Bir gün oğlum bana “Sende empati hastalığı var” demişti. Empati bir hastalık olabilir mi? Aşırısı bir hastalık belirtisi olabilir belki. Oğlum ameliyat olmuştu örneğin ve onun ameliyat yerindeki acıyı kendimde de fiziksel olarak hissetmiştim. Sonbahar filmini izlerken filmin kahramanı öksürdükçe ben de öksürüp durmuştum. Aşırı empati oldukça sakıncalı çünkü her durumda olduğu gibi insan tam ters uca savrulup kendini duyarsızlaştırmakta bulabilir çareyi. İçi çok yumuşak olduğu için dikenlere sahip olan bir kirpi gibi.
Kendini bir başkasının yerine koyabilmek mümkün mü gerçekten? Sen birisi için üzülüp dururken onun aslında çoktan başka bir duruma geçtiğini, senin derin bir keder olarak algıladığın bir felaketin aslında onu o kadar da sarsmadığını ya da bir yerden bir avuntu bulduğunu gözlemleyebiliyorsun. Ateş düştüğü yeri yakar belki de uzaktan o ateşi çok daha şiddetle hisseden, ateş dindikten sonra bile hala onun imgesiyle kederlenenler olabiliyor. İnsan her acıyı taşıyabiliyor, avuntu bulabiliyor bir biçimde.
Kendine bir acıya teslim edip ona yenik düşmek çok bana göre değil anladığım kadarıyla. En kötü durumda bile tutunacak bir sevinç, bir teselli bulabiliyorum. 12 Eylül öncesi öğrencilik yıllarımda bir gözaltı sırasında karakoldaki hücrenin demir parmaklıklı küçük penceresinin kenarında açan çiçeğin imgesi hiç gözümün önünden gitmiyor. Belleğime bir biçimde kaydetmişim onu. Bütün o karanlık içinde capcanlı bir çiçek… Bir iyilik mesajı iletmek ister gibi konmuştu sanki oraya…
Yanlış anlaşılmasın bir keder bulutunun içinde dolandığım çok olmuştur. İçimi paramparça eden, beni kahreden acılarla geçen bolca karanlık zamanlar hatırlıyorum. Ama her durumda ruhumda başkaldıran, bir sevinç direnişçisi bulunmuştur. Yenilgiyi kabullendiğimi anımsamıyorum pek.
Çocukluk, gençlik filan en çaresiz zamanlarıdır aslında insanın. Başkalarına bağlı olmak, onların desteğine muhtaç olmak özgürlüğün önüne dikilir çoğu zaman. Bir de bilememek, hayatı anlayamamak en kötüsü… Bilgi insanı mutlu eder demiyorum ama bir iç olgunluğu, bir ermişlik hali huzur için oldukça gerekli.
Çok çeşitli çaresizlik halleri ile baş edebilmek için mutsuzluğun kaynağını bulmak gerekir önce. Bazen mutsuzluğun kaynağını çok iyi bilirsin ama yapabileceğin fazla bir şey yoktur. Elin kolun bağlanmıştır bir biçimde. En çaresiz durumlarda kaçabileceğin tek yer kendi için ve hayallerindir. İç sesin seninle arkadaşlık eder hiç kimsen olmasa da.
Beni en çok huzursuz eden zorunlu aidiyet halleri olmuştur her zaman. Aidiyet içinde özgür değilsindir. Sana bir rol verilmiştir ve bunu başkaları tarafından önceden saptanmış kurallara göre yerine getirmen beklenir. Hayattaki bütün rollerimiz için bazı kalıplar vardır aslında.
Sürekli birbirini hırpalamakla meşgul insanlarla dolu toplumlar. Kendini korumayı, salvoları savuşturmayı öğreniyorsun bir biçimde. Hayat sanki böyle olmak zorundaymış gibi bir kabulleniş var pek çok insanda. Bunu sorgulamak oyunun dışına düşüp yalnızlaşmak demek. Hayatın gerçek kahramanları bir biçimde yalnızlığı başaranlardır belki de. Yalnızlığı başarmak fil dişi kuleye çekilmek değildir tabi. Sorumluluk taşıyan insan bir biçimde ışığını yaymayı başarır bulunduğu yerden.
Sizin ne olduğunuzdan kim olduğunuzdan çok başkalarının size dair algısı, şu veya bu biçimde oluşmuş imajınız tanımlıyor sizi toplumda. Yanlış tanıdığımız öyle çok insan var ki.
Bunu nereden mi biliyorum? Tanıdıkça şaşırıyorum çünkü ya da edindiğim yeni bir bilgi o insana dair algımı yerle bir edebiliyor.
Merhametsiz insanları bir inceleyin. Hayatın ara tonlarını göremeyen, siyah beyaz algısı içindeki insanlardır onlar. Narsis kişiliklerdir çoğu. Bir başkasına dair olumsuz yargıları bir anlamda kendi saflarını belirleme biçimleridir.
Ötekilere karşı tutumumuz bizi en çok tanımlayandır aslında. İnsana duyulan nefretin bir ucu faşizm ve ırkçılıktadır. Birini şeytanlaştırmak onun karşısında bir cephe oluşturmayı kolaylaştırır. Bazı insanlar gerçekten şeytan imgesine yakın özellikler de taşıyabiliyor gerçi. Nefretlerini o kadar net görüyoruz ki nefretle yanıt vermekten başka çare bırakmıyorlar bize.
Ben hep hayatta iyinin bir biçimde kazanacağına inanmışımdır. Onca kötülük içinde ayakta kalabilme bastonu gibidir iyilik. Bazen o bastonu birinin başına vurmak da fayda sağlayabilir kuşkusuz.