Janus gibi bakabilmek*

Mümkün olan görebilmek değil, Janus gibi bakabilmektir: İnsana, insanın bilinçli olarak yaptıklarına, doğaya, doğanın bilinçsizce var ettiklerine...

Pervin Yiğit
pervinyigit@gmail.com

Roma mitolojisindeki Janus, iki yüze sahip tek tanrı figürü olarak dikkate değerdir. Janus’un iki tane başının olması, yüzeysel bir yorumlamanın aksine, ikiyüzlülüğü temsil etmez. Janus, iki farklı zamana bakan, iki farklı varlığa/doğaya sahiptir. İkiyüzlülük kavramında bir yüz gerçek iken diğeri yalandır, fakat Janus’un iki doğası da eşit derecede gerçektir. Yüzlerden biri geçmişin, diğeri ise geleceğin gerçekliğidir. Bu iki yüz insanın kontrol edemediği tek kavram olan zamanı ve zamanın her şeyden bağımsız bir şekilde geçiyor oluşunu gösterir. Janus zamanın akışından bağımsızdır. Bu yüzden, iki doğasından biri geçmişe bakarken, bir diğeri aynı anda geleceğe bakabilir. Biri biten olayları izlerken, diğeri var olmaya başlayan ya da başlayacak olan olgulara tanıklık etmeye hazırlanır.

Zaman çizgisi üzerinde başlamış, bir süre var olmaya devam etmiş ve sonrasında bitmiş olan olayları, bu süreçler arasındaki geçişleri, iki tarafa da bakan yüzleri sayesinde kesintisiz izleyen Janus, yaşanmışlıklar arasında bir köprü olarak belirir. O, değişim, deformasyon, büyüme ve yaşlanma gerçekleşirken, var oluşla beraber yok oluşa giden her ana şahit olabilen, bu ayrıcalığa ve algılayışa sahip tek varlıktır. O, bedenin farklı evrelerini birbirine bağlayan köprünün kendisi, ruhun deneyimlediği bilinç halleri arasındaki geçittir. İnsan bebeklik, çocukluk, ergenlik, gençlik, olgunluk ve yaşlılık aşamalarından zamanın zorlayıcı gölgesi altında geçmek zorundadır. Aksi olanaklı değildir. Bu gölge de ancak Janus’un evrene baktığı yerden bütünlük içerisinde izlenebilir. Bebeklikten çocukluğa ya da olgunluktan yaşlılığa geçilirken kullanılan köprünün her taşında Janus’un gözleri vardır. Ölümlüler gibi zamanın içinde var olmadığı için, köprüyü oluşturan her parçaya söz konusu bireyin o an hangi aşamada olduğu ile beraber bakar. Bir insan bir geçitte oyun oynayan bir çocuk olarak belirirken, bir diğerinde artık hayattaki rolünü başkalarına devretmiş yaşlı bir insandır. Janus bu anların tümüne birden aynı anda şahit olur. İnsan zaman çizgisi üzerinde ilerlerken, bu çizgiye tabi olmayan varlığıyla Janus, varoluşu zamana bağımlı olan her varlığa yukarıdan bakabilecek ayrıcalıktadır. Tam da bu yüzdendir ki geçmişin, şimdinin ve geleceğin her noktası onun için şu an’dadır. Onun için olmuş, oluyor veya olacak kelimeleri yoktur; her bir şey olmakta’dır.

Bir yüzüyle, tohumun toprakla buluşmasına, bir fidan olmasına ve bir ağaca dönüşerek meyve vermesine, yani bir varlığın hayatta yer edinmesine ve iz bırakmasına tanıklık ederken dünyanın gülen yüzüne bakan Janus, diğer yüzüyle de, o tohumun artık arkasında bıraktığı izleri ve bir ağaç olarak ömrünü tüketip yok olmasını anbean seyreder. Janus’un bu ikinci varlığı/doğası, dünyanın karanlık tarafına işaret eder ve her iyiliğin kötülüğe, her yaşamın ölüme evirilmesini izlerken, dünyanın inkar edilemez düalitesini de kanıtlar. Zaman geçtikçe canlı cansız her varlığın yok olmasını; bir başka deyişle zamanın eninde sonunda her şeyi yok etme amacıyla geçtiğini Janus farklı, ölümlüler farklı açılardan seyreder.

******

Tohumun var oluş sürecini çizgisel bir şekilde izlemek ve bunu anlamak için Janus’un mitolojik güçlerine ihtiyaç duymayız. Bu süreç, sıradan bir insanın dahil olabileceği bir hikâyedir. Fakat insanın varlığını oluşturma süreci fiziksel bir değişim aracılığı ile anlaşılabilecek bir olgu değildir. Bedenin bu süreçte geçtiği güzergahlar, fiziksel olarak dış dünyada yer kaplayabilir, ama esas yolculuk ruhun geçirdiğidir. Zamanın dışına çıkarak olan bitene aynı anda hakim olamadığımız için şimdiyi (dolayısıyla geleceği) geçmişin hatıralarından arta kalan deneyimlerle kurgularız. Eskiye dair hatırladığımız her şey, yeniye dair bir anlamın ifadesidir aslında. Geçmişte kalan her nokta ruhun yolculuğunda bir durak, kendinden öncekilerin katkısıyla varılan yeni bir aşamadır. Bu noktalar zaman içerisinde bir güzergah oluşturur ve bu noktalar aracılığıyla, hem fiziksel hem de ruhsal bir yolculuk kurgulanır. Bu güzergahların istikameti, gözlerin etrafında oluşan veya ellerin üzerindeki çizgilerden yansıyor olsa bile, bir çizginin ne kadar derin olduğunu, ya da o derinlikte nelerin gizlenmiş olduğunu anlatmaya muktedir olamaz.

Beden, bir fidanın ağaca dönüşmesi gibi olgunlaşıp değişirken, hareket ettiği sürece yaşadıkları ve ruhuna kazınanlar kişinin bedenine bakılarak izlenemez. Janus’un bile anlayamayacağı bu yolculuk kendisine dair ipuçlarını ilk olarak bedenin gelişiminde, daha sonra da deformasyonunda belli eder. Bu geçiş  dönemlerine, aralarda hiç kopukluk olmadan bakabiliyor olmasına rağmen Janus, gelip geçerken oluşan izleri göremez. Bir bedene var olurken veya yok olurken bakmak iki yüze sahip olan Janus için sıradan bir şey dahi  olsa, onun doğası bile söz konusu bedenin bilincinin geçirdiği değişimleri göremeyecektir. Çünkü Janus bile bir başka bilincin ne’liğini tahayyül edecek yetkinlikte değildir. Algılayışa açık olan değişimin kendisi değil, olanaklı oluşudur.

Bir yolun kenarında yaşama tutunan bir tohumun ve sonrasında dönüştüğü ağacın,  o yoldan her gün geçen insanların zihinlerinde yer edinmemesi gibi, bir bilincin değişim süreci de başkaları için -Janus’un ayrıcalığına sahip olsalar bile-  gözlemlenemeyen bir hakikattir. İnsanın ruhu ya da bilinci, yaşamı süresince öznesi olduğu olayları ve bu yaşadıklarının neden olduğu değişimi/dönüşümü bir başkasına aktaramaz. Bu süreçlere dışarıdan bakan bilinç söz konusu insanı bir nesne olarak görüp izleyerek algılamaya çalışacağı için, ruhun çizgilerindeki derinliğin en altına inme becerisini de hiç bir zaman gösteremeyecektir.

Mümkün olan görebilmek değil, Janus gibi bakabilmektir: İnsana, insanın bilinçli olarak yaptıklarına, doğaya, doğanın bilinçsizce var ettiklerine... İnsanın yaparken doğanın bozduklarına... Doğanın rastlantısal bir ahenkle yaratırken insanın mahvettiklerine... Bir eve bakarken bir çocuğun kendini var etmesini Janus edasıyla izlemek, duvar kalıntılarının altında o çocuğun ruhunu o kişi yapan hikayeleri dinlemek. Ya da bir moloz yığını arasında insanın o an göremediği ama Janus’un gördüğü mutlu, mutsuz, umutlu, umutsuz bir aileyi hayal ederken, aileden çocuğa geçen bir hikayeyi dinlemektir değerli olan. Yaşanmışlığın bizlere mirası kırışık ellerin her noktasına tanıklık etmek imkansızdır belki ama söz konusu çizgilerin arasında gezinirken, o çizgilerin varlıklarını borçlu olduğu hikayeleri görebilmek ve dinleyebilmek, o çizgilere dokunmakla mümkün hale gelebilir ancak.

*******

Çizgiler insanları sadece değiştiriyor mu, yoksa onları tamamen başka bilinçlere sahip bireylere mi dönüştürüyor? Bir insan yaşlanırken, ruhu sadece zamanda mı ilerliyor, yoksa aynı anda aynı mekanlarda durup soluklanırken giderek daha önce oralarda yaşamış/yaşlanmış insanların ruhuna mı dönüşüyor, bilinmez. Bu soru, zaman çizgisine mahkum insanların algılayışını aşıyor belki de. Sürecin son noktasında ölüm olsa dahi, yok oluş öncesi duraklarda neler yaşanacağı bir muamma olarak duruyor karşımızda. Janus, bu varoluşsal yolculuğu izlerken bir noktada durana ya da aynı kalana bakmıyor çünkü onun perspektifinden her şey hareket halinde algılanmaya devam ediyor.  Bu devinim belki iyiye, yaşama doğru, belki de kötüye, yok oluşa doğru gerçekleşirken insanın elinden gelen tek şey bu devinimin getireceklerine dair umut beslemek olabilir ancak. Pandora kutusunu açtığında dışarıya savrulmayan tek şey umut olduğu içindir belki de, bizlerin de Janus gibi her ana tanıklık ederek, bakarak, görerek, kavramaya çalışarak yaşamaya çalışmamız bu hayatı.


*Bu yazı 9 Mart 2018’de Girne Art Rooms Galeri’de açılışı olan Cengiz Bodur’un Mediterranean Sunset isimli sergi kataloğunda yayınlanmıştır.

 

İlgili Haberler

Dergiler Haberleri