Ülkemizde statükoyu korumaya yönelik konformizmin başat tutum haline geldiğini geçen yazılarımızda ele aldık.
Bir yandan sonradan görme Kıbrıslı Türklerin statükodan yamalanmaya devam etme arzusu ile Türkiye’nin jeo-politik muhakemesi, diğer yandan da Kıbrıs Rum toplumunda yükselen Devlet Milliyetçiliği ile Kıbrıslı Rum elitlerin Kıbrıs Cumhuriyeti devletini tek başına yönetme tutkuları, çıkış arayışlarını ciddi biçimde zorlaştırıyor.
Geçtiğimiz günlerde DİSİ eski başkanı Neofitos Averof’tan gelen bir açıklama bu konudaki tespitlerimizi bütünüyle doğruluyor. 2 Eylül 2024 tarihinde Sigma Televizyonunun sabah programına katılan Averof, Kıbrıslı Rum yöneticileri arasında yaygın eğilimin statükoyu korumak olduğunu, kendi aralarında konuştukları zaman “mevcut statükoyu ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin korumaktan” bahsettiklerini, Girne’yi, Mağusa’yı gözden çıkardıklarını, “işgalden medet umacak noktaya geldiklerini” çarpıcı sözlerle anlattı.
Statükoculuğun bölünmüşlüğü derinleştirdiğini, adayı jeo-stratejik rekabetin alanı haline getirdiğini, bu rekabetin Türkiye’nin adanın kuzeyini askeri bir üsse çevirip kuzeyde tam hakimiyet kurmasına yol açtığını geçen haftaki yazımda belirtmiştim.
Bugün, statükoculuğun bazı sonuçlarına değinmek istiyorum. Özellikle Kıbrıs Rum toplumu açısından statükoya saplanıp kalmak, çok ciddi bir hata olduğu kadar, sonuçları da son derece vahim olabilir.
Kaybolmaya mahkum yurt-yarısını, malı-mülkü ve toprağı şimdilik bir kenara bırakalım.
Bölünmüş adanın Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kontrol ettiği bölgesiyle yetinmek, daha büyük sorunlara yol açmaya gebe olan çok önemli problemler doğurur. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:
-Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Finlandiyalaşması;
-Kıbrıslı Türklerin siyasal özne olarak ülkenin siyaset sahnesinden bütünüyle çekilmeleri.
Finlandiyalaşma kavramı, uluslararası ilişkilerde Finlandiya’nın Sovyetler Birliği’nin büyüklüğü ve gücü karşısında egemenlik icra edemeyen bir ülkeye dönüşmesini anlatmak için kullanılır.
Bölünmüşlüğünün devamı halinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Türkiye karşısında Finlandiyalaşması, yani, büyük bir ülkenin gölgesinde egemenlik icra edemeyen bir devlete dönüşmesi neredeyse kaçınılmazdır. Yakın geçmişte ve günümüzde deneyimlediklerimiz bu gerçekliğe işaret ediyor.
Önce geçmişten iki örnek verelim.
Hatırlayanlar bilir. 1990’lı yılların ikinci yarısında Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti Rusya’dan S300 füzeleri satın almaya koyulmuştu.
İlk bakışta her devletin egemenlik hakları içinde yer alan bir edimden söz ediyoruz. Fakat Türkiye’nin ortaya koyduğu sert ve kararlı tavır karşısında, parası ödenmiş füzeler sonunda Yunanistan’a hibe edildi.
İkinci örnek Doğu-Akdeniz’de hidrokarbon arayışları esnasında yaşandı.
Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kendi münhasır ekonomik bölgesi içinde hidrokarbon arayışına kah kendi adına, kah Kıbrıslı Türkler adına itiraz etti ve sonunda güç kullanarak arama faaliyetlerini engelledi.
Günümüzde de alttan alta önemli bir gerilim yaşanıyor.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Yunanistan üzerinden Avrupa Birliği ile elektrik bağlantısı kurmasını öngören büyük bir proje, başka zorlukların yanı sıra, “jeo-politik riskleri yüksek” bir proje olarak adlandırılıyor ve uygulanması zora giriyor.
Kıbrıs Rum toplumunda yoğun tartışmalara yol açan projenin “jeo-politik riskleri yüksek” bir proje olarak tanımlanması, aslında Türkiye’nin olası engelleyici tavrı karşısında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin çaresizliğini ifade ediyor.
Nitekim, Neofitos Averof, bu konuda da önemli açıklamalar yaparak Kıbrıs Sorunu çözülmeden hiçbir enerji projesinin hayata geçirilemeyeceğini söyledi.
Kıbrıslı Türklerin Özne Olabilmeleri İyice İmkansızlaşıyor!
Statükocu politikanın başka bir olumsuz sonucu daha vardır, ki bu kanımca birincisinden de daha vahimdir: Kıbrıslı Türklerin siyasal özne olarak Kıbrıs’ın makro siyaset sahnesinden silinmeleri...
Yakın tarihten bir hatırlatmayla başlayalım.
Kıbrıslı Türklerin aktif siyasal özne haline gelmeleri Kıbrıs Rum toplumunun siyasal hamleleriyle baş başa gitmiştir.
Kıbrıslı Rumlar kitlesel olarak Enosise yöneldiklerinde, Kıbrıslı Türkler Enosise karşı çıkmak amacıyla hareketlenip ilk ciddi örgütlenmelerini gerçekleştirdiler. Eyleyen aktör oldular.
1960’lı yıllarda yaşanan etnik çatışmalar esnasında da Kıbrıslı Türkler aktif öznelerdiler.
1974’ten sonra Denktaş’ın statükocu tutumuyla pasifleştirilen Kıbrıslı Türkler, bu sefer Kıbrıslı Rumların Avrupa Birliği üyeliğine yönelmeleriyle birlikte hareketlenip, yeniden aktif özne konumuna yükseldiler ve Federal Kıbrıs’ın kurulması için ortaya yoğun bir çaba koydular.
Bugün bir yandan Kıbrıslı Rum elitlerin sergilediği statükocu tavır, yani, ülkenin birleşmesini gözden çıkarmaları, diğer yandan da Türkiye ile jeo-politik ve jeo-stratejik bir rekabet ortamına girmeleri, Kıbrıslı Türkleri özne olarak denklemin dışına çıkarıyor.
Kıbrıslı Rumlar açısından bunun sonuçları son derece vahim olabilir. Adanın kuzeyinin bütünüyle Türkiyelileşmesi anlamına gelen bu tutumun en bariz sonucu, Kıbrıslı Rumların Doğu-Akdeniz’in en doğusunda küçük bir köşeye hapsolmalarıdır ki, bu, Kıbrıs Rum toplumunu uzun erimli bir beka sorunuyla baş başa bırakabilir.