“Pelin Böke’nin imzasını taşıyan “İzmir 1919-1922 / Tanıklıklar” kitabı işte bu döneme,
“İşgal İzmir’i”ne ve kimin, neden çıkardığı çok tartışılan yangına ışık tutan bir eser…”
9 Eylül 1922; Yunanistan ordularının İzmir işgalinin sona erdiği tarih. Hem yaklaşık üç yıllık işgal yılları hem işgalin sona ermesinden hemen sonra çıkan ve hala tartışılan İzmir yangını şehrin resmi ve gayriresmi tarihte en fazla konuşulan, merak edilen dönemi belki de... Pelin Böke’nin imzasını taşıyan “İzmir 1919-1922 / Tanıklıklar” kitabı işte bu döneme, “İşgal İzmir’i”ne ve kimin, neden çıkardığı çok tartışılan yangına ışık tutan bir eser. Böke kitabın birinci bölümünde dönemin İzmir’ini anlattıktan sonra ikinci bölümde tanıklıklara geçerken şu sözleri sarfediyor: “Buraya kadar kaba hatlarıyla umumi bir manzarayı çizdik; birazdan okuyacaklarınız ise bu resmin parçalarıdır. Ancak bu farklı düzlemde bir okumayı gerektiriyor. Meselenin çok katmanlı oluşu böyle bir okumayı hak ediyor çünkü.” Aşağıda yer alan tanıklıklar o resmin parçalarının “İzmir Yanıyor” bölümünden... Pelin Böke, İzmir 1919-1922 / Tanıklıklar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2006, 222 sayfa
“Greskoviç diyordu ki yangın Ermenilerden çıktı...”
Eugenie Kokini (1322/1906, Karşıyaka/ İzmir) Şimdi bunlar geliyorlardı. Tabii haber alıyorlardı. Bunlar, bu Rumlar hazırlanıyorlardı, tüfek müfek ne varsa, bütün komşular böyle, yani hazır. Onları bekliyorlardı, yani gelecek diye. Yani Kemal Paşa geliyor. Şimdi Menemen’e kadar geldiler. Bunlar palikaryalar. Üüüüüü! Bir de bakıyorsun sen, bizim askerler geliyor, Türkler. Ötekiler [Rumlar] nah!.. [Kaçıyorlar] Gittiler, şimdi Fransız mektep var, sörler mektebi [Karşıyaka’da], orada saklandılar. İzmir’den gelen, başladı şey [yangın]. Mösyö Greskoviç, onu çok iyi tanıyorum ben, bizim bir akrabaylan evliydi. O diyordu ki o yangın Ermenilerden çıktı. Çünkü o İtfaiye Müdürüydü, hem de AvusturyalI. Ve tabii koştular, ilk şeyleri şurdan bir yangın, şurdan bir yangın. Fakat yapamadılar [yetişemediler]. Çünkü her taraftan, her taraftan, yani bir iki tane ev söndürmek değil, her taraftan. (6 Kasım 1994 , Karşıyaka / İzmir)
“Ermeniler Yunanlılarla birlik çalışıyordu o zaman. E gördüler Türkler başladılar inmeye Eşrefpaşa’dan İzmir’e doğru. Yangına verdiler İzmir’i...”
Ferdinando Stano (1330/1914, Turan / İzmir) İzmir yandı, yangın oldu. O zaman gemiler İtalyanları, Fransızları kimi istiyordu götürüyorlardı. Biz Alsancak’taki Katedral Kilisesi’nde [idik], ayrıldık evimizden. Amcamın eviydi, yani benim annemin ablasının eviydi. Kendisi Yunanlı. Zengindir o da. Vaktiyle Türk ordusu girmeden İzmir’e, mecbur oldu çocukları aldı gittiler, korkusundan. Ve 1922 senesinde yangın gecesi. Annem hamile benim kız kardeşime; daima hamileydi o kadın. Yorulmazdı, kaç tane çocukla uğraşıyordu, pencereye çıkmaya vakti yoktu. Nitekim babam geliyorlardı, gelmezden evvel evin önünde kaldırımda bir bohça, ne olduğunu bilmiyordu. Mermi, bomba ne istiyorsan vardı bohçanın içinde. Yunanlılar giderken. Çünkü niyetleri Sabuncubeli’nde Türk ordusuna karşı -ne diyorlar- müdafaa. Hani Yunanlılar vakit bulsunlar, gemilere binip gitsinler. Olmadı o. Sonra o torbayı, şeyi babam bıraktı orada, ama bıraktı doğru değil [bu], ya al evin içersinde. Kimbilir kim bıraktı. Veyahut haber ver alsınlar, polis molis ne varsa. Olmadı o. O gece yangın başlıyor. Yangın başladı Gazi Bulvarı’nda. Evde çoluk çocuk, annem babam, amcalar hepsi vardı. Bir de bir battaniye aldık, nerede yatacağız belli değil. İzmir’den Turan’a gitmek [için], vesait yok, araba çalışmaz hiçbir şey. Ne araba ne tren. Ermeniler birinciydi yangını çıkaran. Yunanlılar çarpışıyordu arada sırada. Tuzakoğlu fabrikası var [orada]. Türkler Eşrefpaşa’da, yukardaydılar onlar. Yunanlılar aşağısı. Ermeniler Yunanlılarla birlik çalışıyordu o zaman. E gördüler Türkler başladılar inmeye Eşrefpaşa’dan İzmir’e doğru. Yangına verdiler İzmir’i. İtalyan Okulu yandı. İzmir’de iki katlı, büyük, güzel [bir binaydı]. Yandı. Babam aldı bizi, yavaş yavaş 1. Kordon’dan. Kaçmasın diye, yani kaybolunmasın diye birimiz aramızdan [birbirimizin beline sarıldık]. Dedem çok efendi bir insandı. Bir İtalyan bayrağı [aldı], İtalyanlarla fevkaladeydi Türkler. İtalyan dedin mi bütün sular dururdu. Rumlar biraz hırpalandılar. Katloldular, çoluk çocuk kaybolan, boğulan boğulmayan. Darağaç’ta vardığımız zaman bir ses “Kesiyorlar, kesiyorlar” deyince bulduk bir kapı [içeri girdik]. Biz çoluk çocuk oturduk bir çuhaların üstünde, kömürlük. Elledim böyle, sıcak bir şey [geldi elime], ekmek!.. Bizler çocuk olduğumuz için açlıktan, ekmeği kestik. [Birisi] bir Meryem Ana resmi [buldu]. Onu aldı sakladı. Neyse başladık yürümeye, indik Halkapınar’a. Halkapınar’da bir fabrika var, Ermeniler müdafaaya geçtiler orada. Birkaç askerimizi vuruyorlardı bunlar silahlarla. Halkapınar’a varınca bir şehitlik var orada. O şehitlik o askerlere ait. Neyse bayrak önde bizim dede, arkada sülale. Söyle kaç kişi? Beş kişi, on kişi... Fakat baktık yüz kişi arkamızda. Karakola vardık. Şehitliğin olduğu, orda bir karakol vardı. Türk karakolu. Tesadüfen, Allahtan babam karakolun şefini tanıyordu. Ama o yol, stadyumdan -Alsancak’tan- tut da Halkapınar’a kadar, Mersinli’ye kadar insan doluydu. Bütün İzmir oradaydı. Yangından kaçanlar. Eh ne yapacaksın, kim geldiyse gelsin, kim ölürse ölsün. Babam, amcalarım, çocuklar yavaş yavaş yürüyorduk. Karakola vardığımız zaman, karakol dedi ki, o arkadaş “Mösyö Stefano, ben vereceğim iki er ve çabucak Mersinli’ye geç. Çünkü Bornova’da esas ordu, Türk ordusu iniyor. Sizi bulunca ne olabilir belli değil”. Çünkü harp. Adam -Allah razı olsun- verdi iki tane jandarma. Niteldm Turan’ın yolu, yani şimdiki gittiğim yol, Bayraldı eski yol. Salhane’de bir sesler duyuyoruz. Bir bakıyoruz arkada birisi, bir Yunanlıyı aldı soydu. Elbiselerini aldı. Bir madam, ismini söyliycem hatırlayamıyorum, zannedersin baloda gidiyor, şapkalar bilmem neler. Bir adam, birisi vurdu, sopa mı buldu ne, soydu aldı elbiselerini. Aldı ama, Turan’dan geliyor Türk ordusu. Bizi durdurdular. “Buyrun”. Babam Türkçe çok güzel konuşuyordu, dedem de öyle. “Nereye gidiyorsunuz? [dediler]. “Eh biz gidiyoruz evimize, Turan’da” [dedik]. “Peki şimdi bu şey yolda nasıl gidiyorsunuz?” [diye sordular]. Aynı zamanda elbiseleri çalan ve kadının çantasını alan [adamı] erler gördüler. “Ne oldu, sen ne için buradasın” dediler. “Eee elbiselerini aldım”. Türk, Çingene. Çingeneler daldı aramızda. Erler görünce bunları, kaldırıyordu pat bir tane, Çingenelere vuruyorlar. Elbiseleri, hanımın çantasını getirdiler geriye.’ Ama yolda arabalar, koyunlar üstünde [konmuş], temizlenmiş vaziyette yatıyorlar, eh harp bu. Varıyoruz Bayraklı Turan arasında, rica ediyorlar “lütfen şu battaniyeyi taşıyorsunuz, verir misin, [size] bizimkini verelim?” Askerlerin battaniyesi battaniye değil bir çarşaf. Neyse verdik battaniyeyi, hadi güle güle. Ve varıyoruz Turyağ’ın fabrikasına. Turyağ’a geldik, Turyağ’dan görüyoruz yolun sonunda münakaşa gibi bir şey vardı. Herhalde bir kimseyi yakaladılar. Biz daldık Turyağ’ın, fabrikanın içinde. Mösyö Peze vardı, o “girin, girin bu tarafa, çıkın arkadan”. Arka tarafı da bakıyordu bizim çiftliğimize. Çiftliğe çıktık, çiftliğin içerisine, evimize gittik. Eve gider gitmez [görüyoruz İçi] patlıcan yapraklarını dahi bile yediler. Ev kalabalık. Çiftlikte bütün Turan orada. İzmir’den gelenler oraya. Niteldin oturduk, geldik filan. Ne yer var, ne oda var, her yer işgal edilmiş vaziyette. Ağlayan var, doğuran var, ölen var. Ne yiyicez? Diyorum size, bizden evvel -iki üç gün evvel- halk girdiği zaman, ne patlıcan ne patlıcan yaprağı, hiçbir şey [bırakmamış]. Eh aç. Bakıyorum babam, babam dedi dur, birkaç domuz gördü çiftliğin içinde. Turan’da böyle hayvan beslemek vardı. Pencerelerden elbise, evlenme elbisesi ne varsa [sarkıyordu], Türk ordusu İsrailli ve Filistinli gençler, Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum gençlerle “Kimlikler ve Tartışmalı Konular”ı ele aldı… yapmadı bu işi. Bu işi Çingeneler yaptı. Çingene nerde bastıysa. Nitekim yavaş yavaş bu iş oturdu. Türk ordusu geldi Turan’da. Bizden rica ettiler, damları istediler. Buyrun. At, inek ne isterse ver. Kes bu ineği, öldür bu domuzu, ver şunu, al onu. (18 Mayıs 1996, Sahilevleri / İzmir) “Bir hafta- yandı İzmir... Kendileri yaktı” Makbule Büke (1326/1910, Gördes Bizim askerimiz girdiğinde, Kadifekale’sine taşındık. Ekmek yok, bazlama yaptılar, un buldular. Sonra orada otururken yandı İzmir. Kendileri yaktı İzmir’i, bizim askerimiz yakmadı. Sennure Hanım Teyze vardı, komşumuz. [Ona] Frenk mahallesinde yangın çıktı dedim. Böyle şimdi bir bina yanıyor, yastıklara gaz dökmüşler, bu şekilde atıyorlar öbür bina tutuşuyor. Böyle böyle bütün çoluk çocuk hepsi Frenk mahallesine, Ayavukla Kilisesi’ne dolmuşlar. Büyük bir kiliseydi o. Cayır cayır yandılar orada, Türklere teslim olmayacağız diye. Bir hafta yandı İzmir. Ne vakit yangın bitti, yağma ettiler Türkler. Kumaşlar böyle görüyorduk, [kadınların] çarşaflarının içinden dökülüyordu. (10 Mart 1997, Karşıyaka / İzmir)
“Sus valide sus, biz yakıyoruz...”
Müzeyyen Canoler (1324/1908, Basmane / İzmir) Biz Katipoğlu’na giderkene dokuz yerde şey ettik yangını, dokuz yerde saydık. Başlamışlar su vermeye, bizimkiler kesmiş hortumu. Bekliyorlar çünkü askeri müdafaalar, kolları şeyli fedailer, vermiyorlar su, kesiyorlar vermiyorlar. Babaannemin yanında bir subay peyda olmuş Basmane’de. [Babaannem sormuş] “yangın mı çıkıyor?” diye, “sus valide sus, biz yakıyoruz” demiş. Ondan duymuş onu [babaannem]. Bunu bizim subay söylemiş, “kökü kurumaz onun” [demiş]. Evlerde bombalar patlamış. Gâvur saklanmış temellerin altına, çıkıyorlar ekmeklerini alıyorlar, yine giriyorlar temellerin altına. Onları temizleyesiye kadar öldük. O kadar binanın, Alsancak’ın bir kısmı kaldı. Böyle çepeçevre şeye kadar Pasaport’un oraya kadar [yandı], Türk mahallesine geçmedi yangın. Günlerce, 15 gün yandı bu İzmir. (14 Ekim 1997, Karşıyaka / İzmir)
“Ermeniler bizim mahallemize girdiler kundaklamak için...”
Şükriye Elham (1326/1910, Karşıyaka / İzmir) Teyzem Turgutlu’da oturuyordu, [kardeşim] Kemal de oradaydı. Başlamış Yunanlılar bozulmaya. O zaman Hayrettin Ağa bir vagon işgal etmiş, tutmuş kiralamış. Teyzemleri bindirmiş. Kemal’in başına yemeni bağlamışlar. Kemal dememişler adını, Hafize diyorlarmış. Kaçan Rumlar, Ermeniler filan varmış, bozulmuş artık [Yunan]. Azime Abla’nın [teyzemin kızının] burnundan bir kan boşanmış. Tren o kadar yavaş yürüyormuş ki böyle, çok yavaş yürüyormuş tren. [Sonra] İzmir’e geliyorlar. [O zamanlar] Yunanlılar bizim sokaklara fener koydurdulardı. Gece fener koydurdular. Şimdi kim çıkarsa vuracaklarmış. Hatta şöyle raketler yapmışlar, tahta böyle. Çok ince çiviler [üzerinde]. Kim çıkarsa, kim çıkarsa vuracaklarmış. Kan fışkıracakmış. Kimse sokağa çıkmıyordu [o yüzden]. Şimdi Türkler de, bizim daha yukarımızda barikat kurmuşlar, kim geçse “parola” diyorlarmış. Ay yıldız derse geçiriyorlarmış. Yoksa bırakmıyorlarmış yukarıya gâvurları. Biz Basmane’deydik dedemin evinde. Şeyi yaktı, şimdiki Alsancak, Kordon. Bu gâvurların mağazaları vardı, kiliseler. Oraları yaktılar. Sonra Mustafa Kemal gelince oraları söndürdüler. Bizim Haşan 14 yaşındaydı [o zaman], hemen bir tabanca buldu, gitti gâvurları öldürdü. Ermenileri evlerinde öldürdüler. Şimdi biz o zaman Çorakkapı karakolunun önüne geliyorduk. Şimdi böyle gâvurları sürü halinde getiriyorlardı. Böyle tabanca tutuyorlardı [boğazlarına]. Sıkıyorlardı. Yüzükoyun düşüyordu. Diyorlardı ki “cehennemi gördü”. Basmane’de yangın olmadı. Şeyde, karşı tarafta. Alsancak ve şimdiki Basmane’nin karşısı, hep oraları yandı. Ermeni mahallesinden çok, Rumların, zenginlerin oturduğu mahalleydi orası. O zaman derlerdi ki Ermeniler kundakladı. Şimdi Ermeniler bizim mahallemize girdiler kundaklamak için. Hatta, saçları uzun, sarı yakaladılar -böyle bir Çorakkapı karakolunun karşısında bir yer vardı- Ermeni’yi oraya astılar. Elleri bu tarafta, ayakları arka tarafta. Sonra bir Rum kadın [vardı] çok yaşlı. Çorakkapı karakolunun karşısında bir çeşme vardı, oraya oturmuş, geçen Türk askerleri biraz üzüm ekmek filan veriyordu. Yiyordu, oradan çeşmeden su içiyordu. Fakat çok yaşlı bir kadındı. Bir Türk askeri gelmiş, silahını dayamış [çeşmeye], kadın silahı almış dipçiği ile askeri vuracakmış, fark etmişler, kafasına vurmuşla öldürmüşler.
(BİANET. ORG - 10.9.2017)
DEVAM EDECEK
İsrailli ve Filistinli gençler, Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum gençlerle “Kimlikler ve Tartışmalı Konular”ı ele aldı…
Kıbrıs’taki COME Vakfı’nın diyalog seminerleri çerçevesinde geçtiğimiz Pazar günü 29 İsrailli ve Filistinli genç, Kıbrıs’ta aktif biçimde barış sürecine katılmakta olan Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum gençlerle bir araya gelerek “Kimlikler ve Tartışmalı Konular”ı ele aldıkları bir atölye çalışmasına katıldılar. Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği AHDR’nin fasilite ettiği atölye çalışması, Dayanışma Evi’nde gerçekleştirildi ve AHDR’nin Eğitim Programları Yetkilisi Loizos Lukaidis, gençlere bu konuları ele almaları için yardımcı oldu. Atölye çalışması ardından AHDR’nin Eşbaşkanı Kiriakos Pashulidis’in rehberliğinde, İsrailli, Filistinli ve Kıbrıslı gençler için bir Lefkoşa turu gerçekleştirildi.