bir organıydı. Zekiliği, cevvallığı, düşünceleri, sevinci, hüznü, inancı ve hümanistliği hep gözlerinden saçılır, kendine has bir aura oluştururdu. Doktoru ona 8-9 aylık bir ömür biçmişti. Bunu Naci’ye söylerken doktor ağlamış. Naci sayılı günlerini anlatırken “Koskoca İngiliz doktoru ağlattığına göre hapı yuttun Naci’’ demiş kendi kendine. Devrimci kişiliği bir şeyi kader gibi kabul etmesine engel olduğundan “Benim hedefim, İngiliz doktorun verdiği zamanı aşmaktır’’ diyordu.
Ben, 1972’de Kıbrıs’a dönüp Eczane açtığım zaman,onlar da Çağlayan’da düğün yapmışlardı. Düğün yemeği, Yenicami mahallesinde Naci’nin ailesinin evinde olmuştu. Uzun, yüksek tavanlı bir hanay salonunda, Kıbrıs usulü yemeklerin süslediği masalar kurulmuştu. Özker Özgür’ü ilk kez orada görmüştüm. Saz çalınmış türküler, şarkılar söylenmişti.
Naci o sıralar CTP Genel Sekreteri olmuştu ve parti başkanı A. M. Berberoğlu’nun yanında staj yapıyordu. 1973 Cumhurbaşkanlığı Muavinliği seçiminde Berberoğlu, Denktaş’a karşı aday olmuştu. Onların yazıhanesi benim eczanemden 10 metre ötedeydi. Ben kişi olarak demokratik haklar açısından Berberoğlu’nu destekliyordum. Naci eczaneme geldiğinde, bana, siyasi kimliği ile zarar vermekten korktuğunu ve gelişlerini seyrekleştirdiğini söylerdi. Ben de itiraz eder, kimseden korkmadığımı söylerdim.
1973 seçimleri sırasında, bildiri dağıtmaları nedeniyle, Berberoğlu ile birlikte hapse mahkum edilmişlerdi. 600 KL öderlerse çıkacaklardı. Arkadaşlardan para toplandığını duydum ve ben de katkıda bulundum.
Sonra Londra dönemi başladı. Baskıcı ortamdan uzaklaşmak ve dil öğrenmek için İngiltere’ye gitmişti. Kıbrıs’a 1975’te Kurulan KTFD Kurucu Meclisi’nde CTP’yi temsil etmek için döndü. Ben de K.T. Eczacılar Birliği’nden seçilmiştim. Benim seçilmem için eczacılarla konuştuğunu anımsarım. Bir buçuk yıl Meclis’te beraber çalıştık. Demokratik bir cephe oluşturduk. TKP ile CTP işbirliği yaptı. Bu işbirliğinin oluşmasında onun katkısı olduğuna inanırım.
Naci’nin parlamenterliği de çok iyi yaptığını söyleyebilirim. O kadar zeki idi ki, yasa tasarılarını okuyup çalışmadığı zamanlar bile konuşulanları dinler, olayı kavrar ve dört dörtlük bir konuşma yapıp öneriler sunardı.
Bu yazıyı yazarken yeniden bir şeyler farkettim. O dönemin isim yapmış solcu erkekleri, eşlerine karşı ideolojik kültürlerinden farklı biçimde davranıyorlardı. Bu durum, Kıbrıslı ve solcu birisiyle evlenmek niyetinde olan beni ürkütüyordu. Arkadaşlık nedeniyle evlerindeki karı-koca ilişkilerinde kadınlara değişik şekillerde ayırımcılık yapıldığını hisseder ve politik arkadaşım olan erkeklerden soğurdum. Bu duyguyu, Dev-Genç liderlerinin seksist tutumlarına İstanbul’da tanık olduğumda da yaşamıştım. Onların dünya görüşleriyle çelişen bir durumdu bu. Hiç kabullenemedim.
Naci ile Vesile ilişkisinde hep Vesile’yi haklı bulurdum. Vesile, çalışan bir kadın olmasına rağmen çoğu zaman sadece evinin değil CTP üyelerinin de hizmetkarlığını yapardı. Günde birkaç kez değişik gruplar halinde köyden, kentten gelen partililere yemek pişirir, bulaşık teknesinin önünden ayrılmazdı. Rahmetli anneciği de Vesile’ye yardım ederdi. Yine,Sılacık bebekken onun uzunca bir süreliğine Londra’ya gitmesi ve Vesile’nin Sıla ile birlikte aile evinde kalması içimde acı olarak kalan bir anıdır.
Bütün bunlara rağmen Naci hakkında düşüncelerim hiç değişmedi. Onun o kadar çok meziyeti vardı ki bu önemli zaafı kendisini affettirebiliyordu. Vesile de benim gibi düşünmüş olacak ki, ölünceye kadar onun yanında durmuş ve zor günlerinde ona destek olmuştur.
Bu nedenle Naci ve çocukları bence örnek insanlardır. Onun değerini bilmişler, hatalarını bağışlamışlardır. Kızı Sıla, babasının tüm yeteneklerini fiziki benzerliği ile de yaşatmaktadır.
Sıla, Talat ve eşleri ve onların çocukları ( Naci Talat’cığı unutmayalım) ve Vesile ile Naci varmış gibi dostluğumuzu sürdürmekten mutluyuz.
Bu yazıyı okusaydı “Fatoş beni de eleştirdin ya, çok cesur bir kadınmışsın!” derdi diye düşünüyorum..
* Fatma Sezer Azgın ..Önsöz.. *Köşe Yazılarında Demokrasi Kavgası kitabı
Naci Talat Usar, Yenidüzen Gazetesi 1975-1989
Naci Talat Vakfı Yayınları, Temmuz 2009, Lefkoşa, Ateş Matbaacılık..