Kara kışta istesek de açmıyor çiçekler. Mevsimi geliyor sonra. Zor zamanlarda bunu düşünmek iyi geliyor bana. Bir gün mutluluk mevsimi gelecek diye avutuyorum kendimi. Hayatlarımız büyük oranda kendi kontrolümüzde değil artık. Biz planlar yaparken evlere kapanmamızı dayatan bir salgın, kapımıza dayanan bir savaş söz konusu olabiliyor. Şahane manzaramızın önüne devasa bir bina dikilebiliyor. Kötü bir haber tüm keyfimizi kaçırabiliyor. Tersi de oluyor ama. Çok emek harcamış, işaretleri doğru okumuş, bazı anlarda cesaret gösterebilmişsek hayat bunun ödülünü veriyor bize.
Bazen umutsuzluğa kapılıyoruz. Onlarca emek, bedel, başkaldırı boşa gitmiş diye düşünüyoruz. Oysa Sisyphus’un bile bir ödülü vardır. Kayayla yukarıya çıkarken gösterdiği cesaretin hazzı, direnişin gururudur belki de ödül.
Büyük zorluklarla varılan zaferlerin değeri daha iyi anlaşılıyor. Hak edilmiş bir başarıdan daha güzel ne olabilir hayatta. Hele de bu sahtelikler çağında.
Her şeyin çetelesini tutan insanlar vardır. Sizin için yaptıkları ya da yaptıklarını iddia ettikleri şeyleri bir gün başınıza kakacaklarından emin olabilirsiniz. İstedikleri diyet bitip bilmez bir türlü. Çevremde gözlemlediğim bir mutsuzluk sebebi bu. İnsanların gittikçe daha çok yalnızlığı seçip kendi kendine yeterli olmaya çalışmalarının bir nedeni böylesi zor durumlardan kaçınmak belki de. Tek kişilik evlerin artması biraz da bağımsızlaşma arzusunun tetiklediği bir durum.
Bir kedi ya da bir köpek ve ben formülü gittikçe yaygınlaşıyor. Çocuk sahibi olma fikri çok çeşitli nedenlerle korkutucu geliyor gençlere.
Oysa bağımlılık kaçınılmaz bir durum. Judith Butler Pandemi ile ilgili bir dizi konferansını topladığı Ne Menem Bir Dünya Bu? Kitabında salgının insan olarak birbirimize ve doğaya bağlılığımızın farkına varmamızı sağladığını söylüyor. Dünyayı sorguladığımız, ekonominin sağlığının bizim sağlığımızdan üstün tutulduğunu fark ettiğimiz bir dönem oldu bu.
Ne olursa olsun iyilik ve masumiyetin bir karşılığı var hayatta. Kötülüğe zorlanan bir insanlık yine de masumiyeti seçebiliyorsa bir umuttur bu.
Yatsıda sönen yalancının mumunu yeniden yakmaya çalışanlar suçüstü yakalanabiliyor.
Bir gün düze çıksan bile acı bir geçmişin hatırası durduğu yerden seni rahatsız etmeye devam ediyor ama. Geçmişle hesaplaşma, barışma girişimleri son derece çetrefil. Yaralı bellekler kişisel ve toplumsal hastalıkların ana sebebi. Parçalanmış ruhlar, örselenmiş hayatlar kolay kolay iyileşmiyor.
Her insan kendi zorlu hikâyesinin gururuyla avunmalı belki de. Her şeye rağmen hayatta kalmak, direnmiş olmak bile son derece önemli.
Bunca yıkımın, bunca ölümün ardından bulunan formül daha güvenlikçi politikalar, daha çok askeri önlem ve silahlanma olabilir mi? Buradaki kötü koku bütün bu yıkımın birilerini ekonomik olarak daha da güçlendirmek için yapılmış olması.
İnsanlar olarak büyük bir hiyerarşiye tabi olduğumuzun daha da ayırdına varıyoruz son sıralar. En korkuncu sağlık konusunda görülmesi bu hiyerarşinin… Paran varsa bütün olanaklar emrine amade.
Geçen sabah yanıltıcı bir mesajla İran’ın İsrail’e saldırdığı kanısına kapılıp dehşete düştüm bir an. Belki de eli kulağındadır bunun. Ateş hattı büyümeye devam ediyor. Belki de Üçüncü Dünya Savaşı böyle yaşanacak.
Böylesi bir dünyada ne tür hayaller kurup gelecek planları yapabiliriz?
En iyisi kendi özel alanlarımızda masumiyeti korumaya çalışıp iyiliğin yolundan sapmamak. Birilerine karşılık beklemeden küçük bir yardım eli uzatabilmek.
Kötülüğe teslim olmuş bir dünyada, içinde yaşadığımız bu distopyada elimizden ne gelirse onu yapmaya çalışmaktan başka çaremiz yok. Yakın çevremizle kurduğumuz ilişkilerden başlayabiliriz bu iyilik dokunuşlarına. Birisinin yarasını iyileştirmek, düşmekte olan birinin elini tutmak, çaresiz birine ışığı göstermek kötülüğe karşı küçük çapta bir direniştir.
Bir çiçeği zehirlersen açmasını bekleyemezsin onun. Özenle bakılan çiçekler bir gün açar elbette.