O eski fanzin havasını yitirse de biraz, renkli ve sırtlı olarak döndü uzun bir aradan sonra...
Bu arada eski isimler (Taner Baybars, Sencan Köymen, Emre Karahasan, Bora Ercan, Gürgenç Korkmazel, Senem Gökel, Oya Akın, Faik Hasan, Chara Stephanou, Hüseyin Öntaş, Bulut Ünvan, Cengiz Erdem, Jenan Selçuk ve Ergenç Korkmazel) yanında, yeni isimler (H.Djuma, M.Günşir, Çağıl Günalp, Nafia Akdeniz, Aydın Mehmet Ali, Pelin Özer, Jessica Harding ve Levent Atikoğlu) de katıldı Isırgan’a.
K. Kıbrıs’ta gençlerden oluşan tek edebiyat ve sanat dergisi ‘Isırgan’ın Bahar ve Yaz (7&8.) sayısı toplam 68 sayfa ve geçmiş sayılar gibi yine Türkçe ve İngilizce eserlere yer veren bu sayının önsözünde şöyle denilmiş:
‘- şiir nedir? (Ece Ayhan)
- kıçını ısırgan otuyla silmektir (Cihat Burak)’diye başlamıştık kaşındırmaya...
2005’ten bu yana, 6 yılda 6 sayı çıkarabilmişiz. Zaten Isırgan’ı yayımlamaya karar verdiğimizde, düzenli aralıklarla çıkacak ve çoğunluğun beğenisini elde etmeyi ilke edinmiş bir dergi yaratmak değildi kaygımız.
Daha çok, ‘Varolanlardan daha farklı ve gençlerin dinamizmini içinde taşıdığı için daha radikal’ bir dergiye varmaktı niyetimiz. Meseleleri alışılagelmiş yaklaşımlarla ele almayan, alternatif, hatta aykırı görüşlerin de kendine yer bulabildiği, muhalifliğini satılığa çıkarmayacak, bütünüyle bağımsız ve sansürsüz bir dergiye.
Ne pahasına olursa olsun yayımlanmak gibi bir takıntımız da olmadı hiç. Nitekim 6 yılın neredeyse yarısını toprak altında geçirdik. Bu tavır, söyleyecek sözümüzün tükenmiş olmasından kaynaklanmıyordu. En az söz kadar, suskunluğun da altının çizilmesi gerektiğine olan inancımızı vurgulamaktı derdimiz.
Suskunluğun kozasında geçirdiğimiz bu süreçte biriktirdiklerimizi, Emre Karahasan ve Oya Akın’ın çabalarıyla, Işık Kitabevi’nin desteği sayesinde, bahar ve yaz sayılarını birarada yayınlayarak paylaşıyoruz sizlerle.
Ön kapağını 2010 yılının Ocak ayında yitirdiğimiz sevgili Taner Baybars’ın ‘Les nus cachés’ adlı yağlı boya tablosu süslüyor. Arka kapak ise daha önce yazılarıyla Isırgan’da yer alan sevgili Ergenç Korkmazel’in ‘Güneş Banyosu’ adlı fotoğraf çalışmasına ayrılmış...
24 kişinin 38 düzyazı ve şiirle katkı koyduğu bu ‘iri’ sayının içeriği ise şöyle: Jessica Harding (‘Falstaff’), Taner Baybars (‘The Unusual Rape Of Katherina Wimbush’ ve ‘The Drunk Man’s P’), H. Djuma (‘Sınır’), Çağıl Günalp (‘Veda Birikimi’ ve ‘Broken Embraces’), Gürgenç Korkmazel (‘Eski Şair-Yeni Şair’), Allen Gınsberg, Jack Kerouac, Neal Cassady (‘Pull My Daisy’-‘Papatyamı Çek’), Hüseyin Öntaş (‘Sayba’), Chara Stephanou (‘The Death Of A Brother’ ve ‘The Important Things’), Nafia Akdeniz (‘Alay’ ve ‘V(A)Az’), Cengiz Erdem (‘Hedef Göster, Ceset İste!’ ve ‘Simon Bolivar’ın Lefkoşa Sokaklarındaki Hazin Öyküsü’), Senem Gökel (‘Heba’ ve ‘Evimize Şarkı’), Levent Atikoğlu (‘Yokum Nedenim Yok Benim’), Bora Ercan (‘Travesti’), Pelin Özer (‘Söz, Sana Bir Daha Hiç Ölmüş Gibi Bakmayacağım’), Jenan Selçuk (‘Neden Yazıyorsunuz?’ ve ‘Issız’), Oya Akın (‘The a, b, c of x, y me?’), Emre Karahasan (‘Nokta’, ‘Güzel Bir Gün’, ve ‘Karanlık Orman’), Sencan Köymen (‘Dokunuş’), Bulut Ünvan (‘Flight 8816-Larnaca to London’, ‘Frederick Von Faber ve Ben’ ve ‘Kıyı ve Deniz’), M. Günşir (‘Parallellikler ve Paradokslar’, ‘Taş Kitap’, ‘Uzun-Kısa-Soru...’ ve ‘Dinle’), Faik Hasan (‘Çocuk Mu?’), Aydın Mehmet Ali (‘Bedtime Story’)...
Yeni isimlerden bazılarının eserlerine yer vermek istiyorum…
Çağıl Günalp’ın ‘veda birikimi’ adını verdiği şiiri ile başlayalım.
…artık ıslanan yırtık dudakların
içine saklanır sükunet
ve bir ses akıl karıştıran,
gözlerinden sözler koparan.
kırların ılık renkleri,
ifadeler tükenmiş
-veda birikimi-
solurken boşalan havanın içini
girer geceme
dümeni kopmuş afrodizyak gemi,
kağıttan her bir yelkeni
ESK’dan 16 yaşındaki öğrencim sevgili Jessica Harding’in GCSE Drama dersimiz sırasında verdiğim bir ödeve yönelik yazdığı ve dergiye eklememize izin verdiği ‘Falstaff’ adlı düzyazısından bir bölümcük:
“… Next came the water which splashed over his head that made him wet all the way through and as he tried to swim so that he could break the surface to breath he realised that his arms had turned to paper.
Just before he drowned completely however the water drained away and the room was filled with millions of different coloured butterflies. They swarmed around him and as they did tiny strings attached to them and to him. As they flew, his limbs were lifted by their tiny flutters and it looked as if he was the lead in a puppet show. Eventually the strings snapped and the butterflies flew away.
The butterflies however were then replaced by bees who took over the room covering it in honeycomb from wall to wall, ceiling to floor, and as they worked the buzz was deafening.
Then there was Margaret, as beautiful as the day that he had climbed into the dark with her. She put her hand in his and as the room grew dark she whispered into his ear as his heart slowed nearly to the point of stopping. “Do unto others as you would have done unto you”. Then blackness came and the thumping stopped... forever.”
Nafia Akdeniz’in ‘ALAY’ adlı şiiri.
Yüksek ihanetten fışkırma gölgeler tavanlarda
ayak sallarlar aşağılara.
Gıcırdayan taban
mesken artık alaylara.
Alt bilir, üst açılır
üşümenin habitatı kayar atıl bedenlerden yarım akıllara.
Ayaz biler karanlığı ve saplar sırta
sıvazlanacak bir duvarlar kalır yarı baygınlara.
Dil sokulmuş,
öz emilmiş,
söz gidip gelene eskitilmiş süsü vermiş.
Çağrışım artık serbest!
H.DJuma’nın ‘Sınır’ şiiri:
Bir çift bilememiş, evlenmiş
Evliliği aşk sanmış
İşte orada bir sınır doğmuş
O sınırda ben doğdum
Bir çocuk öyleymiş, alışamamış
Sıradan kalabalığa uzaktan bakmış
İşte orada bir sınır doğmuş
O sınırı geçtim
Bir genç sevmiş, bağlanmış
Aşkını anlamamış, anlatamamış
İşte orada bir sınır doğmuş
O sınırı geçtim
Bir adam yalnız kalmış
Herkes onu ahmak sanmış
İşte orada bir sınır doğmuş
O sınırı geçtim
Bir ihtiyar inat etmiş
Bastonuna sımsıkı tutunmuş
Bu sınırı geçmemek olmazmış
Herkes gibi o sınırı geçti
Benlerden biri oturmuş yazmış
Benlerden diğerine şöyle bir bakmış
İşte orada anlamış
Benlerden biri hep sınırda yaşamış
Bir halk oyuna gelmiş
Korkusu kullanılmış
İşte orada bir sınır doğmuş
O sınırda bir ülke doğdu
Bir ülke tanınmamış
Dünyaya uzaktan bakmış
İşte orada bir sınır doğmuş
O sınırı geçtim
Bir ülke muhtaçmış, bağlanmış
Tutsaklığı aşkla saklamış
İşte orada bir sınır doğmuş
O sınırı geçtim
Bir ülke ahmakmış, anlayamazmış
Birlikteyken ahmaklığı çoğalırmış
İşte orada bir sınır doğmuş
O sınırı geçtim
Bir ülke ısrar etmiş
Halkı pankartlara sarılmış
Burada bir sınır olamazmış
O sınırı silelim
Ülkemin yarısı sokaklara dökülmüş
Diğer yarısına şöyle bir bakmış
İşte orada anlamış
Bu ülke sınırdan öte birşey olamamış
Levent Atikoğlu’nın ‘Nedenim Yok Benim’ yazısından bir alıntı:
“…Kendi iklimimde kayboldum. Rengi bulanık dağ sırtına aldı beni. Geceyi kabul ettim ama sevemedim hayata dair hiçbir heceyi... Uyur uyanık hallerimle barışırım kendi zamanımla, bir yaz gecesini koynuma alır, yeni bir tür kazandırırım dünyaya... Hem neydi buluşturamayan beni çocukluğumla?
Benden çıkıyordu ses ama benim değildi. Yaşadığım yere ait hissetmiyordum kendimi. Ne kadar ilginç kelime çıksa da ağzımızdan yokolmaya mahkum bir halde sığamıyordum derine. Yolun yarısında dönüp bakmak istemedim ardıma, gecenin sesiyle ulaştım sonuna...”