Simge Çerkezoğlu
Son derece korkusuz bir adam İsmail Saymaz… Hatta yeri geldi mi fazlasıyla hesapsız algılanabilecek kadar… Yıllardır araştırmacı gazetecilik yapıyor, hayatını muhabirlikle kazanıyor. Kendisini eğitim almayı başaran, köy çocuğu olarak tanımlıyor. Belki de bu köy çocuğu hali onu bu denli samimi ve cesur kılıyor. Türkiye’de çember gün geçtikçe daralırken, o çemberi genişletmek için çabalamaya devam ediyor. Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği’nin “Türkiye’de gazeteci olmak” konulu panel için Kıbrıs’a gelen Saymaz, tüm sorularıma içtenlikle yanıt veriyor.
“BEN İLKOKULA GİDERKEN EVİMİZE GAZETE ALINMAZDI”
İlk olarak İsmail Saymaz ile gazeteci olma sevdasının nasıl başladığını konuşuyoruz. Daha önce kendini anlattığı öykülerinden birinde futbolcu olma hezimeti ile avukatlığın pek de kıymetli bir meslek olmadığını anladığı anda başladığını yazmıştı.
“Sanırım gazeteci olma sevdam tüm bunlardan önce başladı. Ben ilkokula giderken öğretmen hep evinize kaç gazete alınıyor diye sorardı. Ancak bizim eve hiç gazete alınmazdı. Ben bundan rahatsızlık duyardım. Böylece 11 yaşındayken gidip bugün hala çıkan sağ muhafazakâr bir gazete olan Türkiye gazetesine abone oldum. Gazete okuma, kitap biriktirme alışkanlığım da biraz böyle başladı. Türkiye gazetesini alırken Peygamberler Tarihi, Evliyalar Tarihi gibi ansiklopediler biriktiriyordum. Lise yıllarımda yazmaya başladım. Ayrıca ilk yazımın ve şiirlerimin yayınlandığı Börteçine isimli dergide kısa bir süre çalıştım. Daha sonra Rize’de çıkan tüm dergi ve gazetelerde, günlük haftalık yayın organlarında yazılarım, haberlerim yayınlandı. Bu merakım giderek uğraşa, uğraşım eğitim aldığım alana, eğitim aldığım bu alan da zamanla mesleğime dönüştü.”
“O YILLARDA TÜRKEŞÇİ OLMANIN NE OLDUĞUNU DAHİ BİLMİYORDUM”
Saymaz’a dair kaleme alınan bazı özgeçmişlere baktığımda ilk başta ülkücü görüşte olup, daha sonra solcu olmaya karar verdiği yönünde algı yaratıldığını fark ediyorum. Oysa Çay Güzeli ismini verdiği kitabında bu olayın gerçek yüzünü, Ülkücülük macerasının hayatında sadece komik bir yeri olduğunu, bilinçli bir durum olmadığını anlıyoruz.
“Benim ülkücülük maceram 13 ile 16 yaş aralığımı kapsıyor. Benim ülkücü olduğumu yazanlar da aslında bu yazıyı okuduktan sonra beni eski ülkücü olarak lanse etmeye başladılar. Ben yazdım, sonra benim aleyhime kullanmaya başladılar. Ben Alparslan Türkeş’in yardımcısı falan değildim. Ben bu ergenlik yaşlarımda ülkü ocaklarına gidiyordum. Orada edindiğim çok iyi dostlarım da var. Hala görüşüyoruz. Bir ideolojik yakınlığım yok ama dostluğumuz devam ediyor. Sevdiğim bir arkadaşım bana gel çay içelim demesiyle ben ilk kez ülkü ocağına gittim. Ne olduğunu dahi bilmiyordum. O zamanlar da ülkü ocakları vardı ama oraya gidenlere ülkücü değil Türkeşçi denirdi. Ben onun ne demek olduğunu da bilmiyordum. Çay içmeye gittim, arkadaş ortamı hoşuma gitti. Ergenlik çağımdaydım, aidiyet hissi bana iyi gelmişti. Böylece arkadaş ortamı beni bağlayınca, üç yıl oraya gitmeye devam ettim. Orada daha çok yazıya dayalı faaliyetler yürüttüm. Zaman zaman eyleme katıldığım da oldu. Pişman değilim. İyi ki de oradan geçmişim ama bu olayın bu denli büyütülmesini anlamsız buluyorum. Özellikle benim gibi Karadeniz’de doğan, büyüyen her genç ülkü ocaklarına bir girip çıkmıştır. Ben biraz uzun kaldım sadece. Bir de Nakşibendi deneyimim var. Neyse ki onun üzerinde bu kadar durulmadı. Esasen ülkü ocağına giderken bir başka arkadaşım da Nakşibendi olmuştu. Bizi de peşinden sürüklemişti. Ben de girdim, üç ay dayandım. Tamamen yaşlılardan oluşan, toplumun gerisinde davranış gösteren bir topluluktu. Bugünkü görüşlerimin çok uzağındalar ama kötülüklerini gördüğümü de söyleyemem…”
“MUHABİRLİĞİ BİR YERLERE SIÇRAMA AŞAMASI OLARAK GÖRMEDİM”
Gazeteciliğe Rize’de başladı, Konya ve İstanbul’da devam etti. 2002 yılında Radikal’de muhabirliğe başladı, bunu 2016 yılında Hürriyet gazetesi takip etti. Bunca yıl boyunca hep muhabirlikle uğraştı. Oysa biz gazetecilerin muhabirliği başka yerlere yükselmek için bir basamak olarak görmelerine alışıktık.
“Ben muhabirliği gazetecilikte bir başka evreye sıçrama aşaması, ya da başlangıç aşaması olarak görmedim. Muhabirliği gazeteciliğin başlı başına evresi olarak gördüm. Yükselmeyi de hep muhabirliğin kendi içinde aradım. Muhabirlikte deneyim, birikim kazandıkça araştırmacı gazeteciliğe doğru yöneldim. Bu alanda uğraş verdim, çaba gösterdim, derinleştim. Kuşkusuz benim siyasal görüşlerim, eleştirel tutumum nedeniyle de esasen yetkili ve etkili bir pozisyonda olmam Türkiye ölçeğinde mümkün değildi.”
Elbette Saymaz’a muhabirlik çok bilgi kazandırdı. Bugüne kadar yazdığı tüm kitaplar yıllarca biriktirdiği haberler sonucu hayat buldu… İş cinayetleri, tarikatlara düşen çocuklar, insan hakları ihlalleri, zorunlu askerlikte ölümler ve daha niceleri…
“Hepsi muhabirlik çabalarım sonucu ortaya çıkan kitaplar oldu. Elbette tüm bunlar her muhabirin önüne çıkan, her muhabirin ilgileneceği konular değildi. Bunlar özel olarak bu alanlarda uğraşmayı seven gazetecilerin alanıdır. Ben de içinde biraz siyasal öğelerin bulunduğu ama toplumun geniş kesimlerini ilgilendiren meselelerle uğraşmayı seviyorum. IŞİD böyle bir meseleydi, Kimsesizler Cumhuriyeti’nde anlattığım tarikatlar böyle bir meseleydi. Ondan önce kalem aldığım Fıtrat iş cinayetleri de böyleydi. Yazdığım tüm kitaplarda bunların olduğunu söyleyebilirim.”
“IŞİD’İ BÜTÜNÜYLE ANLATMAK İSTEDİM”
Türkiye’de IŞİD konusunda sanırım bugüne dek yazılmış tek kapsamlı çalışma Saymaz’a ait. Örgütün Türkiye’deki yapılanması, yaptığı kanlı eylemler ve bir o kadar trajik olan örgüt tarafından zihni yıkanan, çocuklar, gençler…
“Ben tüm bu araştırmaları Hürriyet gazetesi için yapmıştım. Muhabirliğimin bir döneminde hep bu haberler peşinde koşup, bu gelişmeleri konu alan haberler yapım. Ben bir haberi yaparken bir kereye mahsus olarak yapmıyorum. Onu takip eden ya da önceleyen bütün gelişmeleri ele alıyorum. Bu nedenle de devletin bununla ilgili elde ettiği araştırmaları içeren bütün dava dosyalarını avukatlardan alarak üzerinde çalışıyorum. Failler kim, kimlerle bağlantı kurmuşlar, nerede eğitim almışlar, mühimmatı nasıl tedarik etmişler ve gidip nasıl eylem yapmışlar diye günlerce üzerinde çalışıyorum. Tüm bunları dava dosyalarını temin ederek yapıyorum. Ama gazete okurunun bütün bir süreci takip etmesi mümkün değil, kaç gazeteyi biriktirecek, art arda okuyacak, bağlantı kuracak. Kaldı ki bir gazete haberi de bütün ilişkileri ortaya çıkaracak kadar geniş bir yeri de bana sunmuyor. Dolayısıyla bir haberle insanlar bilgilenemeyeceği için bir IŞİD saldırısını değil de bir olgu olarak IŞİD’i bütünüyle anlatmak istedim. Tüm bunlar benim gazetecilikteki çalışmamın devamı, sonucu, birikimi oldu. Ben tek tek haberlerimi bir araya getirmiyorum. Aslında önceden haber olarak yaptığım konuları yeni baştan ele alarak topluma anlatmaya çalışıyorum. Bugüne kadar kitap yazdığım her alanda öncesinde haberler yapmışlığım var. ”
“TOPLUMA NE KADAR FAYDA SAĞLAYABİLECEĞİMİ HESAP EDEREK GAZETECİLİK YAPIYORUM”
Kuşkusuz son kitap Kimsesizler Cumhuriyeti de en çarpıcı çalışmalardan biri… Saymaz bu kitapta Türkiye’deki yoksulluğa vurgu yapıyor. 12 Eylül ile uygulamaya geçen ve AKP iktidarlarıyla tamamlanan bu yoksulluk sürecinin çocukları tarikatların eline nasıl düşürdüğünü, ailelerin buna nasıl muhtaç hale getirildiğini anlatıyor. İnsan bu kitabı okuduktan sonra günlerce kendine gelemiyor, etkisinden kurtulamıyor. O ise tüm bunları yazarken yaşıyor, başına gelebileceklerdense korkmuyor.
“Uzun bir dönemden bu yana, tabii özellikle de bu günlerde tüm bu konuları kaleme almak büyük risk. Gazetecinin kendi bulunduğu alanda yükselmesini önlemek bağlamında da risk, devlet gözünde şüpheli olarak idrak edilmek manasında da risk ama ben böyle bir gazeteciyim. Bu haberleri yapmaktan müthiş keyif almıyorum. Dünyaya bakış açım nedeniyle bu alanlarda çalışıyorum. Bakış açımın, harmanlanmış dünya görüşümün sonucunda bu haberlerin peşine düşüyorum. Gazetecilik uğraşımı toplumun ondan ne kadar faydalanabileceğini hesap ederek yapıyorum. Ben tarikat ve cemaatlerin denetlenmesi, kontrol altına alınması gerektiğini düşünüyorum. Alınmadıkları taktirde de toplumun başına bela olabileceklerini anlatan örnekler sunuyorum. Ben bu kitapta özel bir şey yapmadım, kendi görüşlerimi aktarmadım. Tamamen yaşananları anlattım. Vaka neyse onu anlattım. Senin mahallede kuran kursu veriyor diye algıladığın adam, aslıda senin çocuğunu istismar edebilir dedim tüm okuyuculara...”
“DAHA İYİ BİR TÜRKİYE HAYALİME YAKLAŞTIKÇA UMARIM RİSKLER VE ÖDÜLLER ORTADAN KALKAR”
Bugüne kadar Türkiye’de elliye yakın davada yargılandı İsmail Saymaz. Öte yandan 2014 yılında Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü tarafından 100 basın kahramanı arasında gösterildi. Aslında ikisi de aynı gazeteci fakat algılar dünyada ve Türkiye’de öyle farklı ki…
“Benim yargılandığım davaların tamamı 2009, 2010, 2011 yılları içinde bir başka tarikatı konu aldığım içindi, Fetullahçı yapılanmayı konu alan haberlerimden ötürüydü. O günlerde Fetullah ile ilgili haber yapmak riskti. Bugün terör örgütü kabul edilirken, o yıllarda neredeyse devletin kurucusu kabul ediliyordu. Devlet seferber olmuştu bense aleyhinde haberler yapıyordum. Bu nedenle bana art arda davalar açıldı, mahkemelere gidip geldim. Bunun sonucunda bana Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü ödül verdi. Bugün daha az davada yargılanıyorum ama hala daha yaptığım haberler, takındığım tavır, benimsediğim düşünceler nedeniyle hala risk altındayım. Ben istemedim tabii böyle olsun. Ülke ölçeğinde, lokal ve yerel değerleri önemseyen biriyim. Muhafazakar da, tutucu da hatta milliyetçi bile diyebilirsin bana. Ben yerel biriyim, Türkiye’nin, vatandaşı olduğum ülkenin basın ve yayın ilkelerini sık sık ihlal etmesinden kaynaklı dünyada gündeme gelmesi, benim gibi gazetecilerin bu nedenle Avrupa tarafından ödüllendirilmesi benim haz ettiğim bir durum değil. Keşke olmasaydı. Ben daha iyi bir Türkiye’yi hak ettiğimiz için bu gazeteciliği benimsedim. Öteden beri bu yolda yürüyorum. Bundan sonra da bu yolda yürüyeceğim. Daha iyi bir Türkiye hayalime yaklaştıkça umarım riskler ve ödüller ortadan kalkar. Keşke Türkiye sık sık gazetecilerini yargılamasa, böyle olaylarla gündem olmasa, keşke ben dahil bu duruma karşı geldiğinden dolayı ödül almasa. Türkiye’nin ifade özgürlüğü skalası karşısında yerlerde sürünmesi, benimse bundan dolayı ödül almam iyi bir şey değil. ”