İsrail-Hamas savaşında Dünya kamuoyu açısından korkutucu olması gerekenlerden ilki gerçekleşti.
Sayısı bindörtyüzü bulan İsrail vatandaşının Hamas baskını sonucu öldürülmesinin ardından başlayan Filistinli sivil halkın yeni bir trajedisinden bahsediyorum.
Binlercesi yaşamını kaybetti, yüzbinlercesinin hayatı ise daha savaşın başlangıcında darmadağın edildi.
Mevcut koşullar, milyonlarca Filistinli’nin yeniden göç ettirilmesiyle sonuçlanacak bir süreci zorlamaktadır.
Filistinliler’in temel insan hakları zaten hem Hamas’ın ve destekçilerinin hem de İsrail devletinin şiddet sarmalında yok edilmişti.
Şiddet ve karşı şiddet şimdi şavaşan tarafları yeniden teslim almıştır.
Bu trajedinin sorumluları bellidir:
Bir yanda İsrail devletini yok etmeye yemin etmiş Hamas ve benzeri örgütler ve onların İran gibi uluslararası patronlarının süregen kıldığı terör ortamı, öte yanda ise, terörizmle savaşı sırasında, kendine sivil halkı koruma sorumluluğu verilen İsrail yönetiminin uluslararası hukuku hiçe sayan tutumu!
Korkulanın ikincisi henüz gerçekleşmedi. Ama, gerçekleşme ihtimali giderek artıyor.
İran, başka bir bölge devleti ya da Rusya’nın doğrudan doğruya İsrail-Hamas savaşına taraf olması durumunda, bu savaşın tüm bölgeye yayılması tehlikesi artık dikkate alınması gereken güçlü bir olasılıktır.
Ortadoğu’nun çeşitli bölgelerinde askeri eylemlilik içinde bulunan İran destekli grupların İsrail’e ya da bölgedeki Amerikan hedeflerine dönük kımi nitelikli saldırılarının kapsamlı bir hal alması durumunda, ikinci korkulan senaryonun gerçekleşmesine yarayacaktır.
İkinci senaryo henüz gerçekleşmese bile, Hamas’ın 7 Ekim saldırısı, İsrail ve Batı’nın bu saldırıya atfettileri önem ve İsrail’in ABD desteğinde verdiği askeri yanıt bölgedeki jeopoitik dengeler dahil önemli sonuçlara yol açmaya adaydır.
Uluslararası sistemde değişim sancısı
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesiyle artık gerçeklik kazanan ve İsrail-Hamas savasıyla derinleşen bir kriz, mevcut uluslararası sistemi değişime zorlamaktadır. Bu krizin sonuçları henüz tam olarak ortaya çıkmasa da değişim talepleri oldukça belirgindir.
Soğuk Savaş döneminden farklı olarak, demokrasi yönelimli devlet ve devlet dışı siyasal aktörler Batı ittifaki etrafında, otoriter ya da yarı otoriter olanlar ise Rusya-Çin ekseninde bütünleşme eğilimindedirler.
Mevcut sistem artık ne Batı’yı ne de Rusya-Çin eksenini ve müttefiklerini memnun etmiyor.
Rusya ve müttefiklerinin eylemlerinin ‘kurallara ve değerlere dayalı uluslararası düzeni tehdit ettiğini’ ileri süren Batı, buna çoğunlukla yaptırım içeren bir dizi ‘önlem’le yanıt vermektedir. İsrail-Hamas savaşında Batı’nın İsrail’e verdiği destek, Rusya-Çin-İran etkisinin geniş Ortadoğu bölgesinde dizginlenmesi amacıyla ilişkili görünmektedir. Ama, ‘kural ve değerlere dayalı uluslararası düzen’in savunucusu durumunda olan Batı, İsrail hükümetinin bu değerleri ayaklar altına almasına engel olmakta yetersiz kalmakta ve kendi-kendiyle büyük bir çelişki yaşamaktadır.
Rusya ve müttefikleri ise, ABD öncülüğündeki Batı’nın ‘uluslararası hegemonya peşinde koştuğunu’ ileri sürerek, başta Doğu Avrupa ve Ortadoğu olmak üzere Batı’ya karşı çoğu durumda örtülü, bazı durumlarda ise açık bir karşı koyuş sergilemektedir. Hamas’ın 7 Ekim saldırısı, bu anlamda Filistin sorununun ötesine taşan, otoriter dünyanın, Filistin halkının demokratik taleplerinin arkasına saklanarak demokrasilere karşı kullanmaya yöneldiği uluslararası bir eylem niteliği taşımaktadır.
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın böyle bir uluslararası sistem sürdürülemez durumdadır.
Ortadoğu’da yeni bölgesel işbirliklerinin resmileşmesi
Hamas saldırısı ve İsrail’in verdiği ölçüsüz yanıt, İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki normalleşme sürecini kesintiye uğratmış görünse de, İran destekli grublar hariç, bunun kalıcı ve derinleşen yeni bir Arap-İsrail kamplaşmasına yol açması kaçınılmaz değildir. Bunun nedeni de İsrail’e güvenlik sağlama konusunda kendilerini sorumlu gören Batılı devlet ve kurumların, bunun ancak Filistin halkının kendi kendini demokratik ve barışçıl bir devlet çatısı altında yönetme hakkına sahip olmasıyla ilişkili olduğunu bilmesidir. Arap devletleri de çoğunlukla, İsrail’in güvenliğini hesaba katmayan bir bloklaşmanın bölgede kalıcı istikrarsızlığa yol açacağını anlamaktadır. İlgilitaraflar için en gerçekçi alternatif, Filistin halkının meşru taleplerini de içerecek şekilde Arap-İsrail yakınlaşmasının devam etmesi ve bunun çeşitli alanlarda kurulacak bölgesel işbirlikleri aracılığıyla güçlendirilmesidir.
Filistin sorununda yeni dönem
Hamas’ın, İran ve bazı devlet dışı bölgesel aktörler hariç olmak üzere, tüm bölge devletleri tarafından hedef alınacak şekilde sistem dışına itilmesi güçlü bir olasılık olarak ortaya çıkmıştır. Rusya ve Çin bu konuda İran’ın yanında durma eğilimini açığa vursa da, bu devletlerin sağlayacağı destek Hamas’ın Filistin’de yeniden askeri anlamda etkili olmasına yeterli olmayacaktır. Bunun nedeni, Hamas’ın 7 Ekim saldırısının yol açtığı süreçte Filistin halkına verilen zarar ve ABD’nin harekete geçirdiği askeri caydırıcılıktır. Türkiye cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hamas’ın terör örgütü olmadığını ilan etmesinin etkisi ise, sadece Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerini olumsuz olarak etkilemekle sınırlı kalacaktır. Bu nedenle Ilımlı-barışçıl Filistinli grupların Israil ve Batı ile yapıcı bir diyalog kurması, Filistin halkının çıkarlarının savunulmasında en akılcı seçenek olarak belirmektedir.