Jetler...

Gökyüzünü yararcasına uçtu jetler, tepemizde... İrkildik... O kadar alçak uçtular ki, “savaşı” bilmeyen kuşaklar, “işte bu” dediler, “kara bulutlar” arasından ses yağdıran demir yığınlarına bakarken... “SesR

 

 

Gökyüzünü yararcasına uçtu jetler, tepemizde...

İrkildik...

O kadar alçak uçtular ki, “savaşı” bilmeyen kuşaklar, “işte bu” dediler, “kara bulutlar” arasından ses yağdıran demir yığınlarına bakarken...

“Ses” neyse...

“Bomba” da yağdırır bunlar!..

“Düşman”a korku saldık, “barışı inşa” sözü vermişken...

 

***

 

Bu bir “güç” gösterisi mi?

Herhalde!..

Malum, bizimkisi “kaba güç”...

Elde avuçta bu var şimdilik...

Dünya artık “bilişim” çağını yaşarken ve “güç” dediğin bilgiyle, bilimle, sanatla; insana verilen kıymetle ölçülürken, içimizdeki bulutları yarıp geçti bir ses...

Ve yeniden sorguladık “güven” duygusunu...

Nedir sahi, yarınlara dair “güven...”

Daha çok top mu tüfek mi ?

Yoksa, geleceğe umutla bakan, daha bilge nesiller mi acaba?

 

***

 

Dünya önünde kültürüyle, sporuyla, sanatıyla, bilimiyle yer alamayan “mahçup” ve bahtsız kuşaklar, uluslararası hukuk önünde “alt yönetim” olmayı artık kanıksadığımız belgeler arasında...

Ve giderek kaybolurken bir kültür, bir doku, bir renk....

Kasım ayının kasvetini dağıttı, ses hızında uçan jetler...

Oysa içimizdeki “kara bulutlar” korudu kendini, dünyanın ortasında bir “yalnızlık” hissiyle birlikte...

 

***

 

Avrupa’nın dört bir yanına “Kıbrıs Türk” imzasını taşıyan uçaklar hangara çekilir, satılır; insanlar “çadırlarda” isyan bayrağını açarken...

Jetler yardı bulutları...

“Korku” saldık...

Ve yeni “korkular” ekledik bilinçaltımıza, tarihin her döneminde bu psikolojiyi çok yakından tanıyan bir toplum olarak...

Ne kadar büyükse “kaba gücümüz” ve dağlara taşlara sığdıramadığımız bayraklar...

Ne kadar hamasiyse nutuklar ve söylemler...

O kadar “güçlü” sandık kendimizi...

“Yalnızlık” bir demir yığını gibi, oturdu içimize...

Büyüdükçe büyüdü...

Yanıldıkça yanıldık, hep birlikte.

 

 

 


 

Mustafa Çelik’in ardından

 

Bu köşede Mustafa Çelik’in ardından yazmak o kadar zor ki.

Gerçek bir dosttu...

Bize her türlü “engelin” aşılabileceğini öğretti...

Kararlılıkla... Sevgiyle...

Yaşama sevinciyle...

Bu ülkenin de, benim de “kahramanlarından” biriydi...

Hep derdi, özür dediğiniz yürekte başlar, eğer sevmeyi bilmezseniz...

Oysa biz O’nu hep sevmiştik.

Engelli camiasına yaşamını adadı.

Tekerlekli sandalyeye mahkum kaldığı trafik kazasının ardından, hiçbir zaman “acıyla” yoğrulmadı, ileriye baktı, umut oldu, daha bir “yürüdü”.

Önceki, gece, yeniden evlendiği eşi Özlem’le fotoğraflarına bakmış, nasıl da sevinmiştik, mutluluğuna...

“Teşekkür ederim dostlar. Gerçek aşklar bitmezmiş. Ayrı ayrı yaşamak ve sevmeye devam etmektense el ele olup anlayış ve hoşgörüyü çoğaltmak... Kayıp 5 yılı telafi etmek çok zor olacak” demişti...

Ah be Mustafa...

Beynimizdeki, yüreğimizdeki nice engeli yıktın...

Ve yine “yıktın” bizi ölümünle...

Sensiz yıllar şimdi nasıl telafi olacak....

Hoşça kal dostum, hoşça kal...

Çok büyük iz bıraktın geride...

 


 

Sendikalar “Zamtonlar” diye bir karikatür yapmıştı, geçmiş hükümet döneminde.

Meşhur “Daltonlar”dan esinlenerek.

O dönem, UBP, “Rezil rüsva oldular” diye yüklenmişti hükümete...

Şimdi madalyon ters döndü.

Dün yeni bir karikatür vardı,  bu kez The MUBPETS Show diye.

Hayat böyle işte!..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri