31 Ağustos’tan beri çok özel bir festival sürüyor Lefkoşa surlariçinde…Klasik Jazz ve Dünya Müzikleri Festivali… Binlerce yıllık mekanlarda hoş tınılar yükseliyor, Kıbrıs’ın bu en güzel ayı Eylül ayının büyülü gecelerinde.
Bedesten’de Osman Cankoy, eşi, kızı ve orkestrasıyla bu coğrafyaya ait nağmeler çalınıyor kulaklarımda. Bir tarih yolculuğunda savruluyorum, ruhum çarpılıyor. X1V yüzyılda Bizans döneminde bir inşaatta, Kıbrıs’ın kesme sarı taşını taşıyan işçilerin arasında buluyorum kendimi. Sonra Lüzinyanların arasında Katolik bir kilisede vaaz veriyor rahip ve daha ben anlayamadan değişimi, Venedik papazı çıkıyor karşıma. Durmuyor zaman, yüzyıllar geçiyor koşar adımlarla. Resmigeçit yapıyor bana tarih Bedesten’de bir sandalyede; Osman Cankoy orkestrasının nağmeleri arasında…
Müziğin sözleri çalınsa da kulaklarımda, ben Osmanlı döneminde bir Ermeni tüccarın dükkanı önünde buluyorum kendimi rengarenk ipek kumaşlar arasında. Güzel bir kumaş seşmeli, sonra yandaki Rum dükkanından bir potin almalı ama unutmamalı karşıdaki Türk sarrafın yeni mücevherleri gelmiş; onlara da bir bakmalı…
Ve yalnızlık sarıyor her yanımı bir an, kurşun sesleri... Bedesten bomboş, suskun; nereye gitti onca insan… Bizans, Lüzinyan, Venedik, Osmanlı, İngiliz, Türk Rum… Bu adanın acılı, yaralı insanları…
Şimdi Bedesten’de müzik bizi çağırıyor; kah bir tarih yolculuğunda buluşmaya, kah dostlarla coşmaya, sarmaş dolaş olmaya…
Bu akşam (10 Eylül) Bedesten’de Tango’nun romantik ve kışkırtıcı müziği var. Sanart Tango... Ala ki bu akşam yetişemezsiniz, üzülmeyin müziğin ve tarihin büyüsü 5 Kasım’a dek Bedesten’de sürecek. Ama ne olur, kendinize bir iyilik yapın ve mutlaka bir akşam o büyüleyici atmosferle buluşun. Teşekkürler Naci Talat Vakfı; bizi, bizle nağmeler arasında buluşturduğunuz için…
***
İstanbul…
İstanbul’da olimpiyatlar olacak mı almayacak mı diye herkes ekrana kilitlenmişken, benim aklım geçen hafta bulunduğum İstanbul’daki Dünya Diş Hekimleri Kongresine takıldı durdu. Tam on bin dişhekimi vardı geçen hafta İstanbul’da. Dünyanın her yerinden gelmiş Harbiye, Nişantaşı, Şişli ve Taksim hep Diş Hekimi kaynıyordu. Fuarda belki de dünyanın her yerinden gelmiş, Diş Hekimliğindeki dudak uçuklatıcı gelişmeleri anlatmaya, sunmaya ve satmaya çalışan firmalar. Birçok salonda birçok oturum.
Balkan Diş Hekimliği Birliğinde görev yaparken de hep tanık olmuşumdur. Kongre için önerilen yer İstanbul ise, kesinlikle İstanbul yarışa bir adım önde başlardı. Binlerce yıllık, imparatorluklara ev sahipliği yapmış olan bu kentin hiç bitmeyen bambaşka bir cazibesi vardır. Ruhu insanı hep çağıran, bütün yozlaştırma uğraşlarına rağmen, hep çok çekici bir metropol…
Peki ama İstanbul’daki Diş Hekimliği kongresi başarılı mıydı? Bence değildi. On bin Diş Hekimi neredeyse dört gün boyunca süründü. Üst üste binmiş firmalar, sıkışık stantlar, hekimler oradan oraya koşarken perişan, kahve içecek yer yok, yemek bulabilmek imkansız. Yani İstanbul on bin kişilik bir bilimsel kongrede maalesef zorlandı, olimpiyatları alsa ne olurdu hiç bilmiyorum.
Ve İstanbul’un hepimizin bildiği insanı çıkdırtan trafiği artık tamamen kontrolden çıkmış durumda… Taksi şöförleri sinir küpü, perişan… Hem de henüz yaz aylarında, tatilciler gelmeden...
Yine de bambaşkadır boğazda tarihi, denizi ve görsel şovları selamlamak...
Ortaköy’de sabah mahmurluğunda güvercinlerle oynaşmak...
Emirgan’da bir çay bahçesinde doyumsuz sohbetlere dalmak...
Ama İstanbul’da olimpiyatlar mı? Benim tanık olduğum İstanbul’da sanırım İstanbulluların yaşamını zindana çevirirdi.
***
İçimdeki Ayaz...
Henüz dumanı tüten bir kitap var elimde. Özlem Çatal Eserer’in “İçimdeki Ayaz” adlı eseri. Hani “ayaz” deyince dondurucu bir soğuk gelir ya akla. “Neden acaba ayaz? “ diyorum kendi kendime... Sevgili Özlem, kitabın ilk sayfasında açıkladı nedenini. “İçimdeki yolculuğu anlatmaya başlarken içimin tam da ayazı yansıttığını hissettim. İçimdeki gel-gitlerin biraz soğuk, biraz hırçın, biraz güçlü, biraz da öfkeli olduğunu...”
Gerçekten de yazar, belki de içinde hissettiği o ayazın da etkisiyle derin bir iç yolculuğa sürükleniyor ve sürüklüyor okuyucusunu. Bazen sevgiye sığınıyor, tıpkı sıcacık bir battaniyeyi arar gibi, bazen de içindeki tanrıyla buluşuyor. Bir çelişkiler yumağını aralayıp çıkmaya çalışırken, sizi de kendi iç yolculuklarınıza taşıyor.
Kıbrıslıtürk edebiyatında çok da alışık olmadığımız bir eser veriyor bize Özlem Çatal Eserer. Bir kişisel gelişim kitabı. Kendini cesurca sorgularken, çevresiyle de insana dair bambaşka duygularda buluşuyor.
Yazar kalemini sayfalarda akıtırken adeta sizi de damla damla akıtıyor. Akıcı bir Türkçe ve çok az hata olan bu kitap Siyahİnci yayınlarından çıktı. Kapak tasarımı Hüseyin Özkan ve mizanpaj Özlem Özkan...
Bu kitapta cesaretin ve yaşam sevgisinin kokusu var...