Barış MAMALI
b.mamali@hotmail.com
Hukuk dilindeki teknik ve dar anlamıyla işkence şöyle tanımlanmaktadır: “Zanlıya gerçekleştirdiği (veya zanlının gerçekleştirdiği yönünde kafalardaki ön yargı neticesinde) cürmü itiraf ettirmek için haksız eziyet, acı ve utanç verici tutum ve davranışları uygulamak”.
İşkence, dayak veya geniş anlamıyla kötü muamele uygulamalarının çoğu polis merkezlerindeki gözaltı sırasında, yakalamadan hemen sonraki saatlerde, sanığın avukatına ve doktora erişemediği, ailesi ile temas kurmasına izin verilmediği dönemde cereyan eder. Genelde amaç, itiraf almaktır. Ancak başka sebeplerle de işkence yapıldığı görülmektedir (Örneğin, insana eziyet etmekten zevk alma gibi).
KKTC Mevzuatı içerisinde Ceza Kanunu da dahil, “İşkence” kelimesinin geçtiği veya işkenceyi suç olarak düzenleyip cezalandıran özel veya genel herhangi bir yasal düzenleme yoktur. Sadece Anayasa’da genel anlamlı bir kelime olarak kullanılmaktadır, o kadar.
İşkence konusu, tabi olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile diğer bazı uluslararası sözleşmelerde geçmektedir. Ancak mecliste onaylanan bu uluslararası sözleşmelerin gereği olan hiçbir yasal ve idari düzenleme yapılmamıştır.
1985 yılında yürürlüğe giren KKTC Anayasası’nın 17. ve 18. maddelerinde “adli yardım” konusunda önemli düzenlemeler yapılmıştır.
Bu anayasa düzenlemelerinde adli yardım müessesesinin kurulması öngörülmekte ve devlet tarafından sağlanacak bu hukuki yardımın hangi yöntemle yapılacağı konusunda bir yasanın yapılmasına işaret edilmektedir. Ne acıdır ki aradan 31 yıl geçmiş olmasına rağmen bu konuda herhangi bir yasa yapılmadığı için adli yardım kurumu da havada kalmış, gerçekleştirilememiştir.
Adli yardım ve zorunlu avukat tayini olmadığı için tutuklu kişiler zaman zaman polisin elinde çeşit türlü insanlık dışı muameleye tabi olmaktadırlar.
Halen ülkemizde bir Adli Tıp Kurumu yoktur. Bağımsız Adli Tıp Kurumu’nun olmaması insan hakları açısından büyük bir handikap yaratmaktadır. Çünkü işkence vakalarında muayene, tıp uzmanının kontrolünde özel olarak yapılmalı, muayene sırasında polisler ve diğer hükümet görevlileri bulunmamalıdır. Yapılan muayene sonucunda hazırlanan teferruatlı rapor, işkence mağduruna veya temsilcisine derhal verilmelidir. Bizdeki uygulamada ise, işkence iddiası karşısında mahkeme, muayene olmak üzere ilgili kişiyi hastaneye sevk etmekte ve oradaki muayene polis kalabalığının ortasında bu konuda uzman olmayan bir doktor tarafından gerçekleştirilmektedir. Doktor, devlete bağımlı olmasının yanı sıra tarafsız ve yetkin olmayan, polislere karşı fiilen savunmasız bir kişidir.
Karakolların en üst amiri bir tümgeneraldir. Tüm polis birimleri genel müdürlüğe, genel müdürlük ise askeri komutanlığa bağlıdır. Her karakolun askeri emirlere uyma mükellefiyeti vardır. Demokratik ve hukuk kaidelerine uygun olmasa da ülkedeki karakol yapısı böyledir. Verilen her emir askeri vesayet nedeniyle sorgusuz uygulanmak durumundadır. Emrin yasalara aykırı olması halinde dahi polis memurunun buna ses çıkartması mümkün değildir.
Tutukluların veya gözaltına alınan kişilerin gözetim ve sorgulama yeri genellikle karakollardır.
Karakollarda yapılanları incelemeye ve var olan şikâyetleri değerlendirebilmeye imkân sağlayacak nitelikte hiçbir kayıt sistemi yoktur. Dış ve iç güvenlik bir yana, tutuklulara insan haklarına uygun şekilde davranılmasını kontrol edecek kameralar bile bulunmamaktadır.
Sorgulamalar ses veya görüntü kaydının olmadığı bir ortamda yapılmaktadır. Zanlıya vuku bulacak yasa dışı bir davranışın ispatına yarayacak kayıt bulmak bu sebepten ötürü mümkün değildir.
Sorgulamalar tamamen polisin hâkimiyeti altında yapılmaktadır ve sorgu esnasında tutuklunun hukuki yardım alma imkânı yoktur. Avukat talep edilse dahi sorgu ve ifade verme sırasında avukatın müvekkilinin yanında ona hukuki yardım sağlayabilmesi mümkün değildir. Bu uygulamanın çağdışı ve insan haklarına aykırı olduğu tartışılamayacak kadar nettir.
Sorgu ve ifade alma prosedürü İngiliz Hukuku’nun 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında kabul ettiği kurallara dayanmaktadır. Ancak İngiltere, bu kuralları, gelişen insan hakları ve uluslararası hukuk ışığında yarım yüzyıl önce terk etmiş bulunmaktadır. Biz ise hâlâ 19. yüzyıl kurallarıyla 21. yüzyılda sorgulama işlemi yapmaktayız.
Sanığın tek şahidi yine kendisidir (Sorguda hukuki yardımcısı yok, mecburi sağlık kontrolü yok, kamera yok, ses kayıt cihazı yok...). Yani poliste uğradığı hukuk dışı davranışları mahkemede ispat etmeye yarayacak herhangi bir olanağa sahip değildir. Buna karşılık, karşısında devletin polisleri (sayıları duruma göre belirlenir), doktorları yer alır. Ayrıca, gerektiğinde başka kişiler şahit olarak dinlenmektedir. İddia makamının şahit çokluğu karşısında sanığın sözleri her zaman mağlup olmaya mahkûmdur!
Anayasa gereği soruşturma nedeniyle tutukluluk süresi 3 ayı geçemez. Bu, insan hakları anlamında övünülecek bir hukuksal güvencedir. Özellikle son yıllarda Türkiye’deki tutukluluk uygulamalarının yarattığı şiddetli tartışmalara bakıldığında böyle bir anayasal düzenlemenin olması büyük bir şanstır.
Adalet hakkında karar veren son makam olan yargıçlar, insanların haklarının korunmasında özel bir rol oynarlar. Uluslararası standartlara göre, bireylerin haklarının güvenceye almak yargıçların etik görevidir. Birleşmiş Milletler Yargı Bağımsızlığının Temel İlkeleri’nin 6. maddesi şöyle der: “Yargının bağımsızlığı ilkesi, yargı kurumlarına, yargılama sürecinin adil olmasını ve bütün tarafların haklarına saygı gösterilmesini sağlama yetkisi ve görevini verir”.
Tutukluluk amacıyla yargıç önüne getirilen zanlıya, hakları konusunda herhangi bir uyarı ve telkin usulen yapılmamaktadır. Konunun ciddiyeti karşısında tutukluya bir avukat atanması veya tutuklunun avukatsız bırakılmaması gerektiği hususunda herhangi bir yargıcın emir veya direktif verdiğine bugüne değin rastlamış değilim. Dahası, soruşturma maksadıyla avukatsız olarak yargıç huzuruna çıkan kimi zanlılar bazen baskıyla bazen de kendi isteğiyle önemli açıklamalarda bulunmakta ve bunlar hiçbir hukuki uyarı yapılmadan mahkeme kayıtlarına geçirilerek daha sonra sanık aleyhine delil olarak kullanılmaktadır.
Yargıç kendini sadece tutukluluğun uzatılması konusunda görevli addetmekte ama sanık haklarının uygulanması noktasında re’sen herhangi bir müdahalede bulunma hususunda görevli görmemektedir.
Savcılık teşkilatı polis örgütünden yasal anlamda kopuk bir vaziyettedir ve savcılığa organik olarak bağlı herhangi bir polis veya adli personel bulunmamaktadır. Kısaca söylemek gerekirse, herhangi bir polis mensubu yasal olarak savcının emrine tabi bir statüde değildir.
Savcıların, etik sorumluluk ve görev anlamında, polisin yaptığı işkenceleri soruşturma ve yargılanmalarını sağlama ödevi bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Savcıların Rolüne Kılavuzluk Eden Kurallar isimli uluslararası hukuki belgenin 15. maddesi şöyle der: “Savcılar hukuken yetkili oldukları veya ulusal hukuk geleneğine uygun olduğu durumlarda, kamu görevlilerince işlenen suçların, özellikle yolsuzluk, yetkinin kötüye kullanılması, ağır insan hakları ihlalleri ve uluslararası hukukun tanıdığı diğer suçların soruşturulması için gereken özeni göstermelidirler”.
Fakat bizde yapılan işkence şikâyetlerinin neredeyse tümü sonuçsuz kalmakta, birçoğu hakkında etkin soruşturma dahi yapılamamaktadır. Çünkü işkence konusunda yapılan şikâyet üzerine savcılık konuyu yine polise havale etmekte, işkence iddiası yapılan polisler hakkında soruşturma işi onların mesai arkadaşı olan diğer polislere verilmektedir. Bu nedenle polislerin, polis arkadaşları hakkında etkin ve sonuç alıcı soruşturma yapmalarını beklemek, ancak aşırı iyiniyetli bir yaklaşım olabilir. Kuzey Kıbrıs küçük bir toprak parçasıdır ve insanlar birbirini yakinen tanımakta, ya da herkesin bir başkasını tanıyan ahbabı mutlaka bulunmaktadır.
İşkence olayını soruşturacak kişilerin bağımsız ve tarafsız olmalarının yanı sıra işkence konusunda yetkin olmaları gerekmektedir. Ayrıca, etkili bir soruşturma için gerekli her türlü maddi ve teknik kaynak soruşturmayı yapan kişilerin kullanımına sunulmalıdır. Fakat KKTC’de, ne bu tür bağımsız, tarafsız ve ehil bir kurum, ne de işkence konusunda polisler hakkında araştırma veya soruşturma yapabilecek yetkinlikte bağımsız kişiler bulunmaktadır. Eliniz mahkûm, işkence yapan bir polisi yine meslekten arkadaşı olan diğer bir polis mensubu soruşturmak zorundadır.
Polis Örgütü içerisinde soruşturma yapma ve insan hakları açısından bir uzmanlaşma söz konusu değildir. Soruşturma memurları olan polisler bu konuda ciddi ve ayrık bir eğitimden geçmedikleri gibi ihtisaslaşma yönünde de bilimsel eğitim almamaktadırlar.
Soruşturma araçları açısından ehil personel eksikliği yanında teknolojik imkânlar, sorgulama, suçluyu takip, delil incelemesi gibi tahkikat işlerini gerçekleştirmeye yardımcı olabilecek teknik yeterlilik, örgütte bulunmamaktadır.
Polis mensupları olumsuz çalışma ortamları nedeniyle (Uzak bölgeye nakiller, ücretlerin azalması, ek mesai ödeneğinin verilmemesi, normalden çok fazla olan çalışma saatleri, haksız terfiler, sendikasızlık gibi) de işlerinde gerekli verimi ortaya koyamamaktadırlar. Bugün barikat nöbetçisi olan polis mensubu yarın kendisini soruşturma memuru olarak bulabilmektedir.
Tüm bu olumsuzluklar ve geleneksel alışkanlıklar nedeniyle işin kolayı olan “suçludan delile ulaşma yöntemi” ile soruşturmalar yapılmaktadır.
Bunların yanında, örgüt içerisindeki çürük elmalar ve özellikle işkenceci ruh hastası polisler ayıklanmamakta, yeni gelen bu tür polislerle çürük sayısı daha da artmaktadır.
Ülkede insan hakları bu kadar hiçe sayılırken genelde hukuk camiasının ama özelde ise avukatların bu konuda çok ciddi ses vermeleri ve mücadele etmeleri gerekmektedir. İnsan hak ve özgürlüklerinin savunucusu olması gereken avukatlara bu yönde çok iş düşmektedir. Ancak bu noktada avukatlar birkaç istisna hariç genelde suskun kalmayı tercih etmekte, yargıç önünde evrensel hukuk değerlerinin ve sanık haklarının yerine getirilmesi için ısrarcı olmamaktadırlar. Ayrıca, konunun derinliğine inerek insan haklarının korunması amacıyla devlet kurumlarını karşılarına alma cesaretini gösterememektedirler. Avukatların sanık hakları konusundaki etkin mücadele zayıflığı ve eylemsel noksanlıkları, doğaldır ki işkencecileri daha da cesaretlendirmektedir.