Rana Şenol Mert
ranasenol@hotmail.com
Bir bilseniz, son günlerde deyimlerle yatıp deyimlerle kalkıyorum ben. Türkiye’de ortam öylesine gergin, kutuplaşmalar öylesine keskin ve tanık olduğumuz siyasi hesaplaşma öylesine aleni bir savaşa dönüşmüş durumda ki, bir ah çeksem karşıki dağlar yıkılır!
Rüzgâr eken, fırtına biçer.
Kör parmağım gözüne!
Ya sabır ya selâmet, ya akıl ya kerâmet.
Bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyamete.
Türkçedeki bilimum güzide deyim, gündeme düşen her yeni haberde cuk diye yerini buluyor.
17 Aralık’tan bu yana ülkece toptan tırlattık biz, anlayacağınız. Daha doğrusu, aklı başında olan herkesin tahammül sınırlarını zorlayacak vahamette bir açık hava tımarhanesine döndü tüm ülke.
Eh, balık baştan kokar! Başınızda, 10 yıldır iktidarda olmanın kibiriyle sağduyusunu kaybetmiş bir lider; hani aile içinde terör estiren öfkeli ve otoriter babalar vardır ya; işte kendine, topluma karşı o rolü oynamayı biçmiş ve her şeyin en iyisini kendisinin bildiğine inanan, ona biat etmeyen %50’den ölesiye nefret eden, eleştiriye asla tahammülü olmayan bir adam; ortalarda dolanan onca yolsuzluk emaresi ses kaydına rağmen istifa etme erdemini gösteremeyecek kadar katır inadına sahip bir insan; sosyal medyaya erişimin tümüyle engellenmesinin teknik olarak mümkün olmadığını dahi kavrayamadan kalkıp dünyaya kafa tutan biri olunca; tırlatmamak işten bile değil. Murathan Mungan’ın dediği gibi “Türkiye’de her şey olabilirsin ama rezil olamazsın.” Bizimki de o hesap; ne bir utanma, ne arlanma; bir tek o doğru, aksini iddia eden herkes eğri. He, oldu canım.
Bir tarafta tek adam Erdoğan’a biat eden bir topluluk… Diğer tarafta, orijinal “Tek Adam”a (1) tapan ve Kemalist ezberlerle hareket eden ayrı bir güruh. Ört ki ölem! Bir de, herkes için özgürlük isteyen hayalperestler var ki, o gruptan biri olarak görebildiğim, hâlimizin gerçekten vahim olduğu. Yok, yok, ben iyice kafayı yedim. Oturup kalkıp, Başbakanın da, karşıtlarının da bir meydan muharebesi gözüyle baktığı yerel seçimleri düşünüyorum. Şu seçimleri bir atlatsak, atlatsak da biraz önümüzü görsek! Hadi biraz daha sıkalım dişimizi; sıkalım ama “Sıkmaktan diş mi kaldı? Yapmadık iş mi kaldı? Mini mini valimiz, ne olacak hâlimiz?” Ah kendimi bir anda rahmetli Aziz Nesin’in öykülerinden birinden fırlamış bir karakter gibi hissettim:
"ezen bizi yine biz,
düşman bize kendimiz.
bu gidişin yok sonu,
çare bulun bari siz.
madem doktorsun söyle:
neden böyle zalimiz?
mini mini valimiz,
ne olacak hâlimiz?
(…)
bozuldukça gidişler,
ayakta gazte işler.
ağız torba değil ki
büzsen patlar dikişler.
bilmem batar mı size
böyle kıy-ü kaâlimiz?
mini mini valimiz,
ne olacak hâlimiz?" (2)
Esasında, Ümit Kıvanç’ın dediği gibi "Bize, içinde solcusu da dindarı da yer alan, ne istiyorsa herkes için isteyen, eşitlikçi, doğrucu bir vicdan hareketi lâzım." (3) Lâzım lâzım olmasına da, etrafta ellerini zevkle ovuşturup yeni bir ses kaydı düşmesini beklemek dışında dişe dokunur bir alternatif üretemeyen (hani eskiden ordudan medet umarken şimdi de yasa dışı kayıtlardan medet uman) bir muhalefet anlayışı dışında bir alternatif görünmüyor ne yazık ki.
Yine de enseyi karartmamak lâzım; umut fakirin ekmeği. Umudun tükendiği yerde, içimde hapsettiğim küfürlerim var benim!
En kalbi isyanlarımla.
---------------------------------
Kaynaklar
(1) Şevket Süreyya Aydemir'in Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatını anlatığı biyografisine bir gönderme.
(2) Azin Nesin’in Azizname kitabında yer alan bir taşlama, aklımda kaldığı kadarıyla...
(3) Kıvanç, Ümit. “Şey Noktasında da Sıkıntı Var” Riya Tabirleri blog yazısı, 20 Mart 2014