İsrail-Hamas savaşı, hem insani düzeyde dramatik sonuçlara yol açmakta, hem de küresel ve bölgesel dengelerde bir değişimi zorlamaktadır.
Henüz tam olarak sayısı bilinmeyen Filistinli sivil kayıpların yanı sıra, bu savaş, Gazze’de yaşayan Filistin halkı için çok zor bir dönemi başlatıyor. Gazze’de bundan sonra nasıl bir yaşam kurulacaktır? Ya da, bu yaşam orada yeniden kurulabilecek midir?
İsrail ve Hamas arasındaki sıcak çatışmanın orta ya da uzun vadeye yayılması, Filistinlilerin yeniden göçü ya da daha acımasız ve dayanılmaz koşullarda yaşamaya zorlanması anlamına gelmektedir.
Durum, İsrail halkı için de fazla umut verici değildir. İsrailliler için yıkıcı olan sadece sivil kayıpların ilk kez bu kadar fazla olması değildir. Artık daha büyük bir savaşın tam ortasında kalmak gibi bir olasılık onlar için çok yakın görünüyor. Savaş bölgede hızla yayılmasa bile, İsrail devleti artık böyle bir gelişmeyi de hesaba katmak durumundadır. Yani, güvenlik ihtiyacının daha da derinleşmesi İsraillilerin yaşadığı ortamı daha güvensiz yapacaktır.
Bu savaştan önce de durum ne Filistinliler için, ne de İsrail için kabul edilebilir değildi.
Filistinlilerin kendi yurtlarında kendi kendilerini özgürce yönetme hakkının tanınmaması, İsrail’in uluslararası hukuku hiçe sayarak ülke alanını genişletmeye çalışması ve Filistinlilere karşı orantısız şiddet kullanması, öte yandan da terörü başlıca araç olarak kullanan Hamas ve benzeri örgütlerin İsrail’in güvenlik ihtiyacını tanımaması zaten savaşa uygun koşullara süreklilik kazandırmaktaydı.
Hamas’ın terörizm ateşiyle tutuşturduğu bu savaş, Hamas’ı da daha güçsüz kılmaktadır. Artık, Gazze’deki varlığı en azından eskisi gibi olmayacaktır.
Filistin halkından destek almasına ragmen, Hamas, bu desteği doğru yönde kullanmamıştır.
Kimilerinin iddia ettiği gibi, halktan destek almak, Hamas için luslararası meşruiyet anlamına gelmemektedir. Bunun nedeni İsrail’in güvenlik ihtiyacını dikkate almaması ve siddet kullanımını öngörerek kendi otoriter rejiminin bir benzerini başka topraklarda da oluşturabileceğini düşünen Iran devletiyle kurduğu ilişkidir.
Iran gibi otoriter devletlerin Filistin sorununu araçsallaştırarak bölgesel ya da küresel siyasette demokratik dünyaya karşı kazanım elde etme peşinde koşması, sorunu daha da karmaşık ve tehlikeli bir duruma getiriyor.
Şimdi İran, anti-İsrail karşıtlığını askeri araçlarla kanıtlama çabasına girişmesi durumunda, bunun, ABD’nin ciddi askeri tepkisine neden olacağını anlamış olmalıdır!
Buna rağmen, İran’ın, en azından denetim altında tuttuğu örgütler aracılığıyla bu savaşa katılmayı tercih etmesi durumunda, ABD’nin, Gazze’de olmasa da, başka alanlarda askeri çatışmaya girmesinin yolu açılmış olacaktır.
İsrail’in ‘güvenlik hakkı’na sürekli vurgu yapan ABD ve batılı devlet ve kurumlar da, artık bu devletin ‘orantısız güç kullanımı’na ve ‘savaş hukuku’nu ihlal etmesine engel olmak sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Örneğin, Gzze’de sivil halkın hedef alınmasına engel olunması ve Gazze’den ayrılmak isteyen sivil halkın tahliye edilmesi sorumluluğu demokratik dünyaya aittir.
Batı Şeria’daki Filistin yönetiminden gelen sağduyulu mesajlar demokratik dünyaya Gazze’de sivil halkın korunması yönünde hem sorumluluk hem de olanaklar sunmaktadır.
Türkiye’nin bunalım karşısında takındığı tutum dikkat çekicidir. Batı ve İsrail’le ilişkileri normalleştirme sürecinde patlak veren İsrail-Hamas savaşı, Türkiye’yi eylemsel düzeyde olmasa da, kullanılan retorik nedeniyle, ABD ve Batı ile karşı karşıya getirmeye başlamıştır.
Türkiye’nin İsrail’le ilşkilerini, Hamas’a duyduğu sempatiye rağmen normalleştirmesi, diğerlerinin yanında, İsrail’in güvenlik kaygılarını tanıdığı anlamına da gelmekteydi. Şimdi ise, bu güvenlik kaygıları nedeniyle, İsrail’e dolaysız askeri destek sağlamak amacıyla bölgeye askeri gemilerini gönderen ABD’nin bu davranışını üst perdeden eleştirerek kendi kendiyle çelişmektedir.
ABD’nin bölgedeki askeri varlığını artırması, ister istemez, ABD’nin Doğu Akdeniz ve tümüyle Ortadoğu’ya ilişkin politikalarına muhalefet eden tüm devletlerin ve devlet dışı aktörlerin hareket alannı daraltmaktadır.
Bu bölge’nin, Kıbrıslıları ilgilendiren önemli bir özelliği, bölünmüş halde olsa da, Kıbrıs’ın üyeliği nedeniyle, AB sınırlarının çatışma alanından geçmekte oluşudur. Bu nedenle İsrail-Hamas savaşının orta vadeye yayılması durumunda, hem ABD’nin hem de Türkiye ve Mısır gibi bölge ülkelerinin bu savaşa karşı takınacakları yeni tutumların, Kıbrıs aracılığıyla AB’yi daha fazla etkilemesi kaçınılmazdır.