İsrail-Hizbullah savaşı: Onlar akşam yemeğinde bile buluşmuyor!

Yücel Vural

İsrail-Hamas savaşında ateşkes beklentisinin güçlendiği bir dönemde, yaygınlaşma eğilimi taşıyan yeni bir çatışmanın fitili ateşlendi. Hamas ve Filistin’le dayanışma adına İsrail’le askeri sürtüşme yaşayan, zaman zaman da genellikle İsrail’in kuzeyini İran’in hibe ettiği füzelerle hedef alan ve bu nedenle sayısı seksen bin civarında İsrail vatandaşını güneye göçmeye zorlayan Hizbullah örgütünün siyasi ve askeri üst liderliğinin neredeyse tümü, İsrail’in nokta operasyonlarıyla etkisiz hale getirildi. İsrail’in hava saldırılarıyla Hizbullaha verdirdiği kayıpların envanteri henüz bir çıkarılmış değil.  İran’ın bölgedeki en önemli taşeron gücü olan Hizbullah örgütüne karşı girişilen bu onur kırıcı saldırılar, İran’ı zoraki de olsa, ikinci kez, İsrail topraklarına dönük askeri bir tepki vermeye zorladı.  Bu nedenle İsrail ikinci kez büyük bir hava operasyonuyla İran tarafından hedef alındı. İran’ın önceki doğrudan ilk askeri tepkisi, Şam’daki İran büyükelçiliğine ait bir binaya İsrail tarafından yapılan bir saldırıda bazı İranlı üst rütbeli askerlerin öldürülmesine misilleme olarak 13 Nisan 2024 tarihinde gerçekleşmişti.

Daha sonra, Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye’nin İran’ın başkentinde İsrail tarafından öldürülmesini ABD’nin caydırıcı gücü ve Batı’nın telkinleriyle sessizce geçiştirilmişti. 

İran’ın misilleme olarak İsrail’e yaptığı son saldırılar genellikle etkisiz kalmış ve yeni bir İsrail saldırısına meşruiyet kazandırmaktan başka, İsrail üzerinde henüz herhangi bir caydırıcılık üretmemiştir.

İkili arasındaki çatışma, İsrail’in, Güney Lübnan ve Beyrut’un Hizbullah örgütünün varlık gösterdiğini varsaydığı mahallelerinde sürdürdüğü saldırılarla yoğunluk kazanıyor. Şimdi İran ve İsrail birbirlerine karşı hem doğrudan doğruya hava saldırılarıyla yanıt vermekte hem de Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen üzerinden dolaylı olarak çatışma eğilimini devam ettirmektedir.  

Bu savaşın olası gelişim çizgilerini ve sonuçlarını saptayabilmek için çatışan tarafların ve destekçilerinin bölgeye ilişkin amaçlarını ve bu amaçları gerçekleştirmede seferber edebilecekleri olanakların neler olduğunu anlamak gerekmektedir.

Bu çatışmanın doğrudan tarafları durumunda olan Iran İsrail devletini ortadan kaldırmayı veya bunun mümkün olmadığı durumlarda, yandaş grupların desteğiyle İsrail’e karşı bir üstünlik kurmayı amaçlamaktadır. İsrail ise, kendi çevresindeki devletlerin İsrail dostu olmasa bile, İsrail karşıtı bir tutum takınmalarına engel olmaya ve günümüzde İran’ın bölgede oluşturduğu etkiyi bertaraf etmeye çalışmaktadır.  Aşağıdaki nedenlerden/koşullardan ötürü, İran’ın hedeflerine ulaşmasının pek de mümkün olmadığı anlaşılmaktadır:

1. İran ekonomisi hem Batı’nın uyguladığı ambargolar hem de yandaş gruplara yapılan yardımlar ve askeri harcamaları nedeniyle ciddi derecede küçültülmüştür. Bu nedenle, İran’ın uzun soluklu bir savaşı kazanmasını sağlayacak ekonomik bir kapasiteden yoksun olduğu anlaşılmaktadır.  

İsrail ekonomisinin de savaş harcamaları nedeniyle ciddi bir baskı altında olduğu söylenebilir. Bununla birlikte, Batılı devletler ve özellikle ABD, İsrail’i bir ekonomik çöküntüden kurtarmak ve dolayısıyla savaş kapasitesini canlı tutmak için, hem ekonomik hem de askeri anlamda aktif olarak desteklemektedir.

2. İran ayrıca, kendi taşeron örgütleri dışında, bölgedeki herhangi bir devletin askeri ve siyasi desteğinden yoksundur. Böyle bir destek sağlama konusunda ilk akla gelebilecek olan ülke Rusya olmakla birlikte, Ukrayna’da sürdürdüğü savaş, Rusya’nın verebileceği desteği sınırlandırmaktadır. Ayrıca, Suriye’de Esad yönetimini ayakta tutmakta zorlanan Rusya’nın Iran yönetimine verebileceği sınırlı askeri desteğin etkili olabileceği söylenemez.

İran’ın bölgedeki yalnızlığına karşın, İsrail çok muhabbetli olmasa da Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arab Emirlikleri gibi ülkelerle, şimdilerde adı konulmamış bir yakınlık içindedir. Bu ve benzeri devletler İsrail’e karşı düşmenca davranmadıkları gibi İsrail’in güvenliğine destek veren hamlelerden de kaçınmamaktadır.

3. Batı ile rakabet halinde olan Rusya dışındaki devletlerin ise İran’a aktif bir yardım sağlama ve dolaylı da olsa İran saflarında savaşa katılma gibi istekleri ve eğilimleri bulunmamaktadır.

Bu alanda İsrail ciddi avantajlara sahiptir. ABD, Fransa ve Birleşik Krallık gibi BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri İsrail karşıtı herhangi bir siyasi veya askeri girişimi engellemekte kararlılık göstermektedirler. Bu durumun değişeceğine dair herhangi bir belirti bulunmamaktadır. Batılı olmayan Rusya, Çin ve benzeri büyük devletler ise İsrail’in savaş hukukunu ihlal eden tutumlarını sürekli kınamalarına rağmen, İsrail’e karşı somut herhangi bir askeri eylem içinde olmaktan ısrarla kaçınmaktadırlar.

4. Iran’in tek dostu durumunda olan Lübnan, Irak ve Yemen’deki askerileşmiş Şii grupların ve Gazze’de varolma mücadelesi veren Hamas’ın İsrail’e güvenlik sorunu yaratma yönünde sınırlı bir kapasiteleri olmakla birlikte, bu gruplar, İran’ın herhangi bir savaşı kazanmasında belirleyici bir etkiye sahip değildirler.

İran’ın taşeron örgütleri bulundukları devlet sınırları içinde diğer gruplarla bir çatışma eğilimindedirler. Bu eğilim ise İsrail’in manevra alanlarını genişletmekte ve dolayısıyla İran’ın siyasal yalnızlığını artırmaktadır.

5. İran ordusunun gerek saldırı gerekse savunma amaçlı olarak kullandığı askeri teknolojinin İsrail’in askeri teknolojisine göre oldukça yetersiz olduğu anlaşılmaktadır. İsrail, hem teknoloji üreten bir kapasiteye sahip olmasından hem de Batı’nın ürettiği teknolojiye erişimi nedeniyle askeri olarak İran üzerinde ezici bir baskı yaratmaktadır.

6. İran’ın uzun soluklu bir savaştaki performansını etkileyen başka bir etken de, iç siyasetinde var olan veya ortaya çıkması muhtemel olan kırılganlıklardır. Bilindiği gibi, İran rejimi halkın gönüllü desteğiyle değil, şiddet kullanımı veya şiddet kullanma tehdidiyle ayakta durmaktadır. Dışarıda, yani bir savaşta elde edilecek belirgin bir başarısızlık, rejimin alaşağı edilmesi gibi bir tehlikeyi barındırmaktadır.

İsrail ise, Gazze’de Hamasla yürüttüğü savaş sırasında bile gözlemlendiği gibi, muhalif grup ve düşüncelerin varlığı nedeniyle meşruiyet zeminini geniş tutmayı becerebilmektedir. İsrail’in insan hakları ve savaş hukukunu ihlal etmesini protesto eden bu grupların varlığı, bir ironi gibi görünse bile, bu devletin vatandaşıyla ilişkisini güçlendirerek devlet otoritesini, en kötü şartlarda bile ayakta tutmaktadır. Ama israil’in de, onu uzun soluklu bir savaştan alıkoyacak önemli bir zorluğu vardır. İnsan ve ülkesel kaynakların kıtlığı! Bu nedenle İsrail’in savaşmak için fazla zamanı olduğu söylenemez.

Yukarıda sıralanan tüm koşullar aslında daha çok İran’ı savaçtan kaçınmaya yönelten caydırıcı etmenler olarak ele alınabilir. Bu nedenle, bu çatışmanın seyrini belirleyecek olan İran’ın tutumu olacaktır. Batı’nin desteğine açıkça sahip olduğu anlaşılan İsrail, İran yanlısı silahlı grupların askeri kapasitesini kırarark, İran’ın bölgedeki etkisini ortadan kaldırmayı amaçlıyor.

Batı’nın desteği sürdükçe, İran’in mevzi kaybetmesi, geri çekilmesi ve nihayetinde en azından Hizbullah’in baskın askeri gücünden arındırılmış bir Lübnan’da siyasetin yeniden şekillendirilmesi, bölgenin gündemini meşgül edecek bir konu olarak önem kazanmaktadır.

İsrail-Hamas çatışmasında olduğı gibi, İsrail-İran/Hizbullah arasındaki çatışma da diplomatik yöntemlerle ele alınmayan ya da müzakere süreçlerine kapının kapatıldığı herhangi bir bölgesel ve uluslarrası sorunun nasıl önü alınması gittikçe zorlaşan bir savaşa dönüştüğünü gösteriyor. Bu açıdan bakıldığında İki Kıbrıslı liderin BM Genel Sekreterinin davetine uyarak New York’ta ortsk bir yemeğe katılacak olması önem taşıyor. Her ne kadar da toplantının gündemi Güterres tarafından kamuoyuna açıklanmasa da, bu toplantıda, sadece yenecek yemeğin kalitesinin konuşulacağını varsaymak mümkün değildir. Guterres’in mutlaka bir gündemi vardır ve bunu tahmin etmek çok da zor değildir.

İki lider, Kıbrıs’ın yakın komşularında olanlara hızla göz atarak Guterres’e müzakereler için artık yeşil artık ışık yakmalıdır!