Bazı yüz ifadeleri belleğime çakılıp kalıyor. Yaydıkları zehri uzun süre atamıyorum bedenimden. Bazı sözler de öyle. Çoğu zaman yüz ifadelerine eşlik eden sözler de var. Başkaları da böyle midir diye düşünürüm. Bazı insanların iç seslerini, kendilerine dair algılarını işitmeye çalışırım. Başkalarının hayatlarına dair sadece küçük ipuçları vardır elimde. Ama kemik parçalarından dinozorun imgesini oluşturan arkeolog gibi başkalarının hayatlarının fotoğrafını çekerim kendi içimde. Bazen dehşet verir bana bu. İnsanları yerleştirdiğim odalarda, hayatlarına dair olası ayrıntılarda bir iç bunaltısıyla kaybolurum.
Çocukken de hep düşlerdim başkalarının odalarını… Sıradan hayatlar, yoksul, sevgi dolu evler tahayyül ederdim belki de o yıllarda okuduğum iyi yoksullar- kötü zenginler dilemması taşıyan kitapların etkisiyle… Dışardaki gürültüden, çocukluğun kaygı dolu gündüzleri ve soğuk gecelerinden hayalimde sürüp giden hayatlara sığınarak kaçardım. Başkalarının her şey yolundaymış gibi devinen sakin bedenlerini, hayatın nehrinde akıp gitmelerini kendi içimdeki hilkat garibesini düşünerek izlerdim.
Kendimi başka hayatlarda, başka anne babaların çocukları, başka çocukların kardeşleri, başka dede ve nenelerin torunları olarak hayal ettiğimde de bir ürküntü yaşardım. Bir yandan bunu arzu eder bir yandan da dehşetli korkardım. Aslında dönmek istediğim bir yer vardı. Çocukluğun ilk yıllarına dair taşıdığım mitti bu. Uzaklarda bıraktığımız köyümüzdeki kayıp cennetin hayali.
Bir çocuğun gözleriyle baktığında, yaşın büyüse bile böyle bakmaya devam ettiğinde sonsuz keşiflerle, yıldızlar kadar çoğalmalarla doludur aslında dünya… Hayatın bin bir türlü ayrıntısı heyecan vericidir. Kâbus dolu zamanlarda bile yaşama sevincimi yitirmemişimdir bu yüzden. Bir perdeyi çekip kaldıracağımı ve ardında başka bir hayat bulacağımı hayal etmişimdir.
Sen kendi kırılgan ruhunu, adaletsizlikler, iç kırıklıklarıyla dolu hikâyeni taşırken başkaları da sana bakıp duruyorlar. Çok beğendikleri bir özelliğin varsa kıskançlık ve nefrete tercüme edebiliyorlar; hiç hoşlanmadıkları özelliklerini de öyle…
Bazı cümleler, bazı bakışlar ömür boyu kalmıştır benimle. Kötülüğü bir varoluş biçimi olarak seçmiş insanlar tanımışımdır. Bu insanların masaldaki canavarlar gibi diğer karakterlerden daha güçlü bir imgesi olmuştur hep.
Öyle anlar vardır ki canavarlarla karşılaşmalarda; sonsuza kadar belleğime kazınmışlardır. Canavarları anlamaya çalışmış onların içinde de benim gibi kırılgan bir çocuk olup olmadığını sorgulamışımdır her ne kadar öfke ve isyanla dolu olsam da bana yaptıklarına karşı.
Nedense bunları düşündüm bu sabah… Kimlerin nasıl hayatlara uyandığını… Her bir insanın içinde akıp giden düşünce nehrinde benimkiyle olabilecek benzerlikleri. İçimi dünyaya karşı sevgiyle doldurdum her şeye rağmen. Yeni bir günün getirebileceklerini, sayısız olumlu olasılığı hayal edip kendimi avuttum. Bir yandan da bir ağlama isteğiyle doldurdu beni bu… Belki de içimdeki zehri akıtsın istedim gözyaşları. Bir katharsis yaşamak yeni bir başlangıca taşınmak istedim.
Bunca kargaşa, bunca iktidar kavgası, baskı ve zulüm içinde insanın sığınabileceği yer sanat ve edebiyattır biliyorum. Geçen gün bir video ile veda mesajı bırakıp intihar eden genç çocuğu izlerken hayatın böyle bırakılıp gidilebileceğine inanasım gelmedi. Bunu en çok yapanlar arasında şairler bulunuyor ne yazık ki…
Ne olursa olsun karşıma çıkan canavarlarla savaşırım ve asla gitmem diye düşündüm.
Bazen insan zifiri karanlıkta kalır biliyorum bunu… Bazen taşıyamayacağı kadar büyük ağırlıklar vardır sırtında ve diz çöker. Böylesi korkunç dönemlerim olduğunu, her yanımdan zincirlerle bağlı olduğumu, hareket edemediğimi anımsıyorum.
Bütün bunları bile aşabilmişsem gelecek için çok ümit vardır diyorum o zaman. Dün videoda izlediğim Albert Camus karakteri gözümün önünden gitmiyor yine de… Başkaları böyle ölmesin diye bir şeyler yapabilmek istiyorum bu yüzden.
Yeni bir sabaha gerçeklerle kahramanca yüzleşerek ve insanın karanlıkları yırtabilen gücüne inanarak büyük bir iyimserlikle başlıyorum bu yüzden.