Yıllar önce, şimdi bu yazıyı yazarken karşımda duran pencereden baktığımda Beşparmak dağlarını görürdüm. Solumdaki pencerede muhteşem günbatımları içimi varoluş hüznüyle doldururdu. Şimdi sadece beton bloklar, lüks apartman daireleri ile bakışmaktayım. Artık belleğe dahil olmuş o zamanın birden beni böyle ziyaret etmesinin nedeni birikenlerin tortusunun hüznüyle geleceğin iç kıpırtısının karşılaşmasının yarattığı dalgalar olmalı… O geçmiş zamanı yaşarken benim için anlamlı olan pek çok şey şimdi solmuş, yok olmuş, yerini başkalarına bırakmış… Ama ben bu sabah en çok da geleceği düşünmek istiyorum. “Geleceği güzelleştirebilir miyiz?” gibi bir soru var içimde. Hem kişisel hem toplumsal düzeyde bir soru bu… Ya akışına bırakacağız, kötülüğün devralmasına izin vereceğiz ya da müdahale edeceğiz, geleceği bozmalarına izin vermeyeceğiz. Ya hayallerimizin peşinden koşacağız inatla ya da yorgun gövdelerimizi ve ruhlarımızı bir akışa bırakacağız.
Onca bozulmaya, onca kötülüğe rağmen hala temiz kalabilen insanlar var ya; bütün ümit onlarda diye düşündüm bu sabah sosyal medyada dolaşırken. Adalet duygusu taşıyan, sevgi dolu olan pırıl pırıl parlıyor bir biçimde. Sahte olan bir süre gözümüzü alıp bizi kandırsa da sahici olanın etkisine ulaşamıyor. Bitmek bilmeyen seçim ortamlarından biri yaşanıyor yine. Hem adanın kuzeyinde hem de Türkiye’de… Başka bütün gündemlerin üstünü örten ortamlar bunlar.
Ne kadar dehşet verici ki bugün müdahale etmediğin bir durum karşısında çok geç kalmış oluyorsun yarın. Zulmü ve acıları engellemenin bir yolu varken bunu başaramamış olmak insanın vicdanını yaralayan bir durum.
Kişisel hayatlarımız için de böyle. Daha iyi yaşayabilmemiz mümkünken bizi gerileten pek çok insana ve duruma takılıp kalıyoruz. Mücadele etmek mümkünken kendimizi bazı koşullara teslim ediyoruz. Zaman geçiyor sonra. Diyeceksiniz ki mücadele nereye kadar… İnsan bir akışa bırakmak istiyor bazen kendini. Her şey biraz da rastlantılara, koşulların olgunlaşmasına filan bağlı.
Tek söyleyebileceğim mücadelenin insanı iyimser yaptığı… Sonuca varılmasa bile yolun insana iyi geldiği… Bir bıkkınlık ve kötümserlik içinde çekildiğin köşecikte çürümektense bir çabanın içinde olabilirsin demek istediğim. Mücadelenin verdiği iyimserliğin insanı yanılsamaya götürmesi de bir başka boyut. Küçük kazanımların verdiği heyecanla zaferin yakın olduğu yanılgısını yaşamak mümkün. Sonra da yenilgi ile gelen düş kırıklığıyla yüzleşmek durumunda kalabiliyorsun. Bana kalırsa mücadele edenler her halükârda kazanmış olanlardır.
Şunu söyleyebilirim. Mücadele edenler her şeye rağmen daha iyi, daha anlamlı, hatta daha uzun bir hayat yaşıyorlar. Kayıp çocuklarını bulmaya çalışan anneler gibi. Bulmak istiyorlar ya; ölmüyorlar bu yüzden. Ölüme karşı da direniyorlar.
İyi bir hayatın tanımı nedir sizce? Bir hayat oburluğu içinde yiyip içip gezmek, her türlü dünya nimetinden daha fazla pay almak mı? Bana kalırsa bunların vereceği haz bir süre sonra yok oluyor ve hep daha fazlası istendiği için ruha bir yıkım getirebiliyor. İyi bir hayat anlamlı bir hayattır. En büyük tatmin ise başkaları için de bir şeyler yapabilmek; dünyayı daha yaşanası bir yer haline getirebilmektir.
Sırf kendi için almak ister kimileri. Arsaya apartman yapmak daha çok para getirecektir. Kapitalizm kar için her şeyi örgütlemiştir zaten. Parayı çoğaltmak en büyük başarı, en önemli değer olunca karşıdakinin dağ manzarasını ve gün batımını çalmak kaçınılmazdır. Bizden çalınan sadece bunlar olsa keşke.
Ruhlarımızın kanlı işgali en vahim durum. Yalan ve hileye teslim olmuş, insanın ve doğanın katledildiği bir dünyada yaşıyoruz. Durdurun bu dünyayı; inecek var.